Pazartesi, Ekim 13, 2025
Startseite Blog Sayfa 99

Neue Wege gehen in der Personalbeschaffung

Der Fachkräftemangel in Deutschland spitzt sich immer mehr zu und die Personaler müssen sich zunehmend neuen Herausforderungen stellen, um zeitnah und effizient neues qualifizierte Mitarbeiter zu gewinnen.
Dabei hat sich Kommunikation zwischen Bewerbern und Unternehmen grundlegend geändert. Vorbei sind die Tage, als Bewerbungen postalisch stapelweise in den HR-Abteilungen landeten, aufgrund geschalteter Anzeigen in den entsprechenden Fachmedien. Während es damals vorrangig darum ging, Bewerbungen hinsichtlich Qualifikation & Verfügbarkeit auszusortieren, heißt es heute selber Fachkräfte effizient ausfindig zu machen.

Aktives Recruiting
Im Zuge dieser Entwicklung gewinnt „Personalgewinnung durch Social Media Recruting“ immer mehr an Bedeutung. Gemeint ist aktive Personalbeschaffung, sprich Recruiting in sozialen Netzwerken wie Xing, LinkedIn, Experteer, Stepstone, Facebook etc…Auf diesen Plattformen bewegen sich Millionen von Kandidaten aus den unterschiedlichsten Berufsfeldern und Branchen. Einige kommunizieren bewusst ihre beruflichen Veränderungswünsche, andere verborgen und viele interessieren sich nur latent für Stellenausschreibungen. Proaktive Kandidatensuche und -ansprache im Web 2.0. bedeutet nichts anderes als das Suchen, Finden und Gewinnen von potentiellen neuen Mitarbeitern mit dem Ziel sich zu vernetzen.
Zwischen dem Berufsbild Recruiter 1.0 und dem Recruiter 2.0 liegen Welten und diese Veränderung zieht auch neue erweiterte Aufgabenfelder an die Personaler nach sich. Um dieser Entwicklung gerecht zu werden, bieten einige Bildungsträger spezifische Weiterbildungsmaßnahmen im Personalmanagement, insbesondere auf dem Gebiet der Personalgewinnung mit e-Recruiting und Social Media an. Was die neuen Anforderungen an den Recruiter 2.0 betrifft, so hat die Haufe Akademie mit Sitz in Freiburg speziell einen Lehrgang „Geprüfter Recruiter“ ins Leben gerufen, der Personaler Schritt für Schritt mit den neuen anstehenden Recruiting Aufgaben kompetent und effizient weiterbildet.
Der Lehrgang umfasst fünf Seminare an 11 Präsenztagen u.a. zu den Themen: Bewerbermanagement, Personalgewinnung, Personalmarketing, Stellenbeschreibungen, Bewerberinterviews etc. Innerhalb von 2 Jahren kann frei entschieden, wann und wo welches Lehrgangsmodul absolviert wird. Detaillierte Informationen finden sich unter www.haufe-akademie.de.

