Geçtiğimiz perşembe günü yaşamını yitiren “Hocaların Hocası” Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Türkiye’den başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa ülkelerine işgücü göçünün yakın tanıklarının başında geliyordu.

Yaşam öyküsü 104 yıl önce dünyaya geldiği Viyana’da başlayan gazeteci, hukukçu, sosyolog, siyaset bilimci Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) talebiyle Almanya’ya gelerek, İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik gerekçelerle yaşanan göç hareketleri ve Almanya’daki Türk işçilerinin durumunu araştırdı. Bu konuda hazırladığı raporlar ve 1964’te yayımlanan “Batı Almanya’da Türk İşçilerinin Sorunları” adlı kitabıyla hem Alman, hem de Türk hükümetlerini o dönemler “misafir işçi” olarak tanımlanan ve henüz “göçmen” olarak kabul edilmeyen insanlarımızın yaşadığı koşulları, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hakları üzerine bir bölümü halen geçerli olan iyileştirici önerilerde, ortaya çıkabilecek sorunlar hakkında da sonraki yıllarda haklılığı ortaya çıkan uyarılarda bulunmuştu.

Daha sonraki yıllarda da çalıştığı ya da misafir öğretim üyesi olarak bulunduğu üniversitelerde (Ankara, Boğaziçi, Hür Berlin, Münih, New York City, Denver, Georgetown ve Los Angeles üniversiteleri) bu konularda çalışmalarını sürdüren ve bu arada haklı olarak “Hocaların Hocası” ünvanını kazanan Prof. Abadan Unat’ın 2001 yılında yayımlanan ve aradan geçen sürede birkaç baskısı yapılan kitabı “Bitmeyen Göç – Konuk İşçilikten Ulus Ötesi Yurttaşlığa” halen göç konusunda en önemli başvuru eserleri arasında yer alıyor.

Ankara Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de öğretim üyeliğini sürdüren ve yaklaşık 15 yıl önce sağlık problemleri nedeniyle bu üniversiteden ayrılan Prof. Nermin Abadan Unat, ilk eşi Prof. Yavuz Abadan ve ikinci eşi Prof. İlhan Unat’ın soyadlarını birlikte kullanıyordu.

Prof. Dr. Abadan Unat, 2021 yılında 22 yıl emek verdiği Boğaziçi Üniversitesi’ne gidip, rektörlüğe sırtını dönerek üniversiteye, akademisyenlerin nöbetine katılmış ve “kayyum rektör” protestosuna fiilen destek vererek, “Yakında 100 yaşında olacağım. Bu ülke daha güzel günleri hak ediyor. Sizler gençsiniz, ülkenizden ümidinizi kesmeyin, dayanın.” mesajı vermişti.
Dört yıl önce, 100’üncü yaş günü dolayısıyla kendisini ziyaret ettiğimiz Hocamızın mesajları BirGün gazetesinde 3 Eylül 2021 tarihinde yayınlanmıştı.
Güncelliği halen devam eden bu mesajları yeniden yayınlayarak, bu örnek bilim insanının anısı önünde saygıyla eğiliyoruz:

ALMANYA EMEK GÖÇÜNÜ ANLAMADI
“Avrupa, özellikle de Almanya, göçten gereken sonuçları çıkarmadı. Çünkü bütün ilişkilere tek taraflı olarak baktı. Yani önce ismen çağrılan, sonra kurayla gelenlere ‘Gastarbeiter’, yani ‘konuk işçi’ olarak baktı. Gelenlerin birkaç yıl sonra dönecekleri öngörülüyordu. Hâlbuki bir emek göçü başlamıştı. Hem bunu görmediler hem de bunun sonucu olarak bu emek göçünün gereklerini anlamadılar. Örneğin işçi çocuklarının okulda başarılı olabilmesi için özel bir destek lazım. Bunu yapmadı, onları eğitimcilerin çabalarına bıraktı. Böylece işçi çocuklarının çoğu ‚Gymnasium’a (liseye) gidemedi ve yükseköğrenim için önleri açılmadı. Herkesin üniversite mezunu olması şart değil ama herkes için bu yolu açmak lazımdı. Yani Almanya, daha çok kendisi için gerekli şeyleri düşündü.
Türkiye’de yapmak istediklerini gerçekleştiremedi. İşçilerin Almanya’daki deneyimleriyle ülkeye dönüp, buradaki ekonomik yaşama katılmaları öngörülüyordu, olmadı. İşçilerin oralardaki birikimleri, verimli yatırımlara dönüştürülmedi. Hâlbuki işçilerimiz çok yüksek oranda tasarruf yapıyorlardı; ancak yönlendirilmediler. Onlar tasarruflarını muhakkak kendi doğdukları yerlerde değerlendirmek istiyorlardı. Ancak bu çoğunlukla verimli olmuyordu. Örneğin kooperatifle Anadolu’nun ortasında ayçiçek yağı imal eden bir fabrika kurdular. Fakat bu fabrikanın işleyeceği ayçiçeğinin Trakya’dan getirilmesi gerekiyordu. Birçok yatırım buna benzer biçimlerde başarısız oldu. Diğer ülkeler açısından da durum böyle. Hollanda olsun, Fransa olsun, Danimarka ve İsveç olsun; hep tek taraflı bir süreç oldu oralarda göç.”
“Şimdiki kaçış daha da üzücü. Çünkü onlar canlarını kurtarmak için ülkelerini terk ediyorlar. Özellikle kadınlar için durum büsbütün bir çıkmaz. Ezici bir erkek egemenliğinden kaçmak üzere yollara dökülüyorlar. Bu kaçan insanların bir kısmı, her türlü iletişimden de yoksun. Okuma yazma öğrenimi ve temel eğitimi göremiyorlar. Tek hedefleri canlarını kurtarmak… Titanik’in batışı gibi bir durum yaşanıyor. Bütün bunlar, Atatürk’ün laiklik ve halkçılığının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.”

