PiYASA Vibes serisinin üçüncüsü, 2 Ekim akşamı Münih’teki Import Export’ta gerçekleşti. “Kültürel çeşitliliği kutla” sloganıyla düzenlenen gece, farklı kültürlerden insanları müzik etrafında bir araya getirdi; yeni dostluklar kuruldu, müzik ve dansla dolu bir gece yaşandı.
Etkinlik, PiYASA kurucusu Hamide Türker’in kısa açılış konuşmasıyla başladı. Türker, PiYASA Vibes serisinin Münih’te kültürel çeşitliliği görünür kılmayı, yaşatmayı ve kutlamayı; aynı zamanda dayanışmayı güçlendirmeyi hedeflediğini vurguladı.
Gece, açılış konuşmasının ardından Frankfurt’tan Rock Around the Orient (R.A.T.O) grubunun güçlü performansıyla devam etti. Deniz Erdem (vokal, gitar), Barış Tekin (gitar), Cem Şimşek (bas) ve Thomas Kurek’ten (davul) oluşan grup, rock, blues, indie ve Anadolu rock tınılarını harmanladığı iki bölümlük bir konser verdi. Normalden uzun süren performansta R.A.T.O, sevilen şarkı ve türkülerin özgün cover’larını ve kendi bestelerini seslendirdi. Katılımcılar çoğu parçaya hep bir ağızdan eşlik etti ve dans ederek gecenin coşkusunu daha da yükseltti.
İlk bölümün ardından yapılan çekiliş gecenin eğlencesine ayrı bir renk kattı. Bilet alan tüm katılımcıların otomatik olarak dahil olduğu çekilişi, sahneye davet edilen Stuttgartlı müzisyen Sinem Vurgeç gerçekleştirdi. Hediyeler arasında DermoSkin Kosmetik Institut’tan üç adet cilt analizi ve bakım seansı, Nurdans Powder Case’den üç adet Lash & Brow Lifting hizmeti ve PiYASA Vibes Vol. 4 için üç çift davetiye yer aldı.
Konserin ikinci yarısı R.A.T.O’nun yüksek enerjisiyle devam etti ve ardından DJ B-Zey set başına geçerek Türkçe pop’tan Anadolu ezgilerine ve oyun havalarına uzanan seçkisiyle, dans pistini gecenin ilerleyen saatlerine kadar hareketli tuttu.
Gecenin sonunda hem sahnede hem salonda yüzlerde aynı ifade vardı: yorgun ama mutlu insanlar. Münih’te kültürel köprüler kuran bu gece, bir kez daha müziğin birleştirici gücünü hatırlattı.
Göçmenler Meclisi’nin katkılarıyla gerçekleşen etkinliğin „Öğrencilere Askıda Bilet“ sponsorluğunu ise Zahnarztpraxis Tandogan adına Ayşe Tandoğan üstlenerek etkinliğe anlamlı bir katkı sağladı.
PiYASA çatısı altında düzenlenen ve kültürel çeşitliliği görünür kılmayı, topluluklar arasında dayanışmayı güçlendirmeyi hedefleyen enerji dolu etkinlik serisi PiYASA Vibes’ın bir sonraki volümü 16 Ocak 2026’da yine Import Export’ta gerçekleşecek.
Gecenin sonunda PiYASA Vibes ekibi, RATO grubu ve oyuncu Tim Seyfi bir arada görülüyor
Bağımsız müzik sahnesinin özgün besteci ve yorumcularından Selin Sümbültepe, Avrupa konser turuna çıkıyor. 20 Eylül’de Köln’de başlayacak olan Avrupa turu, 11 Ekim’de Montpellier konseri ile son bulacak.
Klasik müzik eğitimi alan Sümbültepe, 2010 yılından bu yana kendi müziğini üretiyor; 2017’de Cızgan, 2021’de Ben Estim Sen Esme albümlerini yayımladı. 2024’te ise prodüktörlüğünü Lübnanlı müzik öncüsü Zeid Hamdan’ın üstlendiği Hemhal adlı EP’sini dinleyicileriyle buluşturdu.
Orta Doğu melodilerini Batı müziğiyle harmanlayarak kendi kültürel geçmişine dayanan özgün bir tarz yaratan Sümbültepe, Hemhal ile Hatay kültürüne ve 2023 yılında yıkıcı bir depremle sarsılan bu bölgeye bir saygı duruşunda bulunuyor. EP, Sümbültepe’nin köklerine dokunarak kayıplarıyla yüzleştiği ve iyileştirici melodilerle bir araya geldiği bir çalışma. Fusion Folk Pop tarzında müziğini Türkiye’nin ve Avrupa’nın çeşitli festivallerinde sahneleyen Sümbültepe, Hemhal ile global müzik sahnesindeki yerini pekiştiriyor.
Hatay doğumlu Selin Sümbültepe, Fairuz ve Yasmin Hamdan gibi Lübnanlı divalardan, ilham verici flütçü Naïssam Jalal’dan ve Türk müzik ikonları Barış Manço ile söz yazarı Aysel Gürel’den etkilenerek, kültürel olarak zengin bir ses dünyası yaratıyor.
Bu yılın başında Münih’te verdiği konserde izleyicileri büyüleyen Sümbültepe, sahne enerjisi ve samimi performansıyla dikkat çekmişti. Konser öncesi gerçekleştirdiğimiz söyleşide ise sanatçıyı yakından tanıma fırsatı bulmuştuk.
Avrupa konser turu kapsamında Selin Sümbültepe, Almanya, İsviçre ve Fransa’da toplam 10 şehirde sahne alacak. Turne tarihleri ve bilet bilgilerine selinsumbultepe.com adresinden ulaşabilirsiniz.
2025 Sonbahar Avrupa Turnesi – Tarihler ve Şehirler şöyle:
20 Eylül 2025 – Köln, Kulturbunker, Almanya
21 Eylül 2025 – Augsburg, Kresslesmühle, Almanya
24 Eylül 2025 – Berlin, Kulturhaus Insel, Almanya
26 Eylül 2025 – Fribourg, La Spirale, İsviçre
30 Eylül 2025 – Bremen, Women in (E)motion, Almanya
Nach zwei erfolgreichen Ausgaben geht PiYASA Vibes in die 3. Runde: PiYASA Vibes Vol. 3 mit R.A.T.O und DJ B‑Zey
Das Warten hat ein Ende: Nach den unvergesslichen Vol. 1 und Vol. 2 geht PiYASA Vibes in die 3. Runde – und wir haben bereits mit dem Countdown begonnen, um auch diesmal gemeinsam zu feiern, zu tanzen und unvergessliche Momente zu erleben. Mit dabei sind diesmal die Frankfurter Band R.A.T.O und DJ B‑Zey, die erneut für energiegeladene Musik und ausgelassene Stimmung sorgen.