Her eve lazım; Philipp Lahm

Bazı futbolcular vardır çok iyi golcüdür, bazıları çok iyi oyun kurar, bazıları çok iyi kesicidir, bazıları ise çok iyi kalecidir. Bir de Philipp Lahm gibiler vardır ki, her işi yaparlar.
11 Kasım 1983’te Münih’te doğan Philipp Lahm, futbolculuk kariyerinde kalecilik hariç hemen her mevkide oynadı. Bu durum halen devam etmekte; kaptanı olduğu Bayern Münih’te ve Almanya Milli Futbol Takımı’nda hem sol ve sağ bek, hem ön libero, hem de orta saha oynamakta.
Yeni hocası Pep Guardiola, Lahm’ın zekasını şöyle övmüş; ‘Sadece bir pozisyonu değil, oyundaki tüm pozisyonları anlıyor ve ona göre pozisyon alıyor. Gördüğüm en zeki futbolcu.’
Düşünün, Guardiola’nın geldiği Barcelona takımını zeka küpleriyle dolu; Xavi, Messi, İniesta, Neymar ama, deneyimli hoca Lahm’ı yere göğe sığdıramıyor.
Bütün bu övgülere rağmen inanılmaz alçakgönüllü olan Lahm, rekor kırmakla meşgul. Bir Hertha Berlin maçında attığı 134 pasın 134`ünün başarılı olmasıyla %100`lük bir pas yüzdesi yakaladı. Son 5 yılda bunu gerçekleştirebilen bir futbolcu yok. Nam-ı diğer ‘mutfak robotu’ Philipp Lahm’ın istatistik oranlarından bir kısmına göz atalım;
* Oynadığı maçlarda ikili mücadelelerin % 58’ini kazandı.
* 250 maçta yalnızca kaptırdığı 3 top golle sonuçlandı. 2 penaltı yaptırdı.
* 250 maçta savunmacı olmasına karşın her 177 dakikada 1 faul yaptı.
* 250 maçta her 22 saatte 1 sarı kart gördü. Toplamda 16 sarı kartı var.
* Bir sezonda 3’den fazla sarı kart hiç almadı ve sarı kart cezalısı olma tehlikesi hiç yaşamadı.
* Lig kariyerinde hiçbir maçta ceza almadı.
* Bayern forması ile verdiği paslarda hata oranı yalnızca % 10,6. Bu sezon orta sahada oynamasına karşın % 9’da
* Bayern forması ile maç başına ortalama 86 kez topla buluştu. Bu sezon ortalaması 93
Milli takımdaki görevinden, kendisinden sonra gelen gençlere yer açmak için ayrılan Lahm, Bayern Münih`le olan sözleşmesini 2018 yılına kadar uzattı ve böylece en çok istediği şey olan futbolu Bayern`de bırakmak isteğine erişmiş oldu.
Başarılı oyunculuğunun yanı sıra sosyal etkinliklerde de bulunan Philipp Lahm, 2007 yılında Philipp Lahm Vakfı’nı kurdu. Vakıfta Almanya ve Afrika’da bakıma muhtaç çocuk ve gençlere eğitim, spor ve sağlık alanlarında katkıda bulunan 31 yaşındaki futbolcu, vakfın organize ettiği yaz kampı nedeniyle Birleşmiş Milletler tarafında ödüle layık görüldü. Lahm, kendi vakfı dışında diğer sosyal kampanyalara da destek verirken bu çalışmaları nedeniyle 2009’da Bavyera Spor Ödüllerinde ödüle layık görüldü. 2010’da ise sağlık alanına yaptığı katkılar nedeniyle Bavyera devlet nişanını aldı.
Claudia Schattenberg ile evli ve bir çocuk babası olan Lahm’ın, ‘İnce Bir Fark’ adında kitabı da var.
Son olarak Ekşi Sözlük’te, hakkında yazılan bir tanımlamayla bitirelim; Lahm koca olsa her türlü ev işini layıkıyla yerine getirirdi; ütü yapar, bulaşık yıkar, yemek pişirir, evi temizler, çocuk bakar, alışveriş yapar.
Evet, o gerçek bir profesyonel, her eve, her takıma lazım cinsten bir oyuncu.

