Rizeli Korhan Özyıldız ve Ceyhun Demir’in 2005’te İstanbul, Kadıköy‘de kurdukları Marsis grubu, Karadeniz rock müziğinin zirvesine kuruldu… Türkçe dışında Lazca, Hemşince, Gürcüce ve Rumca şarkılar seslendiren Marsis, Korhan Özyıldız (vokal), Ceyhun Demir (kemençe), Çağatay Kadı (elektro gitar), Evren Arkman (bas gitar) ve Yaşar Kadir Baş’tan (davul) oluşuyor. 2009 yılında grubun kendi adını taşıyan ilk albümlerinden sonra „Zamanı Geldi / Komoxtu Ora∫ adlı ikinci albümleri de geçen yıl Kalan müzik etiketiyle yayınlandı.
İsmini Kaçkar Dağları’nın 7. zirvesi olan Marsis Dağı’ndan alan grup, 16 Mart’ta Türkiye Almanya Film Festivali kapsamında Nürnberg‘te bir konser verecek. Kendi deyimleriyle gösterilmek istenilenden fazlasına işaret eden grup Marsis ile turne öncesi Karadeniz, toplumsal duyarlılık ve tabii müzik hakkında konuştuk…
Logonuzdaki `Dikkat Bu Grup Yüksek Oranda Radyasyon İçerir‘ yazısından yola çıkarsak, radyasyon oranınız nasıl, hala yüksek mi?
Bilim insanları, Çernobil’den sızan en zararlı radyoaktif partiküllerinin yok olması için, en az 900 yıl geçmesi gerektiğini söylüyor. Tüm radyoaktif partiküllerinin tamamen yok olması için, 48 bin yıldan bahsediliyor. Bu rakamlara bakarak bile nükleer enerjinin ne kadar tehlikeli ve zararlı olduğunu görebiliriz. Aslolan ise bu riskin bedelini sadece biz değil, tam 48 bin yıl boyunca tüm canlıların ödeyeceği. Evet, bu grup hala yüksek oranda radyasyon içeriyor ve maalesef içermeye devam edecek.
Fuat Saka, Volkan Konak, Kazım Koyuncu, Ayşenur Kolivar, Birol Topaloğlu, Selçuk Balcı, Karmate, Helesa, Dalepe Nena, Vova, Apolas Lermi, Gökhan Birben. Aklımıza ilk olarak gelen Karadeniz müziği yapan grup ve sanatçılar. Yıllar önce Karadeniz müziğinin kısıtlı olduğu kanısı hakimdi, şimdi bu bereketi neye bağlıyorsunuz?
Genel olarak Karadeniz müziğinin belli kırılma noktaları var. Hiç bir süreç birbirinden bağımsız olmamakla birlikte bu dönemin oluşmasında en yüksek katkıyı Zugaşi Berepe ve sonrasında da Kazım Koyuncu’nun yaptığını söylemek yanlış olmaz. Başta tulum ve kemençenin, bölgenin en çok konuşulan dili olan Lazca’nın, sonrasında Hemşince’nin, Rumca’nın bu yörenin çocukları tarafından tekrar hatırlanması ve hatırlanmasının da ötesinde merak edilip öğrenilmeye başlanması bu sonucu doğurdu. Popüler kültürün tüm zararlı yönlerinin farkında olmalı ama faydalı yönlerini kullanmalıyız. Buradaki ayrımı ise popüler olmak ile popülist olmak arasındaki farka bakarak belirleyebiliriz.
Marsis’in çevre sorunları, nükleer santraller ve HES’ler konusundaki toplumsal duyarlılığı biliniyor. Bu duyarlılığın bir sınırı var mı?
Bu duyarlılığın sınırı, hiç bir toplumsal fayda gözetmeksizin sadece kar amacı güderek ve sınırsız bir hırsla yaşam alanlarımızı elimizden almaya çalışanların sınırları kadardır. Aynı hırsla mücadele etmezsek eğer, hiç bir başarıya ulaşamayacağımızın farkındayız. Onlar şimdilik vazgeçmiyorlar biz de geçmeyeceğiz. Karadeniz özelinde, ama tabii ki Dünya genelinde her insana bunun bir sistem sorunu olduğunu, aslında söylenildiği gibi bu enerji kaynaklarına mecbur olmadığımızı, enerji açığı denen kavramı yine sistemin kendisinin yarattığını anlatmak zorundayız.
Biz sizi müzik aleti icat eden grup olarak da tanıyoruz. Elektro kemençeden sonra yeni bir enstrüman var mı yolda?
Ceyhun Demir elektro kemençeyi yaparken bir zorunluluktan yola çıktı. O da – akustik kemençenin yüksek volümlü bir müzik içerisinde akustik özelliklerinden kaynaklı „feedback“ yapmasından dolayıydı. Bir yaylada, bir köy evinin bahçesinde çalınarak bu haline evrilmiş kemençenin, davul, bas ve elektro gitar gibi enstrümanlarla aynı sahneyi paylaştığında başka bir yöne evrilmesi kaçınılmazdı. Otantik hali tabi ki üretilmeye devam edilecektir ama yeni gelişmeleri takip etmek ve bunlara açık olmak da bir o kadar gerekli. Aynı şekilde tulum içinde bir zorunluluk ortaya çıkarsa biz ya da başkaları bunu yapacaktır.
Marsis elemanları olarak kendinizi stüdyoda mı, yoksa konserlerde mi daha mutlu hissediyorsunuz?
