Ekonomik sıkıntılardan, her geçen gün değişen vaka sayısından, ölüm haberlerinden, tedirgin yaşamaktan zor da olsa biraz uzaklaşmaya ne dersiniz? Çok zor olduğunu biliyorum. Ben bile bu satırları yazarken aklım hep sevdiğim, böyle bir durumda bile çalışmak zorunda kalan birilerinde. Psikoloji alt üst olmuş, ruhum diken üstünde…
Fakat uzmanlar tarafından yapılan araştırmalarda kitap okumanın, hatta yüksek sesle kitap okumanın psikolojik sorunlara olumlu yönde etki ettiği ortaya çıkmış. Bir üniversitede yapılan araştırmaya göre stresi yenmenin en etkili yollarından bazıları yürüyüş yapmak ve müzik dinlemenin yanı sıra kitap okumakmış. Bazı hastalar üzerinde yapılan araştırmalarda, hastaya yapılan kan basıncı ve kas tansiyonu ölçümlerinde okumaya başlandığında, sayfalar çevrildikçe stresin düştüğü bilimsel olarak gözlemlenmiştir.
Özellikle güçlü olmak zorunda olduğumuz şu günlerde yalnız veya ailemizle geçirdiğimiz zamanımızın birkaç saatini okumaya ayırmak hepimize iyi gelecektir. Umarım bu haftaki seçkimi beğenirsiniz. Şimdiden iyi okumalar diliyorum…
KÖRLÜK –Jose Saramago
Edebiyat dünyasının cesur sesi José Saramago hayatı boyunca yaşamı sorguladı, eleştirdi. Ona öğretileni, ona sunulanı kabullenmek yerine daha iyisi için mücadele etti. Yazarın tek silahı kalemidir, yazdı. Haksız gördüğü her konuda hükümete, hatta din adamlarına başkaldırdı. Ve tabi ki okları üzerine çekti. Kabul görmedi, yasaklandı eserleri hükümeti tarafından. Sonra terk etti ülkesini ve Kanarya Adaları’na yerleşti. Yazmaya orada devam eden Saramagao’nun eserleri daha sonra tüm dünya tarafından beğenildi, yayımlandı, ödül aldı (Birçoğunuza çok tanıdık geldi sanırım bu hikaye)
1995’te yazdığı Körlük romanıyla, olası bir salgın hastalığın tüm ülkeye yayıldığında, insan denen canlı türünün korku ve panik anında, hırsları uğruna ne derece vahşi olabileceğini, ne kadar aciz kalabileceğini ve ne kadar vicdanlı olabileceğini sert bir dille anlatmış Saramago. Ahlaki değerlerin bir anda çökmesi ve insani değerlerin en zor anda ortaya çıkabilmesi bu kitap için kısacık bir özet olabilir.
Başarılı yazar Jose Saramago, öyle bir konu ele almış ki böyle bir şeyin gerçek olma ihtimalini düşününce bir an nefes alamadım. Sıkı durun, felaketler silsilesi siz bekliyor…
Önce ansızın sebepsizce kör olduğunuzu düşünün. Sonra bunun aslında salgın bir hastalık olduğunu ve temas eden herkese, zamanla bütün şehre hatta ülkenin neredeyse tamamına bulaştığını bir düşünün. Sonra eliniz kolunuz bağlı hükümetinizin buna bir çare bulmasını, bu milli felaketten kurtulmayı ümit ederken bir akıl hastanesinde karantinaya alındığınızı. Gören kimse yok, yardım eden yok, sizi anlayan yok, hiç tanımadığınız insanlarla birlikte verdiğiniz yaşam mücadelesini hayal etmeye çalışın.
Ne kadar savunmasız, ne kadar çaresiz bir durumda kaldığınızı hayal edebiliyor musunuz? ‘Daha kötüsü ne olabilir ki’ diye düşünürken insan denen canlı türünün o vahşi yüzü çıkıveriyor karşınıza. İhanet, terk edilmişlik, çaresizlik, korku… Monarşi ilan edip, güçlünün güçsüzden her türlü faydalanmaya çalıştığı iğrenç bir güruhu hayal edebilir misiniz? Etmeyin daha fazla, insanlıktan soğursunuz…
Dünyayı güzellik kurtaracak denildi bize. Neyse ki, hayatta iyi şeylerin de olabileceğini, güzel insanların da var olduğunu unutmamış Saramago. Okurken çok gerileceksiniz! Ama seveceğinizi düşünüyorum..