Ektiklerini biçen Münihli; Mehmet Ekici

1990 yılında Münih’te doğan Mehmet Ekici, 5 yaşındayken SpVgg Unterhaching takımında futbola başladı. Henüz 7 yaşındayken doğduğu şehrin takımı Bayern Münih’in altyapısına seçildi.
2006-07 sezonunda U-17 takımıyla önce Güney grubu şampiyonu, sonra da Almanya şampiyonu olan Ekici, bir sonraki yıl Bayern Münih`in U-19 takımında yer aldı. Artık usta bir futbolcu olma yolundaki genç Mehmet 19 maçta 13 gol kaydederek dikkatleri üzerine çekti.
2008-09 sezonunda ise ligdeki format değişikliği ile 3. Liga’da oynamaya başladıl. Bayern Münih II, ligde 5. olurken, Ekici 38 maçın 32`sinde forma giymeyi başardı. Takım arkadaşı  Thomas Müller ile iyi bir uyum yakalayan Ekici, sezonu 6 golle kapadı. Bir sonraki sezon teknik direktör Mehmet Scholl ile birlikte özel çalışmalar yaparak kendini geliştiren genç futbolcu 29 maçta 12 gol kaydetti.
1 Şubat 2010`da Münih`le olan anlaşmasını 30 Temmuz 2011`e kadar uzatan başarılı oyuncu UEFA Şampiyonlar Ligi kadrosunda yer aldı ancak forma şansı bulamadı.
Ekici daha çok forma şansı bulacağını düşünerek, İlkay Gündoğan`ın da formasını giydiği Nürnberg`e kiralık olarak gitti. Nürnberg macerasında herkesin takdirini kazandı ve Avrupa piyasasında adından söz ettirecek bir performans sergileyerek çıktığı 36 maçta 4 gol atıp 11 asist yaptı.
Werder Bremen kariyerine başladığı 2011 – 12 yılında taraftarlar, ona isim bulmuştu bile; ‘Yeni Mesut Özil’ ama yaşadığı şanssız sakatlıklar onu taraftarların gözünde yeni Özil olmaktan bir süre alıkoydu. Bremen’deki bir sonraki sezona da bu sakatlıkların etkileriyle başladı. Aynı mevkide oynadığı Aaron Hunt, büyük bir çıkış yakaladı ve Ekici’nin formasını kaptı. 2013 – 2014 sezonu başlarken artık ona inanan hocası Thomas Schaaf yoktu. Takımın başına Robin Dutt getirilmişti ve Dutt, Mehmet’e yeterince şans vermedi.
Yeni sezonda Bremen’in satış listesinde Mehmet Ekici’nin de adı yazıyordu. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın da gündemine gelen genç futbolcu 1.5 milyon Euro bonservis bedeli karşılığında Boğaz’ı değil Karadeniz’i seçti ve Trabzonsporlu oldu.
Mehmet Ekici, Alman Milli Futbol takımının U-17, U-16, U-19, U-20 ve U-21 Milli takımlarında oynamasına rağmen, 29 Ekim 2010 tarihinde milli takım seçimini Türkiye`den yana kullandı ve ay yıldızlı oldu.
17 Kasım 2010’da Hollanda`ya 1-0 kaybedilen maçta Burak Yılmaz’ın yerine 62. dakikada oyuna girdi ve ilk kez millî oldu.
Yeni yapılanma içinde olan Trabzonspor’da, Selçuk İnan ve Gustavo Colman ikilisinin orta sahada yakaladığı pas trafiğini yeniden kurma hayali var. Bu hayalin bir ayağı Mehmet Ekici, diğer ayağı şimdilik Kevin Constant. Mehmet bordo mavi formayla şu ana kadar çıktığı  maçların bazılarında bu pas trafiğini işletip, gol ve asistler yapsa da Trabzonspor hala yeni bir takım olmanın eksikliklerini yaşıyor.
Dileğimiz, Münih’te doğan bu kardeşimizin başarılı olması ve yeniden Milli Takım’a yükselip ay yıldızlı forma için ter dökmesidir.

Sıla Münih konserine yoğun ilgi

Türk Pop Müziğinin gözde ismi Sıla, sevenleriyle 24 Aralık Çarşamba günü Münih’te buluşuyor. Eski ve yeni albümlerinden sevilen şarkılarını seslendirecek olan Sıla’nın konserine yoğun bir ilgi var. Zenith Halle’de Organize İşler tarafından gerçekleşecek olan konserin ardından After Show Party verilecek olması Sıla sevenleri daha da heyecanlandırıyor.
17 Haziran 1980‘de Denizli‘de doğan Sıla Gençoğlu, müzikle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladı. İzmir’de başlayan müzik çalışmaları, üniversite için gittiği İstanbul’da da devam etti.
Bir yandan İstanbul Bilgi Üniversitesi Caz Vokal Bölümü‘nde okurken Neşet Ruacan, Nedim Ruacan ve Nezih Yeşilnil‘den oluşan caz orkestrasında solist olarak görev aldı. Kenan Doğulu ile tanışıp onun vokalistliğini yapması mesleğinde dönüm noktası oldu.
Sıla‘nın yaptığı besteler ve yazdığı şarkı sözleri Ferhat Göçer (Vur kadehi Ustam) Kenan Doğulu (Boğaziçi) Emel Müftüoğlu (Ağla Ağla) gibi birçok ünlü sanatçının albümlerinde yer almaktaydı. Müzik severler onun sesiyle ilk kez Sezen Aksu ile yaptıkları ve „Sıla“ dizisinin şarkısı olan ortak besteleri „Sıla-Töre“ sayesinde tanıştı.