ROCK AROUND THE ORIENT – R.A.T.O Die Frankfurter Band R.A.T.O präsentiert Oriental Rock, angereichert mit Rock, Blues, Indie, Funk und Fusion. Deniz Erdem (Vocals & Gitarre), Barış Tekin (Gitarre), Cem Şimşek (Bass) und Thomas Kurek (Schlagzeug) verbinden verschiedenste Stile zu einer intensiven und lebendigen Bühnenpräsenz.
Party mit DJ B-Zey DJ B-Zey, aufgewachsen in Istanbul und St. Petersburg, nun wohnhaft in München, hat bereits Vol. 1 und Vol. 2 das Publikum begeistert. Auch diesmal verbindet sie orientalische und afrikanische Rhythmen zu tanzbaren Beats und sorgt für ausgelassene Stimmung.
Datum: 2. Oktober 2025 (Vorfeiertag) Einlass: 19:00 Uhr Ort: Import Export, München
Sei dabei und lass uns gemeinsam neue Geschichten schreiben!
Über PiYASA: PiYASA ist eine Medien- und Kulturplattform mit migrantischer Perspektive, die marginalisierten Stimmen Raum gibt. Mit PiYASA Vibes baut die Plattform kulturelle und musikalische Brücken und schafft einen Raum, in dem Menschen aus unterschiedlichen Hintergründen bei Konzerten, Afterpartys und Netzwerksettings Vielfalt entdecken, teilen und gemeinsam feiern können.
Nazım Hikmet Kültür Merkezi (NHKM) Münih, geçtiğimiz cumartesi akşamı düzenlediği yaz şenliğiyle sezonu coşkuyla kapattı. IG Initiativgruppe’de düzenlenen etkinlik, farklı dillerde ezgilerin, çok sesli koroların ve dansların buluştuğu sıcak bir atmosfer sundu.
Gecenin açılışı, katılımcılarla birlikte gerçekleştirilen bir saatlik Yunan dansları atölyesiyle yapıldı. NHKM bünyesinde, Yeliz Uludağ öncülüğünde çalışmalarını sürdüren Yunan Dansları grubu, atölye sonrası sahne alarak keyifli bir dans gösterisi sundu.
Ardından, geçtiğimiz yıl Bohem Kültür Grubu Münih ve NHKM Münih iş birliğiyle kurulan Misafirler / Μουσαφίρηδες Korosu sahne aldı. Rebetiko & Smyrneika repertuvarından Yunanca ve Türkçe şarkılar yorumlayan koro, bu eserlerle sadece müziği değil, Yunanistan ve Türkiye tarihindeki kültürel ve sosyal dönemleri de yansıtıyor. Koroya gitarda Vaios Theodorakis, bağlamada ise Aksel İçli eşlik etti.
Programın dikkat çeken bölümlerinden biri, çok yeni bir oluşum olan Harmonia Expatria korosunun sahnesiydi. İlk konserini Mart 2025’te veren Harmonia Expatria, ikinci performansını NHKM’nin yaz şenliğinde Münih’te gerçekleştirdi. Konserde, Turgay Aydıner tarafından bestelenmiş Gonca Özmen’in şiiri Kökler ve Saadettin Kaynak’ın Turnalar adlı eserinin Emre Orhan tarafından çok sesliliğe uyarlanmış düzenlemesi gibi Türkçe sözlü eserlerin yanı sıra, İtalyanca Torna a Surriento (Napoli yöresine ait halk şarkısı) da yer aldı. Repertuvarda ayrıca Entarisi Ala Benziyor adlı türkü söylendi ve izleyicilerin tekrar isteği üzerine ikinci kez seslendirildi. Konser sonrası koronun kurucusu ve şefi Z. Eren Kovankaya, yaptığı konuşmada koro ve repertuvar hakkında bilgiler verdi. Münih’ten üç üyesi bulunan koro, Sofya, Brüksel, Prag, Milano ve benzeri yaklaşık 20 farklı şehirden gelen 30 kişilik bir ekibe sahip. Türkiye’den Avrupa’ya göç etmiş bireylerin bir araya gelerek kurduğu bu koro, kültürel çeşitliliği ve müzikal dayanışmayı merkeze alıyor. 2024 yılında kurulan topluluk, akapella olarak çok dilli ve çok sesli bir repertuvar sunuyor.
Gecenin son bölümünde ise, Ahmet Mavruk öncülüğünde sahne alan Suz-i Dil Geleneksel Türk Müziği Korosu vardı. Bölgede 1979 yılından bu yana Türk müziğinin tanıtımı ve eğitimi için çalışmalar yürüten koro, yaklaşık 25 kişilik korist ve solist kadrosuyla çeşitli mekanlarda konserler veriyor. Sevilen klasik sanat müziği eserlerini izleyicilerin de yer yer eşlik ettiği coşkulu performansıyla NHKM yaz şenliğinde geceyi tamamladı.
Etkinliğin moderasyonunu Türkçe ve Almanca olarak Nazlı Cihan ve Elvan Eroğlu üstlendi. Yüz boyama gibi çocuk etkinlikleri ve yiyecek-içecek satışları da geceye renk kattı.
NHKM Münih’in her yaştan katılımcıyı bir araya getirdiği bu şenlik, kültürel çeşitliliği ve dayanışma ruhunu yansıtan unutulmaz bir akşam oldu.
Hafta sonu yaklaşırken, Münih’te özellikle önermek istediğimiz birkaç etkinlik var. Bazen müzikli, bazen kültürel, bazen dayanışma amaçlı, bazen de sadece keyifli bir buluşma… Zaman zaman paylaşacağımız bu seçkilerde, hem dikkatimizi çeken hem de sizin için anlamlı olabileceğini düşündüğümüz etkinliklere yer veriyoruz.
Buzz Ayaz + Gleis 11 ile psychedelic ve Anadolu ezgileri
Bu cuma akşamı Münih’te ritmi yüksek, enerjisi güçlü bir geceye hazır olun! Import Export’un açık hava sahnesinde başlayıp iç mekanda devam edecek olan bu etkinlikte unutulmaz performanslar sizi bekliyor: Gecenin ilk canlı performansı, Münih’in sevilen grubu Gleis 11’den geliyor. Türkçe sözlü psychedelic rock ile Anadolu ezgilerini modern tınılarla birleştiren grup, sahnede güçlü ve etkileyici bir kültürel ses yaratıyor. Ardından sahne sırası Buzz Ayaz’da. Kıbrıs çıkışlı bu grup, psychedelia, funk ve soul öğelerini ustalıkla harmanlayarak hem dans ettiren hem de içine çeken bir atmosfer kuruyor. Farklı dillerde söyledikleri parçalarla izleyenleri sınırların ötesine taşıyan bir müzik yolculuğuna çıkarıyor. Gecenin akışında ayrıca DJ Spoma ve De las Esferas’ın setleriyle dans temposu devam edecek.