BİLİNMEYEN BİR TANRIYA -John Steinbeck
Benim için ‘Körlük’ten sonra ‘Bilinmeyen Bir Tanrıya’ yı okumak, kızgın çöllerden serin sulara atlamak gibi.
Abartısız, sade, son derece akıcı betimlemeleriyle yazdığı birbirinden değerli romanlarıyla John Steinbeck var sırada. Kendisi de bir ırgat çocuğu olan Steinbeck romanlarında genellikle çalışan kesimi, işçi sınıfını, çiftçiyi, çiftçiler üzerinden çiftlik hayatını, doğayı, insan-doğa ilişkisini konu alır.
Okurken asla sıkılmayacağınız, konudan uzaklaştırmayan sadelikte yazılmış olan hikayemiz ‘Bilinmeyen Bir Tanrıya’da bir parça Pagan inancından izler göreceksiniz. Aslında kitaptan bahsetmeden önce bu kültürden çok kısa bahsetmekte fayda var sanırım. Pagan inancına göre insanlar, toprağı, bitkiyi, insanı ve hayvanı ayırt etmeden, her canlının kutsal bir ruha sahip olduğuna inanırlar. Yalnızca doğayla uyum içinde yaşamayı amaçlayan bu insanların tanrılarına ibadet etmek için bir kiliseye, rahibe ya da bir tapınağa ihtiyaçları yoktur. Kendilerini tanrıya yakın hissettiği her yerde seslerini duyurabilirler. Romanda kahramanımız Joseph’in iç dünyasında zaman zaman bu kültürden izler göreceksiniz.
Onun tek hayali kendisine ait bir toprağa sahip olmaktır. Büyük bir kararlılıkla, saygı duyduğu babasının izni ve duasıyla yola çıkmış, kendi çabalarıyla güzel bir çiftlik kurmuş ve bütün ailesini etrafında toplamıştır Joseph Wayne. Ailelerin birbirlerine olan bağlarını, saygılarını, yaşanmış ve yaşanmamış aşklarını, hatalarını, inançlarını ve inanç çatışmalarını okuyacaksınız.
Çoğalmalarını, azalmalarını sonra yok olmalarını..
Müthiş bir aidiyet duygusuyla bağlıdır çiftliğine Joseph. Ayrılmaz bir bütünü olmuşcasına bağlıdır toprağına. Ve bir gün kurumuş, artık tamamen yok olmaya yüz tutmuş toprağını yeniden canlandırmak için kendi canını kurban etmesi gerektiği inancına kapılır ve gözünü bile kıpmaz bunu yapmak için…
Mevsimler birbirini kovalarken ben romanda geçen koca bir meşe ağacının dalına tünedim ve oradan izledim tüm olanı biteni. Büyük bir keyifle okudum bu romanı. Umarım siz de beğenirsiniz.
SAVAŞ ATI -Michael Morpurgo
Aslında 10-15 yaş aralığı olarak sınıflandırılan -ki ben böyle düşünmüyorum- ama her yaştan insanın keyifle okuyabileceği sıcacık bir öykü ‘Savaş Atı’.
“İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz.” demiş Fransız yazar Anatole France.
Romanları bana Morpurgo’nun çok iyi bir hayvansever olduğunu düşündürüyor. Onlarla mükemmel bir şekilde empati kurabilen bir yazar. Okumaya başlandığı andan itibaren okuyucuyu saran, yabancısı olmadığınız bir sevginin, umudun, mücadelenin hikayesi ‘Savaş Atı’.
1. Dünya Savaşı sırasında yaşanan akıl almaz olaylar, savaşın gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Henüz bir yavruyken hayvan pazarında sarhoş bir çiftçi tarafından alınan Joey adındaki bir atın ağzından aktarılıyor bizlere hikaye.
Joey’nin hayatta kalma mücadelesini, ona yürekten bağlı dostu Albert’i bir gün tekrar görebilme umudunu, insanların ona olan sevgisini, merhametini, onun yaralı askerlere yaptığı yardımını okurken zaman zaman gözleriniz dolacak. “Albert ve annesinin karanlığa doğru yürümelerini izledim. O an ömür boyu sürecek bir arkadaşlığın temellerinin atıldığını anlamıştım; aramızda ansızın içgüdüsel bir güven ve sevgi bağı oluştu…”
Hayvan dostlarımızın hayatımızda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu, hayatımıza kattığı anlamı, onlara olan ihtiyacımızı bir kere daha gözler önüne seriyor bu kitap…
Sağlıkla kalın.
Meral Türkdoğan
Meral Türkdoğan