Cuma, Aralık 5, 2025
Startseite Blog Sayfa 33

Ünlü oyuncu Birol Ünel hayatını kaybetti

Fatih Akın’ın ‘Duvara Karşı’ filmi ile tanınan oyuncu Birol Ünel, 59 yaşında kansere yenik düştü.

Bir süredir kolon kanseri tedavisi gören Ünel, doğum gününde durumu ağırlaştığı için hastaneye kaldırılmıştı.

Bremen’de büyüyen Birol Ünel, 1987 yılında Yolcu filmiyle sinema kariyerine başlamış ve Fatih Akın’ın yönettiği ‘Duvara Karşı’ filmi ile tanınmıştı. Almanya’da birçok tiyatro oyunu ve filmde yer almıştı.

“Berlin’de korona tedbirlerini protesto gösterisine katılan 3 Bavyeralı polis hakkında idari araştırma başlatılacak.”

Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, 29 Ağustos’ta Berlin’de yapılan korona tedbirlerini protesto eylemine konuşmacı olarak katılan 3 Bavyera polisi hakkında idari araştırma başlatılacağını söyledi.

Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann Bavyera Radyosuna verdiği demeçte neonazi ve aşırı sağcıların Berlin’de parlamento basamaklarında korona tedbirlerini protesto gösterilerine konuşmacı olarak 3 Bavyera polisinin de yer almasının toplumda yarattığı tepkiye katıldı.

Geçtiğimiz hafta sonunda korona tedbirlerini protesto gösterilerinde konuşmacılar arasında yer aldığı iddia edilen 3 Bavyera polisi hakkında araştırma başlatılacağını Bavyera Radyosuyla gerçekleşen söyleşide belirten Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, daha önce de dikkat çeken davranışlarda bulunan polislerden birinin Münih, birinin Augsburg emniyetininde ve birinin de emekli bir emniyet mensubu olduğunu da belirtti.

Herrmann, gösteri ve ifade özgürlüğü hakkı kullanılırken kişisel düşüncelerin polisin resmi görüşü olarak algılanmasına sebep olunmaması gerektiğini belirterek böyle bir durumun kabul edilemez olduğuna dikkat çekti. İddiaların kanıtlanması durumunda kimlikleri belli olan memurlar hakkında bağlı oldukları Emniyet Müdürlüklerince idari araştırma başlatılacağını, emekli olan memurun da politik katılımında uyması gereken kuralların dikkate alınacağını belirtti.

12 Eylül’de Münih’te yapılması planlanan korona tedbirlerini protesto gösterisi, enfeksiyon yayılması tehlikesi göz önünde bulundurularak Münih Bölge İdaresi’nin (KVR) kısıtlama çerçevesinde vereceği karara bağlı olacak.


Orhan Tinengin

NSU kurbanı Habil Kılıç Münih’te anıldı

Terör örgütü Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) kurbanı Habil Kılıç, katledilişinin 19. yıl dönümünde Münih Türk Konseyi’nin düzenlediği etkinlikle anıldı.

Münih’te 29 Ağustos 2001 tarihinde başına 2 kurşun sıkılarak NSU tarafından katledilen Habil Kılıç, iş yerinin önünde T.C Münih Başkonsolosu Dr. Mehmet Günay, Eğitim Ataşesi Prof. Dr. Mustafa Çakır, Bavyera Parlamentosu Yeşiller Parti Grubu İnsan Hakları Sözcüsü Margarete Bause, FDP (Hür Demokrat Parti) yöneticilerinden Mahmut Türker, Münih Türk Konseyine bağlı dernek üyeleri ve Habil Kılıç’ın dostlarının katıldığı törenle anıldı.

Törende yapılan konuşmalarda, sadece Türk olduğu için, eşi ve çocuklarını geride bırakarak hayattan koparılan Habil Kılıç’ın unutulmadığı göstermek, ırkçı yaklaşımlara karşı duruş sergilemek amacıyla bir araya gelindiği belirtildi.

T.C Münih Başkonsolosu Mehmet Günay, “Sadece sevgiyle andığımız ve aşırı ırkçı örgüt kurbanı Habil Kılıç’ı değil, aynı sapık ideolojiyle öldürülenlerin de unutulmadığını ve unutulmayacağını tek yürek olarak bugünkü etkinlikte gösteriyoruz.” şeklinde konuştu.

Margarete Bause ise yaptığı konuşmada, 5 yıl süren NSU davası sonucunda terör örgütü yapılanmasının tam olarak ortaya çıkarılamamış olmasını ve soruşturma süresince takip edilen haksız değerlendirmelerle Alman adaletinin sorgulandırılmasına yol açtığını savundu.

Orhan Tinengin

Ne olmuştu?

2000 ile 2007 yılları arasında 8’i Türk, biri Yunan ve bir Alman polisin katledildiği cinayetler serisi başlangıçta Döner cinayetleri olarak adlandırılmış, failler kurban yakınları arasında aranmış ve aşırı sağcılar tarafından yapılmış olabileceği ihtimali üzerinde durulmamıştı. 2011 yılında bir banka soygunundan sonra sıkıştırılan Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın intiharıyla başlayan süreçte ise olaylar gün ışığına çıkmaya başlamıştı. 2013 yılında başlayan NSU davası 2018 yılında sona ermişti.