Nazım Hikmet Kültür Merkezi Münih yaz şenliğine davet ediyor
Nazım Hikmet Kültür Merkezi (NHKM), bu cumartesi düzenleyeceği yaz şenliğiyle sezonu dostlarla birlikte kapatıyor. Etkinlik, katılımcıların kol kola girip hep bir ağızdan şarkılar söyleyebileceği samimi bir ortam sunuyor. Mekan, tüm hava koşullarına karşı hazırlıklı olarak misafirlerini ağırlayacak. Saat 19:00’da başlayacak programda, NHKM bünyesinde düzenlenen Yunan Dansları atölyesi ve dans gösterisi yer alıyor. Ardından NHKM’nin kendi korosu olan Μουσαφίρηδες / Misafirler Türkçe-Yunanca ortak şarkılar seslendirecek. Daha sonra Almanya’nın çeşitli şehirlerinden gelen koristlerden oluşan Harmonia Expatria korosu sahne alacak. Günün kapanışını ise Münihli Suz-i Dil Türk Sanat Korosu yapacak. Etkinlik boyunca çocuklar için de çeşitli aktiviteler planlanmış durumda.
We Are Not Numbers: Gazze’deki çocukların hikayeleri Münih’te
27 Temmuz Pazar günü Münih’te gerçekleşecek özel etkinlikte, Gazze’deki çocuklar ve gençlerin yaşamları okuma, müzik ve film gösterimiyle anlatılacak. Etkinlik, saat 17:00’de Gonca de Haas ve Tuncay Acar’ın Eine Million Drachen (2024, Leila Boukarim & Asaf Luzon) ve We Are Not Numbers (2019, resimleyen Malak Mattar, editör Lorenz Oehler) adlı eserlerden seçkiler okumalarıyla başlayacak. Salma Mrabet ise ud ile müzikal eşlikte bulunacak. Okumaların ardından, yönetmenliğini Farah Nabulsi’nin üstlendiği kısa film THE PRESENT gösterilecek. Program, katılımcılar arasında sohbet ve dayanışma paylaşımıyla sona erecek. Etkinliğe giriş ücretsiz, yapılan bağışlar Palestine Children’s Relief Fund’a aktarılacaktır.
Yer: Gorilla Bar, Hirschbergstraße 23, Münih Tarih: 27 Temmuz, 17:00 Giriş: Ücretsiz, Palestine Children’s Relief Fund için bağış yapılabilir.
Münih’te Olympia-Einkaufszentrum (OEZ) alışveriş merkezinde 2016 yılında gerçekleşen ırkçı saldırının 9. yıl dönümünde, yaşamını yitirenler binin üzerinde kişinin katıldığı bir törenle anıldı. Yapılan konuşmalarda kurban yakınları, artık anmaların ötesine geçilmesini, verilen sözlerin tutulmasını ve saldırının tüm yönleriyle aydınlatılmasını talep etti.
Tören, saldırıda hayatını kaybeden dokuz kişinin isimlerinin tek tek okunmasıyla başladı: Armela Segashi, Can Leyla, Dijamant Zabërgja, Guiliano Kollmann, Hüseyin Dayıcık, Roberto Rafael, Sabine S., Selçuk Kılıç ve Sevda Dağ. Törene rahatsızlığı nedeniyle katılamayan Münih Anakent Belediye Başkanı Dieter Reiter’in yerine açılış konuşmasını ikinci Belediye Başkanı Dominik Krause (Yeşiller Partisi’nden) yaptı.
OEZ’in önündeki anma anıtının yanında yapılan törende kurban aileleri ve saldırıdan mucizevi bir şekilde kurtulan Hüseyin Bayri’nin yaptığı konuşmalarda sevgi, öfke ve adalet talepleri vardı. Kurban yakınları yaptıkları konuşmalarda, katledilenlerin mezarlarına anıt dikilmesi, Münih sokaklarına kurbanların isimlerinin verilmesi, saldırının arka planının tamamen aydınlatılması ve saldırının yapıldığı restoranın kapatılarak bir eğitim merkezine dönüştürülmesi gibi taleplerini dile getirdi.
Sibel Leyla: Misafir değiliz, bu toplumun parçasıyız 14 yaşında öldürülen Can Leyla’nın annesi Sibel Leyla, güçlü bir ifadeyle şunları söyledi: “Siyaset göç korkusu üzerine inşa edilmemeli; biz bir tehdit değiliz. Biz, çocuklarını toprağa vermek zorunda kalan anne ve babalarız. Biz bu ülkede misafir değiliz, bu toplumun bir parçasıyız. Bu saldırı ve benzeri tüm saldırılar aydınlatılıncaya kadar susmayacağız, mücadele edeceğiz.”
Hüseyin Bayri: Mermisi bittiği için hayattayım Olaydan sağ kurtulan tanıklardan Hüseyin Bayri ilk kez bir anma töreninde konuştu. Saldırganın açıkça “Siz yabancılardan nefret ediyorum” diyerek ateş açtığını belirterek, “Bizi insan olarak görmüyordu“ dedi. Bayri, yaşadığı dehşeti şu sözlerle anlattı: “Saldırgan ‘Yabancılardan nefret ediyorum’ diye bağırarak ateş açıyordu. Guiliano vurulmuştu, yaralarını bastırmaya çalışıyordum. Birden saldırgan karşımda durdu, silahı kafama doğrulttu ve iki kez tetiğe bastı ama mermisi kalmamıştı. Sonra bilincimi kaybettim. Uyandığımda üzerim kan içindeydi. O kan bana ait değildi, yardım etmeye çalıştığım Guiliano’nun kanıydı.“
Gisela Kollmann’dan Münih Belediyesi’ne eleştiri Bazı aileler, Münih Belediyesi’ne verdikleri sözlerin hâlâ yerine getirilmemesine karşı açıkça tepki gösterdi. Saldırıda torununu kaybeden Gisela Kollmann, “Ben yaşlıyım, hastayım – en azından bu sözlerin tutulduğunu görmek istiyorum.” dedi.
Dayanışma büyüyor: Hanau, Solingen ve Dortmund da oradaydı Etkinliğe, Almanya’nın diğer şehirlerinde yaşanan ırkçı saldırıların ardından mücadele yürüten oluşumlar da katıldı: Initiative 19. Februar Hanau adına Emiş Gürbüz, Initiative Solingen 1993 adına Sibel I., Solidaritätskreis Mouhamed Lamine Dramé Dortmund adına Sidy Dramé, konuşmalarında, ırkçı şiddetin bireysel değil, yapısal bir sorun olduğunu ve bu mücadelede yalnız olmadıklarını vurguladılar. Törende ayrıca birkaç sesli mesaj da dinletildi.
Müzik, gözyaşı ve sessiz çığlıklar Törene Köln’den gelen sanatçı Berivan Kaya, program boyunca gitar eşliğinde söylediği Telli Turnam, Neredesin Sen, Hasretinle Yandı Gönlüm ve Kendine İyi Bak şarkılarıyla duygusal anlar yaşattı. OEZ’in önünde bulunan anma anıtına çiçekler ve çelenkler bırakıldı.
