Kadına yönelik her türlü şiddetin, ayırımcılığın, istismarın, ötekileştirmenin yok edilmesine karşı oluşturulan bir taslaktı İstanbul Sözleşmesi. Çok kapsamlı bir içeriğe sahipti. Sağlık, göçmenlik, mültecilik, cinsiyet, engellilik durumu, psikoloji, cinsel eğilim veya yönelim, cinsel kimlik ya da medeni hal durumlarında ayırımcılığın yapılmaması veya yapılan ayırımcılığın ortadan kaldırılması hatta işlenen suçların en ağır şekilde cezalandırılmasına yönelik çok kapsamlı bir sözleşme idi.
2011 yılında ilk imzayı atan ülkelerden biriyken ne oldu da 2021 yılında anlaşmayı fesheden bir ülke olduk?
Biraz araştırınca anlıyorsunuz aslında.
Özellikle bu ülke vatandaşları için nedenini tahmin etmek çok da zor değil.
“Toplumu ve aile kurumunu parçalayan bir sözleşmedir. Bu sözleşme geçerliliğini koruduğu sürece gelecek nesillerimiz adına güzel cümleler kurabilmemiz mümkün değildir. Bu anlamda ilgili sözleşme evlâdu ahfâdımızın din, iman, takva, iffet, hayâ ve medeniyet gibi olmazsa olmaz değerlerimizi muhafaza ederek yaşayabilmesine potansiyel bir engeldir…” şeklinde bir bildiri yayınladı tarikat liderleri. (bknz. Independent Türkçe- 07 Temmuz 2020)
Bir de üstüne “inancımıza, kültürümüze, meşrebimize aykırı tartışmaları ortadan kaldırmak için sözleşmeden çekilme kararı aldık” dedik ve konu kapandı.
Hangi kültürün, hangi meşrebin bir parçasıdır sokak ortasında katletmek?
Hangi inancın parçasıdır çocuklarının gözü önünde, kurşunla, bıçakla ya da sopayla delik deşik ederek bir cana kıymak?
Halbuki neydi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ilk maddeleri?
*Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.
*Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
Bu kadar basit olmamalı bir insan hayatı.
Sonra sahne tekrar zalime kalır. Yine son sürat katletmeye devam eder vicdansızca. Adeta arkasını sağlama almışçasına.
Sanki karşısındaki insanla hiç aynı sofrada oturmamış gibi.
Sanki karşısındaki insanla hiç gülmemiş, omuzunda hiç ağlamamış gibi.
Sanki karşısındaki insan hiç saçını okşamamış, kendisini hiç sevmemiş, derdine ortak olmamış, mutluluğunu hiç paylaşmamış gibi.
Neden?
Psikolojisi bozuk diye.
Neden?
Biri ona yan gözle baktığı için. Eteği biraz kısa diye.
Neden?
Yemek soğuk diye. Birlikte yaşayamadığı için ayrılmak istedi diye.
Neden?
Töre böyle uygun gördü diye.
Neden?
Cinsel eğilimi ya da dış görünüşü farklı diye.
Kıskandığı için.
Namusundan şüphe ettiği için.
Uyuşturucunun etkisinden çıkamadığı için…
Üstelik sadece kadınlarla da değil dertleri. Hiçbir şeye saygıları, tahammülleri yok!
Çocuklar, ağaçlar, hayvanlar hatta güzel yapılar, özel değerler…
Bu kez neden dersiniz?
Çok ağladı diye.
Görüntü kirliliği yapıyor diye.
Çok havladı diye.
Yer işgal ediyor diye.
Oraya çok güzel villalar, siteler, alışveriş merkezleri yapılır diye…
Bu liste böyle uzar gider.
Büyük usta Yaşar Kemal’in de dediği gibi; Bu ülkede dört şey olmayacaksın: kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı…
MOR TABUTLAR -Caner TEMİZ
Sanırım fazla söze gerek yok. Caner Temiz’in 2017 yılında kaleme aldığı Mor Tabutlar gündemi çok net ifade etmiş. Okunası…
Tanıtım Bülteninden:
Son yıllarda ülkemizdeki en temel sorunlardan birisi “Kadın Cinayetleri” olsa gerek.
Zira gün geçmiyor ki yeni bir kadın cinayetiyle karşılaşmayalım.
Modern dünyada duyulmaması gereken gerekçelerle hayatları sonlanan kadınlara yönelik bu şiddet, toplum nezdinde de neredeyse kanıksanmış durumdadır.
Bu can yakıcısı soruna ilişkin herkesin, her kesimin bir fikri olmasına rağmen çözümü noktasında herhangi bir adım atılmaması da sorunu her geçen gün biraz daha büyütmektedir.