Sıla’nın müzik kariyeri ve albümleri şöyle;
2007 – 08 : Sıla ve Shaker
2007 yılında kendi adını taşıyan ilk albümünü çıkardı. Albümün çıkış şarkısı ‘…Dan Sonra’nın sözleri Sıla imzası taşırken, müziği ve düzenlemesini Ozan Doğulu yaptı.
Daha önce kendisine vokalistlik yapan Sıla’ya desteğini esirgemeyen Kenan Doğulu, bu kez vokalistine vokalistlik yaptı.
Tüm şarkı sözleri Sıla’ya ait olan albümde Sezen Aksu, Ozan Doğulu, Yalın ve Efe Bahadır da söz ve müzikleriyle yer aldı.
Çıkış parçası “…Dan Sonra” ile Türkiye’de kısa zamanda 1 numaraya ulaştı ve 12 hafta 1 numarada kaldı. Avrupa Radyo Listeleri’ne ise 88 numaradan giriş yapıp 12 hafta ilk 100’de kalmayı başardı.
İlk albümünden yalnızca iki video klip yayınlayan Sıla, bu albümden sonra Ciclon grubu ile beraber olarak kaydettikleri “Shaker” albümünden “Yaz Geliyor Heyoo” isimli parçaya bir video klip hazırladı.

2009 – 11 : İmza ve Konuşmadığımız Şeyler Var
İkinci albümünü 2009 yılında piyasaya süren sanatçı, ‘Sevişmeden Uyumayalım’ şarkısıyla 3 hafta boyunca 1 numara olmayı başardı. Avrupa listesinde ise 82 numaraya yükseldi ve bu listede 5 hafta boyunca yer aldı.
“İnşallah” ve “Yara Bende” isimli şarkılarına da klip çeken Sıla, yine listeleri alt üst etmeyi başardı.
Bu albümün dördüncü video klibi ise, konser görüntülerinden oluşan “Bana Biraz Renk Ver” oldu. 2010 yılının Mart ayında gösterime giren bu şarkı, bir önceki şarkıdan daha başarılı oldu ve Türkiye Listesi‘nde 3 numaraya yükseldi.
2010 yılı Haziran’ında Ozan Doğulu’nun ilk albümü ‘130 Bpm’de ‘Alain Delon’ isimli şarkısıyla yer alan Sıla, Ozan Doğulu ile beraber çektiği video kliple listelerde 1 numaraya yükselmeyi bayardı.

2012 – 2014 : Vaveyla ve Yeni Ay
Söz yazan, beste yapan, yorumlayan, klipleri için kafa yoran donanımlı bir müzik insanı olduğunu bir kez daha gösteren sanatçı son iki albümünde de sevenlerini hayal kırıklığına uğratmadı.

Mut zur Gründung

Als Unternehmensgründer hat man mit vielerlei Problemen und Hürden zu kämpfen, nicht nur die Finanzierung eines neuen Unternehmens bereitet den Gründern Kopfzerbrechen, auch zahlreiche Auflagen und Bestimmungen legen einem hierbei Steine in den Weg.
Dabei sind Gründungen sehr wichtig für die deutsche Wirtschaft. In KFW-Studie von 2013 heißt es zum Beispiel „Gründer helfen dabei, den Erneuerungs- und Effizienzdruck auf bereits bestehende Unternehmen hoch zu halten und so Deutschland zukunftsfähig zu machen. Ein reges Gründungsgeschehen ist deshalb wichtig.“ Laut der KWF-Studie fällt auf Menschen mit Migrationshintergrund mehr als jede fünfte Existenzgründung. Damit tragen sie mehr zum Gründungsgeschehen bei als es ihrem Bevölkerungsanteil entspricht. Jedoch stehen nicht nur die Gründungen per se im Mittelpunkt, Menschen mit Migrationshintergrund beschäftigen zudem häufiger von Beginn an Angestellte- was einen nicht unwesentlichen Teil neuer Arbeitsplätze ausmacht. Hierzu erklärte Ayşe Demir, stellvertretende Bundesvorsitzende und arbeitsmarktpolitische Sprecherin der Türkischen Gemeinde in Deutschland (TGD): „Etwa jede/r fünfte Gründer/in ist Migrant/in. Dieser Beitrag zur wirtschaftlichen Entwicklung unseres Landes wird häufig unterschätzt. Da sie ihre Existenzgründung häufiger mit Mitarbeiter/innen starten, leisten sie damit auch einen wichtigen Beitrag zur Schaffung von Arbeitsplätzen. Auch die Finanzierung der Gründungen zeigen kaum Unterschiede aus, obwohl es häufiger schwieriger ist für Menschen mit Migrationshintergrund. Bezüglich der Gründungsfinanzierung verhielten sich Migranten im Durchschnitt der Jahre 2008–2013 wie alle anderen: Von zehn Gründern setzten drei keine finanziellen Mittel ein, sechs nutzten Finanzmittel bis zu einer Höhe von 25.000 EUR und einer griff auf mehr als 25.000 EUR zurück“. Diese besonders erfreulichen Ergebnisse der KFW-Studie zeigen einen sehr positiven Trend zur Unternehmensgründung auf und stellen dabei auch klar, dass viele der Neugründungen, die unser Land vorantreiben zu einem großen Teil von Menschen mit Migrationshintergrund getätigt werden, die den Mut haben Neues anzufangen.