İnançlar buluştu, sözler şarkıya dönüştü Etkinliğin sonuna doğru, dini inançlar arası barış duası (Interreligiöses Friedensgebet) yapıldı. Ardından çok özel bir an yaşandı: Saldırının ardından ailelerin anlattıklarından yola çıkarak yazılan bir şarkı, sahnede ilk kez seslendirildi. Rapçi WASEEM, Word-Up-Crew ve Selçuk Kılıç’ın kuzeni Arda ile birlikte sahnedeydi. Etkinlik, bu rap performansıyla sona erdi.
Münih OEZ saldırısının üzerinden dokuz yıl geçmesine rağmen, kurban yakınlarının adalet arayışı devam ediyor. Toplumun çeşitli kesimlerinden gelen çağrılar, Almanya’da ırkçılıkla yüzleşme ve mücadelede samimi adımlar atılması gerektiğini tekrar gözler önüne seriyor.
Geçtiğimiz cumartesi günü (19.07.2025) hayatını kaybeden duayen gazeteci Altan Öymen, Almanya’ya göçün tanıklarından biriydi. 1962-1966 yılları arasında Bonn’daki Türkiye Büyükelçiliği’nde basın ataşesi olarak görev yapan Öymen, dönemin Akşam gazetesinin Almanya’daki baskılarını da organize etmişti. Göçün 60. yılı vesilesiyle Altan Öymen, Gürsel Köksal’a bu süreci medya açısından değerlendirmişti.
Gürsel Köksal’ın 4 Ekim 2021’de BirGün gazetesinde yayımlanan söyleşisini paylaşıyoruz:
Bin bir zorlukla yol aldık
Duayen gazeteci Altan Öymen, Almanya’ya göçün tanıklarından biri. 1962 ile 1966 yılları arasında Bonn’daki Türkiye Büyükelçiliği’nde basın ataşesi olan Öymen, göçün 60’ıncı yılını, medya bağlamında değerlendirdi. Dönemin Akşam gazetesinin Almanya’daki baskılarını da organize eden Altan Öymen, “Türkiye’de basılan gazete, tarihi değiştirilip, bir gün sonra basılabiliyordu. Bütün zorluklara rağmen devam ettik” diye konuştu.
Almanya’ya göçün başladığı dönemde 1962-66 yılları arasında Bonn’daki Türkiye Büyükelçiliği’nde basın ataşesi olarak görev yapan ve göç sürecine başından itibaren tanık olan Gazeteci-Yazar Altan Öymen, 1969’daki Almanya’da ilk günlük gazete yayını girişiminin de başındaydı. Akşam gazetesinin Almanya’daki baskılarını organize etmekle görevli olarak Hannover’e geldi, süreci yönetti. Ardından “Köln Radyosu” ekibine katıldı, Alman gazetelerine Türkiye’den yazar olarak katkıda bulundu.
Meslek büyüğümüz Öymen, bu konudaki sorularımızı yanıtlıyor…
Gürsel Köksal, Altan Öymen
Almanya’daki Türkler 1960’lı yılların başında Türkiye’den haber alma ihtiyacını nasıl karşılıyordu? Türk gazetelerini okuma imkânı fevkalade sınırlıydı. Biz sefaretteydik. Bize bile birkaç gazete gönderilirdi. Bunlar gelişi bir haftayı bulurdu, şanslıysak 3-4 günde geldiği de olurdu. Bugünkü gibi bayiilerde diğer gazetelerin arasında Türk gazetelerinin satılması zaten sözkonusu değildi. Türkiye’den devlet radyosu o zaman kısa dalga üzerinden buralara yayın yapıyordu. Fakat onun da buralarda dinlenmesi fevkalade güçtü. En çok kullanılan haberleşme yöntemi mektup idi. O da kolay olmuyor, 3-4 gün sürüyordu. Bunu karşılamak için Almanlar öne WDR’i devreye soktular. Zaten İtalyanca ve İspanyolca yayın yapıyorlardı. Onlara ek olarak Türkçe ve Yunanca yayınlara başladılar. Önce galiba hafta 2 ya da 3 gün başladı. Sonra her akşam belli bir saatte yayın yapılıyordu.
1964’te başlamıştı o yayınlar. Evet. Bunlar çok dinleniyordu. Hem Türkiye’den, hem Almanya’dan haberler veriyorlardı. Tabii Türklerin ikisine de ihtiyacı vardı. Onlara ek olarak da Almanya’daki Türkleri aydınlatıcı yayınlar ve müzik yayınları da yapılıyordu. Buna ek olarak Federal Basın Dairesi (Bundespresseamt) Anadolu ismiyle yayınlanan bir dergiyi destekledi. O tabii sınırlı bir şekilde dağılıyor ve aktüel değildi. Ama yine de faydası olmuştur. Türkçe televizyon yayınları da daha sonra başladı. Haftada birdi galiba. Sonra arttı. Almanya’daki Türklerin sayısı artıyor sürekli. Türkiye’de çıkan önemli gazeteler gönderilmeye başlandı. Tabii gazeteler bir gün sonra geliyordu. Ama satış da fena değildi ya da en azından bir potansiyel olduğu anlaşıldı ve “Almanya’da basalım” dediler. Baskı da şöyle oluyor. Türkiye’de hazırlanan sayfaların matrisleri gönderiliyor. Rotatif sistemi vardı. O zamanlar ofset fazla gelişmemişti. Almanya’daki matbaalardan biriyle anlaşıyorsunuz, orada gazete basılıyor. Orada yabancı gazetelerin dağıtımını yapan bir-iki müessese vardı. Bir tanesi Saarbach adında. Fransız, İngiliz gazetelerini getirip, büyük istasyonlardaki, havalimanlarındaki bayiilere dağıtıyordu. Ona bir rakip çıkmıştı. Şimdi adını unuttum.
Christian Thull olabilir mi? Evet. O da Türk gazetelerini dağıtmak üzere rakip olarak çıktı. Türkçe ve diğer dillerden gazeteleri dağıtmaya başladı. Ben o sırada Akşam gazetesindeydim. Hürriyet de Almanya’da yayına başlama teşebbüsü içindeydi. Akşam’ın da teşebbüsü vardı ve bu amaçla iki anlaşma yapmıştı. Biri gazetenin Münih’te, diğeri de Hannover’de basılması üzerineydi. Hannover’deki altyapı baskı için daha çabuk hazır hale gelmiş. Bunun üzerine Hannover’e matris göndermek üzere bir düzen kurdular. Ben de buraya geldim. İçeriğini geliştireceğiz. Yani Almanya’dan da haberler olması gerekiyor gazetede. Ancak burada dizgi yok. Haberleri bir zarfa koyup, Türkiye’ye gönderiyoruz. O haberlerin işlendiği sayfalar birkaç gün sonra geri geliyor. Ama matrisleri havaalanından almak ve matbaaya götürmek gerekiyor. Bu da zaman alıyor. Bir gün önce Türkiye’de basılan gazete, tarihi değiştirilip, bir gün sonra Almanya’da basılabiliyordu. Tüm zorluklara rağmen bir süre devam ettik. Alman televizyonları bahsetti bundan. “Türkler kendi gazetelerini de burada basar hale geldiler” diye yayınlar yaptılar.