Sorunun nedenselliğine ilişkin sosyo-ekonomik, sosyo-psikolojik ya da sosyo-kültürel birçok neden sıralanabilir. Bu olguları konunun uzmanlarına inceleme konusu olarak bıraksak bile neredeyse toplumsal patolojiye dönüşme eğilimi gösteren bu durum, bireysel çabalara da ihtiyaç duymaktadır.
Bu kitap; tam da bu nedenle, “Kadın Cinayetleri” ne yönelik bireysel duyarlılık geliştirmek ve toplumsal farkındalık yaratmak adına hazırlanmıştır.
“Öpmeye kıyamazsın kıyarlar.
Bakmaya doyamazsın kıyarlar.
Sevmeye doyamazsın kıyarlar.
Koklamaya doyamazsın kıyarlar.
Kıyarlar bu ülkede güzel olana.
Kıyarlar acımadan.
Kıyarlar korkmadan.
Kıyarlar her gün, her gün kıyarlar…”
SEVİLEN -Toni MORRISON
Ahh kadınlar. Bin yıldır dünyanın her yerinde, her kuşakta bir dışlanma, bir hor görülme, değersiz hissettirilme gerçeğinden kaçamamış. Tabi ki azımsanamayacak bir kitleyi tenzih ederek yazıyorum bunu. Onlar iyi ki varlar. İyi ki hep var oldular.
1800’lü yılların Amerika’sında yaşayan, daha doğrusu yaşam mücadelesi veren siyahi kadınlarından bahseden bir kitap var sırada. Kölelik cehenneminden bahseden bir çalışma.
Yazım tekniğine, üslubuna hayran bırakan 2019 yılında kaybettiğimiz yazar Toni Morrison’un kaleminden Sevilen, 1988 yılında Pulitzer ve 1993 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş.
Kitap, köleleştirilen Afro-Amerikalı bir kadın olan Margaret Garner’in gerçek yaşam hikayesinden esinlenerek yazılmış. Köle avcılarının elinden kaçmayı başaran ama onların her daim takibinden kaçamayan Sethe köleliğe geri döneceğini anladığında, yakalanmadan önce iki yaşındaki kızı Denver’i öldürür ve hemen sonrasında kendisini öldürmek üzereyken yine köle avcıları tarafından yakalanır.
Ne pahasına olursa olsun bir anne çocuğunu öldürebilir mi? Bunun savunulacak bir yanı olabilir mi? Yargılamadan, suçlamadan görebilmek mümkün mü acı bir şekilde tecrübe edilmiş bir yaşamı?
1873 yılında yaşanmış bu olay ve Sethe’nin dramatik hikayesi içinizi burkacak…
ANNA KARENİNA -Lev N. Tolstoy
Yaşamı boyunca birçok kez büyük sıkıntılar yaşamasına rağmen hayatı anlamaya çalışmaktan hiç vazgeçmemiş Tolstoy. O hayatı anlamaya çalışmış ama kendisi anlaşılamamış. Eserleri, yeteneği, kişiliği dünya çapında tanınmasına, kabul görmesine rağmen bazen Marksist kesimin bazen de dindar kesimin acımasız eleştirilerine maruz kalmış. Ama kendisinin de benimsediği ‘sanat sanat içindir’ felsefesiyle 82 yaşına kadar asla edebiyata olan inancında vazgeçmemiş. Ardında onlarca ünlü roman ve uzun öykü, yüzlerce hikâye, mektup, günlük bırakmış. Ne yazık ki soğuk bir kış mevsiminde, bir tren istasyonunda zatürre ’den hayatını kaybetmiştir.
Anna Karenina 1873-1877 yılları arasındaki dönemde, bir Rus dergisinde dönem dönem bölümleri yayınlanmış ve ilk kez 1878 yılında roman olarak yayınlanmıştır.
1870’lerin Rusya’sın da toplumun zengin kesimine ve yaşam tarzlarına değindiği bu roman birçok eleştirmen tarafından olumlu ya da kimi zaman olumsuz ve acımasız bir şekilde eleştirilmiştir.
Romada birbirinden bağımsız iki aşk macerası anlatılırken aynı zamanda dönemin eğitim reformu ve kadınların sosyal, kültürel durumları da ele alınır. Baş karakter Anna Karenina, bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç Karenin ile evli, şık ve güzel bir kadındır. Fakat sevgisiz ve monoton olan evliliği onun başka birine âşık olmasına engel olamamıştır. Toplum baskısına rağmen bu yasak ilişkisine uzun yıllar devam etmiştir. Birbiri ardına yaşanan olaylar ve entrikalar sonunda içinde bulunduğu durumun bunalımından kurtulamaz ve intihar eder.
Tolstoy romanda aşk, evlilik, ihanet, ölüm, sadakat, tutku ve bağlılık gibi önemli konuları muhteşem bir gözlem yeteneğiyle ele almıştır.
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”
Sağlıkla kalın.
Meral Türkdoğan
Main Image by MARTPRODUCTION/ Pexels