DAYANIN GENÇLER, DÜNYA KİMSEYE KALMAYACAK
“Gençlerimiz hayallerini kurmak için sabır göstermiyorlar. Çünkü artık her türlü imkân var. Sanki onlara gittikleri yerlerde ‘buyur’ denecek. Bu çok acı bir şey… Yani göç kolay bir şey değil. Dostunuzu, ailenizi kaybediyorsunuz. Dili ne kadar bilseniz de daima yüzünüze vururlar. ‘Aman ne kadar güzel konuşuyor, sanki buralı gibi’ diyerek, onlardan olmadığınızı hatırlatırlar. Onun için gençler çok iyi düşünmeli. Gençlerin en büyük sermayesi, gençlikleri… O sevmedikleri ortam yarın değişecek. Ben görmeyeceğim, ama onlar görecek. Bugün 17-18 yaşında olan gençler, 50 sene sonrasını düşünsün. 40-50 yıl sonra neler olacak, neler… Bu dünya kimseye kalmayacak.”
“Bütün önemli araştırmalar, şunu gösteriyor: Göçmenlerin yeni ülkeye entegrasyonun tamamlanması için üç kuşak geçmeli. Bu tamamlanmadan yeni bir ülkede başarılı olmak, yükselmek ve eşitliğin sağlanması çok zor. Ben Uğur Şahin’in çok mütevazı bir aileden geldiğini sanıyorum. Herhalde ona üniversitede tıp tahsilinin yolunu açan iyi kalpli, dost bir Alman olmuştur. Yoksa onu ‚Realschule’ye gönderirler ve meslek eğitimine yönlendirirlerdi.”
“Türkiye’ye geldiklerinde yeni köprüler, yollar gibi gözle görünür şeylerle karşılaşıyor, bunları büyük başarı olarak görüyorlar. Altyapıya hiç bakmıyorlar. Bu iktidar, altyapıyla çok az ilgileniyor. Zaten gereğince ilgilenselerdi, bu kadar sel ve yangın felaketi olmazdı. Almanya’da ise bilindiği gibi sosyal demokrat parti SPD tarihsel olarak işçiden yana bir parti. Orada işçi kökenini hatırlıyor, ona yakın duruyorlar. Ama Türkiye’ye gelince, buradaki hükümetle iftihar ediyorlar. Onun için farklı anlayışları var.”
ÇAĞRI: ALMANYA’DA TÜRKİYE ARAŞTIRMALARI
“Dostlardan ve meslektaşlardan istediğim bir şey var. O da Almanya’da Cumhuriyet Türkiye’si üzerinde araştırma yapan bir merkezin kurulması… Münih Üniversitesi’nde bir sene ders verdim. O dönemde rektörlük konferanslarına da katılan Kültür Bakanı Prof. Hans Maier’dan da bunu rica etmiştim. Bir türlü olmadı. Bir üniversitenin böyle bir ihtiyaç duyması lazım. Hiçbir Alman üniversitesi, böyle bir ihtiyaç göstermedi. Ben bunu çok büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Kimi zaman Der Spiegel dergisi kimi zaman bilmem hangi gazete, Türkiye’yle ilgili bir kısmı doğru birtakım eleştiriler yayınlıyor. Ama bütün bu eleştirilerde Türkiye’ye ilişkin birçok temel bilginin eksikliği görülüyor.
Mesele sadece eleştiri değil. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nde rasyonaliteye öncelik veren, tarikatlara yasak getiren, laik bir düzen kurdu. Mesele Atatürk’ün Türkiye için koyduğu hedefler… Önemli olan onlar. Onun zamanında, ’Türkiye’de okuma yazma bilen erkeklerin oranı yüzde 5, okuma yazma bilen kadınların oranı için ise yüzde 2’ deniyor, ama o bile fazla gözüküyor.
O zamanki Türkiye 12-14 milyon… Bugün 80 milyonun üzerinde, giderek de büyüyor. Avrupa’da böylesine büyük bir ülkeyle ilgili bir araştırma yok. Almanya’da ne var? Arkeoloji, Türkoloji ve İslam bilimleri diye üç kürsü var. Bu çok yetersiz.
Türkiye hakkında araştırmalar yapan sayısı çok az Türk var. Almanca yazıyorlar, ama onları da ‘bizden değil’ diye karşılıyorlar.
Alman üniversiteleri PISA kriterlerine uygun bir öğretim vermek istiyorsa, bu kadar kuvvetli bir eski müttefikini, Akdeniz’de egemen olan büyük bir ülkeyi, bu ülkedeki gelişmeleri görmezden gelmemeli. Buradan giden insanlara kapıyı açtınız ama bu insanlar nereden geldi, onu hiçbir zaman soruşturmadınız. Hep tek taraflı kaldı. Bu büyük bir sorun… Türkiye ve Türkler üzerine bilgilendirme hep eksik oldu. Bugün bir Alman için, o eksik bilgilendirme yüzünden, Suriyeli, Türk ve Afgan aşağı yukarı aynı insanlar… Hâlbuki aralarında dağlar kadar fark var. Bunu üniversite ya da araştırma merkezlerine hatırlatmak istiyorum.”
Dikkate alınmadı
Prof. Dr. Unat, Almanya’daki araştırmalarını gerçekleştirdikten sonra “Batı Almanya’daki Türk İşçilerinin Sorunları” adlı kitabı kaleme aldı. Ve Türkiye’deki ilgili makamlara Türk işçilerinin sorunlarıyla ilgili bir dizi öneriler sundu. İşçilerin, o dönemin hükümetlerinin aksine, Almanya’da kalıcı olacaklarını fark etmişti.
Onların topluma entegrasyonunu sağlayacak önerileri, hükümetlerce dikkate alınmadı. Almanya uzun yıllar bir “göç ülkesi” olduğunu bile kabul etmedi.
Türkiye için ise oradaki işçilerin gönderdikleri dövizler çok önemliydi. Prof. Dr. Abadan Unat’ın 1960’ların başındaki önerilerinden bir bölümü şöyle:
• Türkiye’nin göç politikasını saptama görevi Çalışma Bakanlığı’na verilmelidir. Ayrıca iki birim kurulmalıdır, bunlardan biri işe yerleştirme, diğeri dışarı gitmek isteyenleri bilgilendirme işini yüklenmelidir.
• Türkiye’nin Almanya ve diğer ülkelerle imzaladığı anlaşma “en fazla müsaadeye mazhar millet“ kuralına uygun olarak gözden geçirilmeli; İtalya, İspanya ve
• Yunanistan işçilerine tanınan hakların tümü Türk işçilerine de tanınmalıdır.
• Alman hükümeti Türkiye’de kalifiye işgücü yetiştirmek için mesleki eğitim başlatmalı, ayrıca Almanya’ya gidecek işçilere Almanca dili kursu verilmelidir.
• Türk işçilerinin tasarruflarını döviz olarak kazandırmak amacıyla konut kredisi tasarısı kanunlaşmalıdır.
• DPT, tasarrufların heba edilmesini önlemek amacı ile anayurda ne gibi projelerin yapılmasında yarar olduğu konusunda model projeler üretmelidir.
• Türk hükümeti Almanya’da Türkçe radyo programlarının artırılmasını talep etmelidir.