Kesinlikle konserlerde. Çünkü yaşayan ve karşılıklı duygu aktarımının asıl olduğu müziğe inanıyoruz. Herkes gibi biz de müziğimizi insanlar için yapıyoruz ve yaptığımız müziğin etkilerini insanların gözlerinde görmek çok güzel bir duygu. Tabii ki albüm de önemli ve gerekli ama konser bir albümün ete kemiğe bürünmüş halidir ve ruhudur.
Yakında Almanya’nın da aralarında bulunduğu bir Avrupa turneniz var. Geçtiğimiz yıllarda da Almanya’da konser verdiniz. Buradaki konser seyircisiyle Türkiye’deki arasında fark görüyor musunuz?
Daha büyük bir özlem görüyoruz. Bu örneğin İstanbul, Ankara konserleri içinde geçerli ama yurtdışında bu duygu anlaşılır sebeplerle daha belirgin hale geliyor. Uzun zamandır çoğunlukla ekonomik sebeplerle kültürlerinin uzağında yaşamak zorunda kalmış Karadeniz’in içinden gelenlerle içinden Karadeniz gelenlerin az da olsa özlemlerini giderdiğimizi gördüğümüzde çok mutlu oluyoruz.
Almanya konserinizi Türkiye-Almanya Film Festivali kapsamında vereceksiniz. Marsis son zamanlarda film ve dizi müziğiyle de sıkça anılmaya başladı. Sizce film ve müzik birbirini nasıl besliyor?
Sinema ve müzik ilişkisi uzun yıllardır tartışmalı bir konudur. Birçok yönetmenin konu ile ilgili farklı görüşleri var. Bazısı film içerisinde müziğe bir başrol oyuncusu kadar değer verirken, mesela Zeki Demirkubuz sinema ve müzik ilişkisini „kötü bir evlilik“ olarak tanımlar. Fakat genel olarak bir sahnenin duygusunu yükseltmek istediğinizde bunu müzikten daha iyi yapacak bir şey bulamazsınız. Soundtrack olarak adlandırılan ve en az film kadar, hatta bazen iyi ve başarılı bir filmin önüne geçmiş şarkılar da var. Biz de görselin gücüne inanıyoruz ve şarkılarımızı da bazen hayal gücümüzde oluşturduğumuz bir görselin üzerine yapıyoruz.
Müzik ve sanatın kitleleri dönüştürme etkisi ne kadardır? Kendi müzik serüveninizde böyle bir süreç gözlemliyor musunuz?
İki albümü olan ve `görece‘ yeni sayılabilecek bir grup olarak da olsa bu etkiyi gözlemlemek mümkün. Çünkü zaten sanat denen kavram tüm alanlarıyla tam olarak hayatın içinden geliyor. Bir kitap kitleleri değiştirip dönüştürebiliyorsa, olumlu ya da olumsuz milyonlarca insanın hayatına direk etki edebiliyorsa müzik neden yapmasın. Konserlerde bazen 5-10 bin kişinin aynı ruh haline büründüğünü aynı enerjiyi taşıdığını görmek de bu inancımızı arttırıyor.
Bir Karadeniz türküsü sizin elinizde hem otantikliğini koruyor, hem de bir rock baladına dönüşüyor. Her Karadeniz rock yapma iddiasıyla yola çıkan grubun başaramadığı bir şey bu. Siz bu homojenliği nasıl sağlıyorsunuz?
Bunun birinci sebebi Marsis’i oluşturan bireylerin ayrı müzik beğenilerinin olması ama Marsis adı altında ortak bir beyine ulaşma çabası. Bazılarımız Marsis ile tanışana kadar Karadeniz müziği ile bu kadar doğrudan ilişki içerisine girmemişti. Bazılarımızın ana dili Lazca’ydı ve tulum – kemençe ile büyümüştü. Ama bu farklılıklarımıza rağmen bir şarkıyı düzenlemek için stüdyoya girdiğimizde, ortak beğeni noktalarımızı ön plana çıkartmak için mücadele ediyoruz. Ayrıca Karadeniz müziğinin hırçın, asi, duygusal bile olsa sert yapısı aynı öğeleri içinde barındıran rock müzik ile çok güzel bir uyum sağlıyor.
Üçüncü albüm pişiyor mu? Sevenleriniz ne kadar bekleyecek?
Üçüncü albüm hazırlıklarına başladık. Şu sıralar şarkı seçimleri ve düzenlemeler için stüdyoya giriyor, provalar yapıyoruz. Tabii zor ve biraz da yorucu bir süreç. Çalmayı çok seven bir grup olduğumuz için konserlerimizden artan zamanları değerlendirmeye çalışıyoruz. Bir tarih vermek bu açıdan çok doğru olmayacaktır, çünkü iki albüm tecrübesinde de anladığımız üzere verdiğimiz tarihi tutturmak konusunda pek başarılı değiliz. Kaldı ki bir albüm çabuk olsun diye ve sırf yapmış olmak için yapılmamalı. Birinci önceliğimiz inandığımız ve içimize sinen bir albüm olması.
[…] İsmini Kaçkar Dağları’nın 7. Zirvesi olan Marsis Dağı’ndan alan grubun, Marsis, Zamanı Geldi ve Kiana olmak üzere üç albümü bulunuyor. Türkçe dışında Lazca, Hemşince, Gürcüce ve Rumca şarkılar seslendiren grup, 2002 yılında Rizeli Korhan Özyıldız ve Ceyhun Demir tarafından İstanbul’da kurulmuştu. Grup, Almanya konseri için geldikleri 2013 yılında derginiz PiYASA’nın da kapak konuğu olmuştu. (Dergimizin 60. sayısında yer alan söyleşiyi okumak için tıklayın) […]