Akşam’ın yayını fazla sürmedi. Neden başarısız oldu? O zaman gazetenin sahibi Malik Yolaç’dı. Almanya’da iki Türk, bir şirket kurmuşlar. Anlaşmaya göre gazeteyi onlar alıp, dağıtacaklardı. Ancak onlar çok büyük sermaye sahibi kimseler değildi. Akşam da buraya sermaye yatıracak durumda değildi. Yolaç ise mutlaka Almanya’da basmak istiyordu ve onlarla anlaşmıştı. Yer seçimi yanlıştı. Bana baştan sorsalar “katiyen” derdim. Hannover çok sapaydı. O zaman ne Hannover’e, ne Hamburg’a Türkiye’den direkt uçak vardı. Uçaklar önce Frankfurt’a ya da Münih’e geliyor, oradan da ikinci bir aktarmayla Hannover’e uçuluyordu. Matrisleri getirtmek de güçtü, dağıtım da. Kısa sürdü ama bu bir başlangıç oldu. Hürriyet de o sırada Münih’ten başladı. Aslında en ideal nokta Frankfurt’tu. Ama Frankfurt’a gelmek daha sonraki yıllarda oldu. Münih’te basılan gazetenin dağıtımı da zordu. Ulaşım o zamanlar hiç de kolay değildi. Fakat sonra zamanla en rasyonel yolu buldular. Frankfurt’ta taşındılar. Bir yandan da nakliye imkanları gelişti.
Sizin değindiğiniz gibi. Almanya’da Türkçe yayıncılıkta öncülük Alman kurumlarında. Türkçe radyo yayınlarına onlar başladı. Evet. Önce radyo, sonra televizyon yayınlarına onlar başladı. Zamanla TRT de kuvvetlendi, ancak onlar bu arada epey yol almıştı. Bir de bizim özel televizyonların gelişi var. Türkiye’de özel televizyon yayınları başlamamıştı. Star buradan Türkiye’ye yayın yapıyordu. Sonra birçok Türk gazeteleri buraya geldi, Türk televizyonları izlenir oldu.
Köln Radyosu olarak bilinen WDR’in Türkçe yayın kadrosunda siz de varsınız. Kardeşiniz Örsan Öymen de var. Orada nasıl görev aldınız, neler yaptınız? Örsan burada okurken, zaten Die Welt’de staj yapmıştı. Bu yayınlar başladığında ben de basın ateşesi olarak Bonn’daydım. Bir yayın kadrosu kuruyorlardı. Örsan’a iş teklif ettiler. Ses deneyinden geçirdiler, yayın provası yaptırdılar. Sesi beğenilenler, Örsan da onlardandı, başladılar. Ben ise 1966’da Türkiye’ye döndüm. Memuriyetten ayrılıp, yeniden gazeteciliğe başladım. Önce Milliyet’e bir yazı dizisiyle başladım. Arkasından Ulus gazetesinin genel yayın müdürlüğünü yaptım. Gazetecilik devam ederken, galiba Milliyet’teyken, WDR’den bana “haftada iki gün yorum yapar mısın?” diye sordular. Böylece onlar için yorum yapmaya başladım. Türkiye’de olup, bitenleri anlatıyor, yorumluyordum. Yayınlar da o zaman, Türkiye radyolarının promportör dedikleri kuvvetlendirilmiş hatları üzerinden yapılıyordu. Bunun için Ankara’daysan Ankara Radyosu’na, İstanbul’daysan İstanbul Radyosu’na bizzat gitmen gerekiyordu.
Altan Öymen, Almanya’daki çeşitli Türk yayın organlarında çalışan gazetecilerile birlikte (Berlin, 2011)
ALMANYA’DA TÜRKÇE İLETİŞİM
Almanya’daki Türkçe medyanın, Türkçe iletişimin böylesine yaygınlaşması, Türk toplumunun bu ülkeye entegrasyonuna engel olduğu yolunda bir endişe var. “Burada iletişim Almanca olsun, Türkçe iletişim bu kadar yaygınlaşmasın” özlemi zaman zaman dile de getiriliyor. Sizce Almanlar bu endişelerinde haklılar mı? Yok. Aslında burada şöyle bir gelişme var. Birinci ve ikinci nesilin dilleri Türkçe. Türkçe’ye bağlılıkları daha fazla. Almanca’yı çok da iyi öğrenmemiş olabilirler. Onlar Türkçe’yi tercih ediyorlar. Ama yeni nesiller Almanya’da yetişiyor. Okurken de Almanca’yı öğreniyorlar. Türkçe yayınlarına da ilgileri azalıyor. Zaten bu oradaki Türkçe radyo yayınları ve gazeteler için de sezilen birşey. Yani zaman içinde Türkçe’yi muhafaza etmeye ne kadar dikkat edilirse edilsin, genç nesillerin iş dili olarak da, günlük kullanım açısında da Almanca’yı ön planda tutmaları kaçınılmaz birşey. Elbette biz istiyoruz ki, herkes Türkçesi’ni mümkün olduğu kadar muhafaza etsin. Ama Almanya’da yaşayan bir kişi, orada çalışıyorsa, çok iyi Türkçe bilse bile, ki her şeye rağmen Türkçe’yi çok iyi bilenler olabilir, yine de Türkçe’ye ayırabileceği vakit, Almanca’dan daha az olacaktır. Böyle bir endişeye kapılmaya gerek yok. O gazeteler, yayınlar yine bir şekilde devam eder. Zaten internet diye de birşey var. Yani burada Türkçe hiç yayın olmasa bile, internette “chat” yaparak filan insanların başka yerlere ulaşmaları çok kolay. O yayınların hiç bir kabahati yok. Türkiye’de de aynı şeyler Kürtçe’yle ilgili olarak konuşuluyordu. “Kürtçe yayınlar başlarsa, Kürtçe öğrenip, Türkçe’yi unuturlar” deniyordu. Böyle birşey olmadı. Türkiye’de 30’lu,.40’lı yıllarda “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyaları yapılırdı. Başka diller konuşulursa sanki birşeyler olur diye. Hiçbir şey olmadı. Amerika’da da İspanyolca gazete, dergi çıkıyor. Yeni göç etmiş milyonlarca insan İspanyolca konuşuyor. Ama çocukları ister istemez İngilizce öğreniyor. Daha başarılı olmak için. Almanların bu endişesi yersiz. Tabii başka düşünen Almanlar da var.