Başkonsolos Mesut Koç göreve başladı

Münih ve çevresinde faaliyet gösteren basın mensupları ekim ayında göreve başlayan Başkonsolos Mesut Koç’u ziyaret ettiler.
Mesut Koç ile birlikte konsolos Selçuk Eke ve yeni atanan muavin konsoloslar Nihan Uluoğlakçı ve Kemal Erbay da hazır bulundular.
Yaptığı açıklamalarda Münih’in ilk başkonsolosluk deneyimi olduğunu belirten Mesut Koç “Bölgede vatandaşların sorunları ile yakından ilgileneceğiz. Sizlerin de desteğiyle verimli bir dönem geçirmeyi umut ediyorum” dedi.
Almanya’da yaşayan vatandaşların eskiye göre daha örgütlü olmasından memnuniyet duyduğunu belirten Koç, “Bölgesindeki STK’ları ile tanıştığını ve eğitim, gençlik, kadın konularıyla ilgilenen birçok derneğin olmasını zenginlik olarak
gördüğünü” ifade etti.
1971 yılında Almanya’da doğan Koç, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. İngiltere’de Essex Üniversitesi’nde burslu olarak siyaset bilimi yüksek lisansı yaptı. Dışişleri Bakanlığı merkez teşkilatında Çok Taraflı Ekonomi, Kuzeydoğu Akdeniz ve Ortadoğu birimlerinde çalıştı. Yurtdışında Türkiye’nin Bakü Büyükelçiliği, Dünya Ticaret Örgütü Nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği (Cenevre) ve Avrupa Birliği Nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği (Brüksel) bünyesinde görev aldı. Dışişleri Bakanlığı’nın görevlendirmesiyle Brugge Avrupa Koleji’nde (Belçika) Avrupa Birliği konusunda yüksek lisans yaptı.
Mesut Koç bekar olup, İngilizce ve Fransızca bilmektedir.

Birgül Ayman Güler Münih’te konuştu

CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Münih Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği konferansa konuşmacı olarak katıldı.
Haus Alt Lehel’de gerçekleşen ‘Türkiye’nin Çıkış Yolu’ konulu konferansta maden işçileri için saygı duruşunun ardından konuşan ADD Münih Başkanı Murat Taşdanoğlu “Bütün toplumlar gelişmeyi örgütlü bir anlayışla gerçekleştirir. Biz bunu Kurtuluş Savaşı’nda yaşadık. Hepinizi partilerde, derneklerde örgütlenmeye ve mücadele vermeye davet ediyorum” dedi.
Daha sonra konuşan Prof. Dr. Güler, “Türkiye iyi yerlere gitmiyor. Bir tarafta üretmeyen, ‘dünyaya bağlandım’ derken borçlanma yoluyla 12 Eylül’den bu yana gelen kof iktisat politikası var, bir tarafta da feodalizm, derebeylik zamanlarından kalma tüm renkleriyle gerici örgütlerin boyunduruğu var.” şeklinde konuştu. Hükümetin iç ve dış politikalarını‚ “Neo-Osmanlı hayalleri kuruyorlar” diyerek eleştiren Güler, “Türkiye’nin geleceği açısından alarm zilleri çalan zamanlar bunlar” dedi.
CHP ile ilgili de dikkat çekici açıklamalarda bulunan Güler, Süheyl Batum’un partiden ihracının istenmesi, Cumhurbaşkanı adayı ve eski Saadet Parti Genel Başkan Yardımcısı Bekaroğlu’nun CHP Genel Başkan Yardımcısı yapılması gibi bir çok konuda yanlış yaptığını belirterek Yeni CHP Yönetimi’ni istifaya davet etti. Güler “CHP’nin önünü açmaları halinde Atatürk’ün mirası gerçek CHP, ancak o zaman halkımızın CHP’si olur” şeklinde konuştu.

