Geçtiğimiz günlerde savcılık NSU dan yargılanan kişi için müebbet cezası istedi. (Adını bilerek yazmıyorum; Çünkü onun adını artık herkes ezbere biliyor, ancak mağdurların ismi sadece öldürülüşlerinin yıl dönümünde anılıyor.)
Yine aynı gün bir TV kanalı benimle söyleşi yapmak istedi. Medyanın NSU davasına ilgi duymuş olacağından yola çıkarak sevindim. Bu konuda sorular çok fazla sorulmuyor medyada.
Telefonlaştık.
Ben NSU davası ile ilgili soru beklerken, program hazırlayıcısı Türkiye Dışişleri Bakanı’nın Almanya’ya gelecek olan ve Almanya’da yaşayan Türkler ile ilgili seyahat uyarısı ve Ak Parti Başkanı Erdoğan’ın üç partiye oy verilmemesi çağrısının Türkiye kökenliler arasında etkilerini konuşacağımızı söyledi.
Ben kendisine “NSU davasınında Türkiye kökenli seçmenlerin davranışlarını nasıl etkilediğini konuşabilir miyiz? dediğimde, “Başka bir programda onu da konuşabiliriz.” diye ‘teselli’ etmeye çalıştı.
Bunun üzerine söyleşiyi reddettim.
Yalnızca bu olaydan yola çıkarak bile şu değerlendirmeyi yapmak sanırım çok abartılı olmaz: Alman medyası, Türkiye Hükümeti ve Alman siyasetinin gündemi ile Almanya ve hatta Avrupa’da yaşayan Türkler’in gündemleri birbirinden çok farklı.
Türkiye, iç siyasi çıkarları için Almanya ile çok abartılı bir şekilde çekişme içine giren bir siyaset ile, Türkiye’yi sadece bugün iktidarda olan hükümetten ibaret sayan bir Avrupa siyaseti arasında kalan Almanya Türkleri’nin sorunlarını, çözüm önerilerini gündeme getirmek gittikçe zorlaşıyor. Bırakın yeni talepleri gündeme getirmeyi, kazanılmış haklar dahi tek tek elimizden alınmaya çalışılıyor.
Geçmiş dönemde partilerin büyük oranda konsens içinde olduğu AB ülkeleri dışından gelenlerin de yerel düzeyde seçme ve seçilme hakkı nerdeyse öcü bir talep gibi algılanıyor. Büyük koalisyon tarafından yasalaşan opsiyon modelinin kaldırılması, yeniden ve daha sertleştirilmiş olarak gündemde. Yeşiller partisi dahi konuyu artık CDU paralelinde ele almaya başladı.
Şimdi burada her şeyin sorumlusu Almanya ile gerginlikleri artıran Türkiye siyaseti demek Alman siyasetinin hoşuna gidiyor. Seçim kampanyasında gerek partiler ve gerekse adaylar Türkiye üzerinden siyaset yaparak puan kazanma yolunu seçtiler. Taa ki SPD Başbakan adayı Martin Schulz Başbakan Merkel ile katıldığı TV programında birdenbire Başbakan olduğu taktirde Türkiye ile AB arasında sürdürülmesi gereken süreci durduracağını söyledi. Seçim kampanyalarında partiler en fazla Türkiye’yi Avrupa ailesinden uzak tutacak açıklamalaryaptıkları zaman alkışlanıyor.
Türkiye’deki siyasetin eleştirilecek yanları yok mu?
Elbette var.
Ancak Almanya’nın geleceği ile kararın alınacağı bir seçim kampanyasında Türkiye’nin işi ne?
Diesel skandalından tutun, emeklilik güvencesi, sosyal iş alanlarında çalışanların ücretleri, Almanya’da tüm refaha rağmen artan açlık sınırında insanların sayısının artması, NSU da içinde olmak üzere her geçen gün artan ırkçı söylemler ve kurumlaşmalarına dair bir çok konu gündemde yeterince yer almıyor. AfD adında şimdiki düzene ve kazanılmış demokrasiye alternatif olan bir partinin siyaseti, merkeze her geçen gün daha etkili yerleşiyor.
Gelinen noktada şunu söylemek sanırım çok abartı olmayacak.
Gerek Türkiye’yi yönetenler ve gerekse Almanya’yı yönetenler kendi iç siyasetlerindeki sorunları konuşmak yerine, daha popülist yaklaşımlarla siyasetlerini şekillendiriyorlar.
Olan ise sorunların çözümünü siyasetten bekleyen halk yığınlarına oluyor. Almanyalı Türkler’in sırtından yapılan bu popülist siyasetin zararlarını önümüzdeki dönemde çok çekeceğe benziyoruz.
Umarım yanılırım.
Gökay Sofuoğlu
-Almanya Türk Toplumu Genel Başkanı