Türklerin de endişesi var. Onlar da gelecekte bu ülkede Türkçe bir iletişim dili olarak kaybolmasından endişeliler ve “Kaybolmasın, var olsun, yaşasın” özlemi içindeler. Onlar ne derece haklı sizce? Elbette herkes kendi anadilini muhafaza etmek ister. Bunun yolu her şeyden önce Türkçe’yi öğrenmektir. Çocukların vakitlerinin çoğu okulda geçiyor. Evde vakitleri az. O nedenle okullarda Türkçe’yi seçmeli ders olarak verecek mekanizmaların işletilmesi lazım. Almanların da bunu yapması lazım. Elbette Türklerin de bunu istemesi, teşvik etmesi lazım. Benim bildiğim kadarıyla, Almanya’daki okullarda yabancı dil olarak İngilizce var. Türkler de onu tercih ediyordur. Bunun yanında başka diller de seçmeli olarak var. Çocuklar İngilizce’nin yanı sıra Fransızca, İspanyolca’yı seçip, öğrenebiliyorlar. İşte orada Türkçe’yi de seçebilecekleri bir düzen kurulursa, diğer çocuklar İspanyolca, Fransızca öğrenmeye giderken, bizim çocuklar da Türkçe’ye giderler. Hatta sadece Türkler değil, diğer çocuklardan da Türkçe’ye tercih edenler çıkabilir. Bence meseleyi o hale getirmek lazım. Çünkü, okul bittikten sonra, diğer çocuklar serbest kalırken, Türk çocukları, Türkçe derslerine giderlerse, “ayrı kalma, izole olma” durumu çıkıyor ortaya. Halbuki seçmeli ders, bildiğim kadarıyla dünyada en iyi usuldür. Bir de ders okulda olunca, bunun karşılığında not alacağı, başarısı karnesine yansıyacağı için öğrenmek için daha çok çaba gösterirler. Böyle okullar vardı zaten. Brüksel’de “Europa Schule” diye bir şey vardı.
Avrupa Okulları Almanya’da da var. Genellikle İngilizce’nin esas olduğu okullar bunlar. Türkçe’li tek Avrupa Okulu, Berlin’deki Aziz Nesin Okulu. Diğer diller de öğretiliyor, ancak dersler esas olarak Türkçe ve Almanca. Oldukça da başarılı bir okul. Bizdeki Alman Lisesi, Avusturya Lisesi, Fransız okulları gibi. Onları herkes tercih etmeyebilir. Ama çocuklarının bu yönde gelişmesini isteyenler için daha ilginç olabilir.
TÜRKİYE VE ALMANYA’DA ANADİL MESELESİ
Bir yazınızda (24 Ekim 2010), Almanya’daki Türklerin Türkçe’yi yaşatma sorununa değinip, konuyu bu boyutuyla Türkiye’nin gündemine de ilk kez siz taşımıştınız. O yazıda “Türkiye’deki Kürt vatandaşlarımızın ana dilleriyle ilgili görüşlerini izlerken, Almanya’daki – büyük kısmı Alman vatandaşı olan – Türklerin de aynı konudaki görüşlerini hatırlamakta yarar var” diyordunuz. Bunu biraz açar mısınız? Ben şunu kastediyorum: İnsanlar gibi, hükümetler de çifte standartlı olmamalı. Yani bizim taraf diyor ki, “Bizim çocuklar Türkçe’yi unutmamalı”, bu doğru. “Önce Türkçe” filan diyor. Bence, “İkisini birden öğrenin!” demek daha doğru olurdu. Birincisi söylendiğinde “Sadece Türkçe’yi öğren!” diye algılayanlar olursa, güçlük çekerler. İkisini birden öğrenmeye çocuk psikoloji müsaittir. Pedagojik açıdan çocuklar üç dili bile aynı anda öğrenebiliyorlar. İki dili birden öğrenebilecek bir hale gelmeleri lazım. Burada buna yönelik istemlerde bulunup da, Türkiye’de Kürtlere o imkanları vermemek çifte standartlılıktır. Biraz önce seçmeli dersleri konuştuk. Orada da Kürtçe’yi seçmeli ders olarak verseler bir zararı olmaz ki. Sen bunu orada kendin için, soydaşların için istiyorsun, burada onlara vermiyorsun. Yanlış olur. Bunun gibi mesela Bulgaristan’daki Türklere yönelik bazı talepler oluyor. İşte onları Kürtlere de vermek lazım. Ya da onlara verdiklerini, Bulgaristan’daki Türkler için isteyebilirsin. Demek istediğim bu. Dil açısından zamanımızda hele sorun çıkmaz artık. Dil meselesinde çok büyük kavgaların çıkmaması lazım. Mantıken çıkmaması lazım. Çünkü iş o hale geldi ki, bir dil konuşuyorsun, bilgisayar programları tercümesini yazıya dökebiliyor. Şimdi öyle denemeler var. Simultane tercümeler çok gelişti ama. Bir dili daha iyi bilmenin önemi azalıyor artık. Evvelden devlet adamlarının Avrupa Konseyi’ne gidebilmesi için mutlaka bir yabancı dili bilmesi lazımdı. O zamanın şartları içinde doğruydu da. Şimdi Avrupa Parlamentosu’na tek dil bilenler de gidebiliyor. Tüm konuşmalar anında tüm dillere tercüme ediliyor. Ama orada benim asıl kastım, tek standart kullanmak lazım. Kendin için de, Kürtler için de, Bulgaristan’daki ya da Almanya’daki Türkler için de.
10 Ekim 2014, Mörfelden-Walldorf
TÜRKİYE VE ALMANYA’DA GAZETECİLİK
Neredeyse 70yıldır gazetecilik yapıyorsunuz. Her iki ülkede de gazetecilik yaptınız. Hem Almanya’daki hem de Türkiye’deki gazeteciliği biliyorsunuz. İki ülkedeki gazeteciliği karşılaştırır mısınız? Önce benzer taraflara bakarsak. Başlıklarda yorum yapma meselesi, Almanya’da da var, Türkiye’de de var. “Bild Zeitung” da birşeye kızdığı zaman, o kızgınlığını belli ediyor, telkin ediyor. Başlıkta. Sadece makalelerde değil. Bizde de büyük gazetelerde o işler yapılıyor. Bizde daha yaygın. Yalnız bunlarda başlıklarda yorum yapmayan, hadiseyi vermeye çalışan gazeteler de var. Frankfurter Allgemeine Zeitung, Süddeutsche Zeitung gibi. “Opinion Gazetesi” denirdi. Haberleri daha objektif vermeye çalışan gazeteler. Yorumla, haberi ayırıyorlar. Bizde o tip gazeteler daha azaldı. Bizde bu yorumlu başlıklar daha fazla. Meslekte uzmanlaşma açısından bakılacak olursa, benim gazeteciliğe başladığım sırada gazeteciler daha uzmanlaşılmış haldeydi. Gazetelerin ekonomi, sanat, kültür gibi sayfaları için uzmanlaşan gazeteciler daha fazlaydı. Bizde hem o sayfalar daha azdı, hem de uzmanlar. Her işi yapanlar daha fazlaydı. Şimdi uzmanlaşma bizde de gelişti. Sanıyorum o açıdan paralel hale geldi iki ülkedeki gazetecilik. Ama asıl önemlisi. Bir olayı hakikatten “ne olmuş, ne bitmiş” diye öğrenmek için bir gazete ararsan, Almanya’da daha rahat bulursun. Türkiye’de birkaç gazete alıp okuyacaksın. İşte bunun bir tanesi bağımsız, tarafsız kalmaya gayret gösteren bir gazete olması lazım. Bir tane hükümet taraftarı gazete alacaksın. Oradan birinin konuşmasını, ötesinden diğerininkini okuyacaksın. Kendi fikrini öyle oluşturacaksın. Televizyon açısından da aşağı yukarı böyle bir durum var.