Tarihin kesiştiği yer; Sultanahmet

Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorlu-ğu’nun en önemli dini, idari ve sivil yapılarının yer aldığı; Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıcı, Aya Öfemiya Bizans Kilisesi, Yılanlı Sütun, Örme Dikilitaş ve Alman Çeşmesi’ni barındıran bir semtten bahsediyoruz.
1800 yıllık tarihi olan bu meydana Bizans ‘Hipodrom’ demiş, Osmanlı ise At Meydanı…
Roma ve Bizans İmparatorluğu döneminde şehrin toplantı, eğlence ve spor merkezi olarak 10. yüzyıla kadar önemini sürdüren hipodrom, Bizans döneminde devlete karşı ayaklanmaların da merkezi olmuştur. Meydanın kaderiymiş gibi, Osmanlı zamanında da Yeniçeri isyanları burada gerçekleşir, kırk gün kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler de burada yapılırdı. Halide Edip Adıvar’ın İstanbul işgaline karşı 1920’de yaptığı tarihi konuşma da burada gerçekleşmiştir.
Yedi Tepeli İstanbul’un en önemli tepesi olan tarihi yarımada, bir açık hava müzesi gibidir.
4. Yüzyılda yapılan Binbirdirek Sarnıcı, MS 527 – 565’de inşa edilen Yerebatan Sarnıcı, 1901 yılında Almanya‘dan Sultan II. Abdülhamit‘e hediye edilmek üzere Alman imparatoru Kayzer Wilhelm tarafından getirilen Alman Çeşmesi, 1609 – 1616’da mimar Sedefkar Mehmed Ağa tarafından inşa edilen Sultanahmet Camii, Bizans döneminde kilise, Osmanlı döneminde cami, günümüzde ise müze olarak kullanılan Ayasofya Müzesi, 1729 yılında yapılan Osmanlı döneminin en güzel meydan eserlerinden olan III. Ahmet Çeşmesi, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi, Cumhuriyet Eğitim Müzesi, Vakıflar Halı ve Kilim Müzesi ve Eski Şark Eserleri Müzesi mutlaka gezilmesi ve görülmesi gereken yerler.

Sultanahmet Camii
Sultan I. Ahmet tarafından 1609′da yaptırılma-ya başlanan ve 2 Hazi-ran 1616 Cuma günü ibadete açılan caminin mimarı, Mimar Sinan’ın öğrencisi Sedefkar Mehmet Ağa’dır.
1934 yılında müzeye dönüştürülerek ziyarete açılan camii, İznik çini-
leriyle ve mavi ağırlık-lı kalem işleriyle süslen-diği için “Mavi Camii – Blue Mosque” olarak da bilinir.
Kapladığı alan bakımın-dan Ayasofya ve Süleymaniye’den büyük olan camiinin bir diğer özelliği; 260 pencere ile aydınlatıldığı için iç mekanı çok aydınlıktır.
Ana giriş kapısının karşısındaki mihrap 5 vakit namazı sembolize eden beş parça mermerden yapılmıştır.Mihrabın üstünde Hacer’ül Esved’den getirilmiş taşlar bulunmaktadır. Camiinin iç mekan yazıları Ametli Kasım Gubari tarafından yazılmıştır.
Türkiye’nin ilk altı minareli camisi olma özelliğine sahip olan camiinin kubbe ve minarelerinin üstü kurşunla kaplıdır.