Karşılaştırmanıza gazetecilerin özgürlükleri açısından devam edecek olursanız? Özgürlükler açısından şu andaki durum bir felaket. Panellerde filan hep şunu söylerim: Kardeşim, bunun ölçüsünü, standardını aradığın zaman şunu dikkate alacaksın. Demokrasiye bizden daha önce başlamış, daha ileri gitmiş ülkeler var. İngiltere, Fransa, Amerika… Almanya da. Tabii 49’dan itibaren. Daha önce bir takım sıkıntılar yaşamış ama. Bu ülkelerde bir adamın kitap yazması dolayısıyla, o kitabın ortadan kaldırılması, bunun için mahkeme kararı çıkarılması, savcılık soruşturması açılması gibi bir şey işitiyor muyuz? İşitmiyoruz. Türkiye’de oluyor bunlar. Çok acayip bir geri gidiş var. Güya bunu ıslah ettiler. Adalet Bakanı’nın takdirine verdiler. Bakan, istediğine dava açtırabiliyor, istediğine açtırmıyor. Böyle bir şeyin de olmaması lazım. Bir şey suçsa, suçtur. Böyle birşey bizde var. Cumhurbaşkanı olan zat, çıkıyor “şu gazeteyi okumayın!” diyor. Böyle şeyler basın özgürlüğü açısından görülür şeyler değil. Adamları hapse atıyorsun. 2 senedir, 3 senedir hapisteler. Gazeteci bunlar. Tutukluluk müessesesi zaten cezaya dönüştürülmüş. Bir de “Bunlar gazeteci değil, örgütçü” diyorsun. Ama yıllardır aleyhlerinde deliller ortaya çıkmamış. Bu çocuklar mahkemede çıkıyorlar, “Hani delilleri açıklayacaktınız?” diye soruyorlar. Hala deliller yok. Yani beğenmediğin adamı içeri tıkıyorsun, gazeteci olarak. Mukayese edildiği zaman, Türkiye’de basın hürriyetinin iktidar tarafından alışılmamış baskılar altına sokulduğu görülüyor. Geriye gidiş var.
ALMANYA HABERLERİNİN ÖNEMİNE DAİR
Almanya’dan Türkiye’deki yayın organları için çalışan gazeteciler açısından bakıldığında, Almanya’dan haberler, Almanya’dan yayınlar çok sınırlı. Buradaki gazeteciler, Türkiye’deki gazete merkezlerindeki meslektaşlarının Almanya’ya önem vermediklerini düşünüyor. Almanca bilen, Almanya’yı takip eden gazeteci çok az. Hâlbuki Almanya, hem buradaki Türkler açısından, hem de Türkiye’yle ilişkileri açısından çok önemli. Yayınlarda Almanya’ya gereken ağırlığın verilmediği eleştirisi haklı mı? Bunun çeşitli sebepleri var. Biri, Türk gazetelerinde dış haberler genellikle çok az verilir halde. Bir ara biraz daha normaldi, son zamanlarda azaldı. İç hadiseler daha fazla oluyor. Biraz ondan. Biraz da “dış haberi kim okur?” kanısından. İç haber, dış haber çekişmesi başka ülkelerin gazetecileri için de geçerli. Ama bu genel durumun dışında, bizde biraz da takdir eksikliği sözkonusu. Çünkü, Almanya’da okuyucu açısından çok cazip, ilgisini çekebilecek dünya kadar hadise var, oradaki insanların Türkiye’de akrabaları var… Bizi de ilgilendirecek çok önemli gelişmeler oluyor. Örneğin Almanya’da seçimlerde uygulanan % 5’lik barajın kaldırılması için Anayasa Mahkemesi’nde bir başvuru oluyor. Bizde % 10’luk baraj heyula gibi dururken, Almanya’da % 5’in kaldırılması için yüksek mahkemeye gidiliyor. Bunlar takip edilmesi gereken ilginç haberler. Paralel şeyler de var. Yani takdir eksikliği sözkonusu. Bunun için herkesi uyarmak da lazım. Ben gazete yöneticiliği yapsam yahut daha aktif olabilsem, gidip herkesin başında boza pişiririm, “şunlar var, bunlar var” diyerek.
Gazetecilik virüsünü aileye de bulaştırmışsınız. Kardeşiniz gazeteciydi. Kızınız da gazeteci. Memnun musunuz bu mesleği seçtiğiniz için? Valla memnunum. Bu gazetecilik öyle bir meslek ki, insana canını sıkılacağı vakit bırakmıyor. Hergün yeni birşey, hergün değişik birşey. Başka meslekleri kötülemek istemiyorum. Ama bir kısım meslekler öyle ki, gidersin hergün aynı şeyi yaparsın. Yükselsen de sonuçta aynı işi yapan biri olursun. Burada hem siyaset var, hem güzellik kraliçeleri, hem Oscar törenleri var. Herşey var. Gün boyunca önüne birçok konu çıkabiliyor. Yani can sıkıntısını yaşamıyorsun. Bu açıdan çok iyi birşey. Hep birşeyler öğreniyorsun. Öğrenmek insanın bir ihtiyacı. Hergün ister istemez öğreniyorsun. Sıkıysa öğrenme. Onun için iyi bir meslektir. Herkese tavsiye ederim.
Aysel ve Altan Öymen Wiesbaden’de, 31 Mayıs 2009
ALMANYA’YA GÖÇÜN TANIĞI
İstanbul’da 1932 yılında dünyaya gelen Altan Öymen, gazeteciliğe 18 yaşında Ulus gazetesinde başladı. Şimdiye kadar çeşitli gazetelerde muhabirlikten, köşe yazarlığı ve genel yayın yönetmenliğine çeşitli görevler üstlendi, bir dönem Ankara Gazeteciler Derneği’nin başkanlığını yürüttü.
Öymen’in 60’lı, 70’li ve 90’lı yıllarda aktif olarak siyaset yaptığı dönemler de oldu. 1961’de Kurucu Meclis üyeliği yaptı, 1977’de Ankara, 1995’te İstanbul milletvekili olarak TBMM’ne girdi, 1977’de Turizm ve Tanıtma Bakanı, 1999’da CHP Genel Genel Başkanı oldu.
Öymen’in yaşamında Almanya’nın ve Almanya Türklerinin da yeri var.
Küçük yaşlardan itibaren Almanca öğrenen Öymen, bu ülkeye ilk kez 1956’da genç bir gazeteci olarak gitti. Oradan da Amerika’ya gitmek istiyordu, ancak vize işlemlerinde zorluk çıkınca Almanya’da kaldı.