Wien: Gassen aus Zucker

Der Komponist Gustav Mahler sagte einmal „Wenn die Welt einmal untergehen sollte, ziehe ich nach Wien, denn dort passiert alles 50 Jahre später.“
Diese Aussage stimmt bis heute, in den Gassen Wiens kommt man sich hin und wieder vor wie zurück versetzt in eine andere Zeit und das obwohl kaum eine andere Stadt so modern und trendy ist. Regelmäßig wird die österreichische Hauptstadt mit Auszeichnungen überhäuft, unter anderem mit der als „Lebenswerteste Stadt der Welt“.

Die Metropole an der Donau ist unterteilt in verschiedene Bezirke, wobei der erste Bezirk die Innenstadt bildet. Hier geht es mit der Fülle an Sehenswürdigkeiten bereits los: der Stephansdom, die berühmte Einkaufsstraße Graben, Hofburg, Heldenplatz und so weiter. Das besondere an Wien ist die Fülle der alterswürdigen Gebäude, egal wo hin man schaut eins schöner als das andere. Allerdings zieht das auch ebenso viele Touristen an, die sich die Stadt im Schnelldurchlauf anschauen ohne die besonderen Ecken zu entdecken. Deshalb hier nun die besten Tipps und Tricks um Wien auch neben den Touristenorten kennenzulernen: Der Wiener Charme vermittelt sich einem am besten durch Spaziergänge. Mein persönlicher Spaziergang beginnt am Naschmarkt. Besonders unter der Woche genießen hier die Wienerinnen und Wiener die Basar ähnliche Atmosphäre und kaufen ein paar Kleinigkeiten ein, wie Kartoffeln, Tomaten oder Falafel und Hummus. Der Naschmarkt ist unterteilt in zwei Abschnitte, wobei der hintere, stadtauswärts gelegene, der schönere ist. Hier kann man mit einem Frühstück im Deli oder Neni perfekt in den Tag starten. Wenn das Treiben am Naschmarkt dann weiter geht und es langsam voller wird, ist der vierte Bezirk perfekt um ein bisschen das neue Wien kennenzulernen. In den letzten Jahren hat sich der vierte Bezirk immer mehr gemacht und ständig kommen neue hippe Läden hinzu. Am besten fängt man in der Schleifmühlgasse an und lässt sich einfach ein bisschen durch die Gassen treiben. Wenn dann der kleine Hunger gegen Mittag langsam kommt, überquert man den Naschmarkt wieder und geht im sechsten Bezirk ins Ramien essen. Das asiatische Restaurant auf der Gumpendorferstrasse ist mittags noch nicht so voll wie abends und die großen asiatischen Suppen mit den selbstgemachten Nudeln sind einmalig. Nicht weit davon liegt die Mariahilferstrasse, das Shoppingparadies für alle die gern bei den großen Modeketten einkaufen. Hier liegen H&M, Zara, Forever 21, Bershka und alle anderen Läden direkt bei einander. Am besten startet man nach dem Mittagessen los und spaziert ein wenig bis man die Neubaugasse erreicht, an der sich die großen Modeketten verabschieden und wieder kleine verträumte Läden das Straßenbild zieren. In der Neubaugasse, die im siebten Bezirk liegt, betrachtet man am besten das bunte Treiben in Geschäften wie dem Ramsch und Rosen, einem ziemlich verrückten Altwarenladen, der von Studenten geführt wird und in dem man nie weiss, was sie gerade verkaufen. Ein Stück die Neubaugasse herunter kreuzt man die Burggasse, die man sich ebenfalls nicht entgehen lassen sollte.
Wieder in Richtung stadteinwärts zeigt sich Wien noch einmal von seiner schönsten Seite, mit prächtigen alten Häusern. Am Ende der Burggasse befindet sich das Mueseumsquartier (MQ). Sobald die ersten Sonnenstrahlen da sind, zieht es die Wienerinnen und Wiener in das MQ. Hier wird zusammen gesessen, Kaffee getrunken und abends die schönen lauen Sommernächte verbracht. Wer Lust hat, schaut sich noch eine der Ausstellungen in einem der Museen an und genießt das kulturelle Angebot. Nach so einem anstrengenden Tag hat man sich natürlich auch ein richtig traditionelles Abendessen verdient. Am besten kann man das im Amerlingbeisl genießen. Hier gibt es sowohl das Wiener Schnitzel, als auch andere
Köstlichkeiten und jeder kommt auf seinen Geschmack. Das relativ versteckte Lokal im Innenhof des Gemeindemuseums des siebten Bezirk ist ein Muss, kaum wo lässt es sich so schön draußen sitzen im Sommer wie hier. Wem es danach immer noch nicht genug ist, der stürzt sich ins Nachtleben, wobei es hier unzählige Angebote gibt, wie auch die bekannte österreichische Band S.T.S. in ihrem Lied „Haben Sie Wien schon Nacht gesehen“ besungen hat.

Für alle, die sich lieber ihre eigene Tour zusammenstellen möchten -hier noch ein paar Tipps rund um Wien.
Touristen Hotspots gibt es wie bereits erwähnt einige in Wien. Einer der bekanntesten davon ist ohne Zweifel das Schloss Schönbrunn, wo einst Sissi und Franz wohnten. Allerdings ist das Schloss von innen eher nicht so sehr zu empfehlen, schöner ist ein ausgedehnter Spaziergang durch den Schlosspark bis hoch zur Gloriette, von der man einen wunderbaren Blick über die Stadt hat. Ebenso laden Hofburg und Heldenplatz ein die österreichische Geschichte zu erkunden. Besonders abends hat man Heldenplatz einen tollen Blick, wenn alle Gebäude beleuchtet sind. Der Wiener Prater mit dem bekannten Riesenrad ist eines der beliebtesten Postkartenmotive. Was allerdings noch mehr Spaß macht im Prater ist eine Fahrt mit einer der wilden Achterbahnen. Falls das Wetter nicht ganz mitspielt ist auch das Schloss Belvedere zu empfehlen. Besonders Kunstliebhaber werden im Museum auf ihre Kosten kommen.
Mal was anderes ist definitiv ein Spaziergang entlang am Wiener Gürtel, zwischen Thaliastrasse und Alser Strasse zeigt sich Wien mal von einer bisschen raueren Seite, die aber auch was für sich hat. Für alle die mehr Zeit haben und bei denen das Wetter mitspielt sollten unbedingt auf den Kahlenberg. Etwas am Rande von Wien im 19. Bezirk gelegen, genießt man hier von oben einen wunderbaren Blick über die Stadt und der Abstieg durch die Weinberge ist ein super Erlebnis. Sollte es richtig heiß sein, kann man auch gleich einen Abstecher ins Krapfenwaldbad machen und sich ein wenig abkühlen.
Worauf man mit guten Gewissen verzichten kann ist eine Fahrt mit dem Riesenrad. Leider völlig überteuert und den Blick kann man auch von anderen billigen oder kostenfreien Plätzen genießen.
Essen, Trinken & Kaffee: Wer ein typisches Wiener Kaffeehaus erleben will, geht am besten ins „Cafe Sperl“ (Gumpendorfer Straße 11, 1060 Wien). Hier fühlt man sich sofort in eine andere Zeit versetzt, aber bitte nicht abschrecken lassen, wenn die ein oder andere Bedienung etwas forsch ist.
Im Gegensatz hierzu steht das Phil (Gumpendorfer Straße 10-12, 1060). Ein junger und hipper Laden, in dem man gut Kaffee trinken und einen kleinen Snack essen kann, zusätzlich ist das Phil ein CD- & Buchladen, der zum stundenlangen schmökern einlädt.
Für traditionelles Essen eignen sich unter anderem das Schweizerhaus im Prater (Prater 116, 1020). Die österreichische Antwort auf den Biergarten ist besonders bekannt für seine „Stelze“ oder wie der Bayer sagt Haxe.

Nürnberg Alevi Kültür Merkezi’nde aşure dağıtıldı

Muharrem Ayı etkinliği çerçevesinde Nürnberg Alevi Kültür Merkezi binasında düzenlenen “Aşure Lokması” gününde 500 kişiye aşure dağıtıldı. Büyük ilgi gören aşure lokması gününde semah gösterileri yapıldı. Alevi Kültür Merkezi Başkanı İsmail Serin, “gösterilen ilgi nedeniyle mutlu olduklarını” belirtti.