Daha sonra 1962’de dönemin başkenti Bonn’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne basın ataşesi olarak gönderildi. 1962-66 arasındaki bu görevi sayesinde Almanya’ya göçün başından itibaren yakın tanığı oldu. Döndükten sonra da Türkiye’de gazeteciliğe devam ederken, paralel olarak WDR ile DPA’nın (Alman Basın Ajansı) Türkiye muhabiri olarak çalıştı. “Köln Radyosu” Ankara’dan haber ve yorumlarıyla destek verdi.
1969 yılında da Almanya’daki ilk Türkçe günlük gazeteyi çıkarmak ona nasip oldu.
Türkiye gazeteciliğinin “Altan Abi”si, çalışmalarını halen yazıları ve kitaplarıyla sürdürüyor.
“Türkiye’deki gazete haberleri Almanya’ya gitme arzusunu canlandırdı”
Öymen’in basın ataşesi olarak göç sürecine ilişkin gözlemleri çok önemli. Örneğin Türkiye’deki gazetelerin Almanya’daki Türklere ilişkin haberlerinin göç sürecini nasıl hızlandırdığını şöyle anlatıyor:
“Başlangıçta basın ataşesi olarak sık sık Alman gazetecilerinin Türklerle ilgili sorularıyla karşı karşıya kalıyordum. Kısa bir süre sonra onlara Türkiye’den gazeteci arkadaşlarım da eklendi. Almanya’ya, buradaki Türklerin durumunu saptamaya geliyorlardı. İletişim imkânları o zaman şimdiki gibi değil. Mektup gidip gelmesi günler alıyor. Türkiye’de televizyon yok. Almanya’daki işçilerin ne halde olduğu ancak gazete resimleri, röportajlarıyla anlaşılabiliyordu.
Aslında Alman İşverenler ve İş Dairesi de bu konuya önem veriyordu. İstiyorlardı ki Türkiye’de, Almanya’daki Türklerin yaşam koşullarının iyi olduğu izlenimi yerleşsin. Bazı büyük müesseseler yabancı işçilerin yaşam koşullarını iyi tutmaya özen gösteriyorlardı.
Ford fabrikasının Türkler için yaptırdığı lojmanları hatırlıyorum. Türkiye’den bir gazeteci heyetiyle bizi gezdirmişlerdi. Bunlar büyük apartmanlardaki bekâr odalarıydı. Fakat konforları hayli yüksekti. Sosyal faaliyetler için salonlar vardı. Haftada bir Türk filmi gösteriyorlardı.
Bunların, Almanya’nın diğer avantajlarıyla birlikte gazetelere yansıması, Almanya’ya gitme arzusunu ve talebini canlandırdı. Hem resmi başvurular, hem de kaçak olarak gelenler ve getirilenler arttı.
Karaköy Güllüoğlu Nadir Güllü Global CEO’su ve 6. nesil baklava ustası Murat Güllü, ailesinin köklü baklavacılık geleneğini farklı coğrafyalarda sürdüren çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Murat Güllü ile Münih’te, Viktualienmarkt pazarında geçen yıl açılan şubede bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu sohbetimizde, Antep’ten Karaköy’e uzanan ustalık hikayesi, Karaköy’de yerleşen üretim kültürü, yurtdışına açılan tatlı yolculuk ve baklavanın tarihsel katmanları üzerinde durduk.
Söyleşide, Antep’ten Karaköy’e uzanan baklavacılık serüveni, Güllü ailesinin kuşaklar boyu birikimi, baklavanın tarihçesi ve zanaatın öğrenilişi gibi konuları ele aldık. Ayrıca, 1949’dan beri Karaköy’de faaliyet gösteren markanın Tokyo ve Münih’teki şubeleri üzerinden yurtdışına açılma süreci ile farklı ülkelerde baklavanın nasıl karşılandığını konuştuk.
Ayrıca, baklavanın doğru yeme biçimini, iyi bir baklavanın nasıl anlaşılacağını ve son dönemde sıkça gündeme gelen fiyatları da değerlendirdik. Geleneksel bir tatlının üretiminden sunumuna, yerelden dünyaya açılan bir hikaye olarak baklavaya odaklanan bu sohbeti PiYASA Magazin YouTube kanalında izleyebilirsiniz.
“Kota uygulaması köken temelli ayrımcılığa yol açabilir”
Bavyera Türk Toplumu (BTT) Başkanı Prof. Dr. Vural Ünlü, Bavyera Eğitim Bakanı Anna Stolz’u makamında ziyaret etti. Stolz, federal bakanlıkça gündeme getirilen “ilk okullarda göçmen kotası” uygulanması önerisine karşı olduğunu belirterek, Bavyera eğitim sistemindeki güncel konular ve uyum politikaları üzerinde görüş alışverişinde bulundu.
Gabi Schmidt, Anna Stolz, Dr. Vural Ünlü
Federal Eğitim Bakanı Karin Prien’in, göçmen kökenli öğrencilerin okullara dengeli dağılımını sağlamak amacıyla gündeme getirdiği “kota uygulaması” önerisine net bir şekilde karşı olduğunu ifade eden Bavyera Eğitim Bakanı Anna Stolz, bu yaklaşımın eğitimde uyumu olumsuz etkileyeceğini vurguladı. Stolz, uygulamanın hem birlikte öğrenme hem de bireysel destek ilkesine aykırı olduğunu, ayrıca köken temelli ayrımcılığa yol açabileceğini dile getirdi.
Bavyera Eğitim Bakanı Anna Stolz’u, Bavyera Parlamentosu’nun “Gönüllülük Kurumu” sözcüsü ve Bağımsız Seçmenler (Freie Wähler) milletvekili Gabi Schmidt ile birlikte ziyaret eden Prof. Dr. Vural Ünlü ile gerçekleşen toplantıda, eğitimde başarıyı etkileyen faktörler kapsamlı şekilde ele alındı. Görüşmede, dil yetersizliğine karşı dil eğitiminin erken yaşlarda güçlendirilmesi, öğretmen kadrolarında kültürlerarası yeterliliklerin artırılması, dezavantajlı öğrencilere özel destek sunulması ve farklı kültürel geçmişe sahip ailelerle güvene dayalı diyalogun geliştirilmesi konularında iş birliği yapılmasında mutabık kalındı.
Munich Anatolian Project (MAP), yeni şarkısının canlı prömiyeri için 1 Temmuz’da sahneye çıkacak. Import Export’ta gerçekleşecek konserin ardından DJ B-Zey de set başına geçecek.
Anadolu’nun müzikal mirasını caz, funk ve doğaçlama tınılarla harmanlayan grup, kültürel çeşitliliği yansıtan enerjik performanslarıyla biliniyor. Özlem Diana Dörfler (vokal), Yasin Yardım (bağlama ve tambur), Kadir Doğan (perküsyon), Gökhan Özkan (gitar), Matthias Kaiser (klarnet ve saksafon) ve Serhat Canan’dan (bas gitar) oluşan MAP, farklı kültürlerin eşsiz zenginliğini sahneye taşıyor.
Geleneksel ezgilerle elektronik ritimlerin bir araya geldiği bu after work akşamı, müziğin kültürler arası bağ kuran yönüne odaklanıyor.