Aşırı sağcı terör örgütü NSU tarafından katledilen kurbanların isimleri şöyle:

Enver Şimşek (11.09.2000, Nürnberg)

Abdurrahim Özüdoğru (13.06.2001, Nürnberg)

Süleyman Taşköprü (27.06.2001, Hamburg)

Habil Kılıç (29.08.2001, Münih)

Mehmet Turgut (25.02.2004, Rostock)

İsmail Yaşar (5.06.2005, Nürnberg)

Theodoros Boulgarides (15.06.2005, München)

Mehmet Kubaşık (4.04.2006, Dortmund)

Halit Yozgat (06.04.2006, Kassel)

Michele Kiesewetter (25.04.2007, Heilbronn)

Corona-Inzidenzwert über 35: Alkoholverkaufs- und -konsumverbot gilt ab heute

Das Bayerische Landesamt für Gesundheit und Lebensmittelsicherheit (LGL) meldet heute für München bei den Corona-Neuinfektionen mit 35,27 eine 7-Tage-Inzidenz, die über dem Signalwert von 35 liegt. Damit wird die städtische Allgemeinverfügung vom 27. August bezüglich eines nächtlichen Alkoholverkaufs- und -konsumverbots im öffentlichen Raum wirksam.

Von heute, Freitag, 28. August, an gilt damit für die Dauer von 7 Tagen:

  • Es darf im gesamten Gebiet der Landeshauptstadt München von 21 Uhr biss 6 Uhr des Folgetages keinerlei Alkohol mehr verkauft werden, einzige Ausnahmen sind der Ausschank zum unmittelbaren Konsum vor Ort in der Gastronomie und auf genehmigten Veranstaltungen.
  • Es darf im gesamten Gebiet der Landeshauptstadt München von 23 Uhr bis 6 Uhr des Folgetages keinerlei Alkohol mehr im öffentlichen Raum konsumiert werden, einzige Ausnahmen sind die Freischankflächen der Gastronomie und genehmigte Veranstaltungen.

Das Bußgeld für unerlaubten Alkoholkonsum im öffentlichen Raum nach 23 Uhr beträgt mindestens 150 Euro. Wer als Verkaufender gegen das Verkaufsverbot nach 21 Uhr verstößt, wird mit einem Bußgeld in Höhe von mindestens 500 Euro belangt. Abhängig von Situation und Verhalten sowie im Wiederholungsfall kann das Bußgeld jeweils höher ausfallen.

Mit dem nächtlichen Alkoholverkaufs- und -konsumverbot im öffentlichen Raum soll eine weitere Zunahme der Corona-Infektionen in München zum Schutz der Bevölkerung eingedämmt werden, um so einschneidendere Maßnahmen möglichst zu vermeiden.

In den vergangenen Wochen war es nachts an öffentlichen Orten zunehmend zu Verstößen gegen das Ansammlungs- und Feierverbot gekommen. Unter Alkoholeinfluss sinkt die Hemmschwelle, Abstands- und Hygieneregeln werden kaum oder gar nicht beachtet.

Die Allgemeinverfügung als PDF gibt es auf muenchen.de\corona.

Für die Kindertageseinrichtungen in München bedeutet die Überschreitung des Inzidenzwerts 35, dass sie nach dem Rahmen-Hygieneplan in Stufe 2 in das am 1. September beginnende neue Kita-Jahr starten: Die Zahl der betreuten Kinder wird nicht reduziert. Die Kinder bleiben aber in festen Gruppen zusammen und dürfen sich nicht, wie im Regelbetrieb, frei im Haus bewegen, damit eventuelle Infektionswege gut nachvollziehbar sind.

Sollte die Inzidenzrate auf über 50 steigen, tritt Stufe 3 in Kraft. Es erfolgt dann aus Gründen des Infektionsschutzes nur noch eine Notbetreuung für definierte Zielgruppen wie Kinder von Eltern in systemrelevanten Berufen, Kinder von berufstätigen Alleinerziehenden, Kinder mit Behinderung und Kinder mit besonderem Schutzbedürfnis. Pro Gruppe) können in Stufe 3 bis zu 10 Kinder betreut werden.

Main Image by Free-Photos/Pixabay

Gemeinsam gegen die Corona-Pandemie

Bund und Länder hätten den Kampf gegen die Corona-Pandemie immer als Gesamtherausforderung verstanden, und das habe sich bewährt, erklärte Bundeskanzlerin Merkel nach einer Videoschaltkonferenz mit den Regierungschefinnen und -chefs der Länder. Zur weiteren Eindämmung des Infektionsgeschehens habe man weitere gemeinsame Maßnahmen vereinbart, um die Erfolge zu halten.
 
Deutschland hat die Corona-Pandemie in den vergangenen Monaten gut bewältigt, sagte Bundeskanzlerin Merkel. In den letzten Wochen sind die Infektionszahlen jedoch wieder gestiegen. “Für die Ausbreitung des Virus haben sich Gemeinschaftsunterbringungen, Veranstaltungen, Feiern und urlaubsbedingte Mobilität als besonders günstig erwiesen”, so Merkel. Angesichts dieser gestiegenen Fälle müsse man jetzt einen neuen Anlauf nehmen. Gemeinsames Ziel ist es, die Infektionszahlen wieder so weit wie möglich zu senken.
Mindestabstand, Hygieneregeln und Alltagsmasken gelten weiterhin
Bund und Länder sind sich einig: In Zeiten steigender Infektionszahlen sind weitere Lockerungen der bisher geltenden Regeln nicht zu rechtfertigen. Bürgerinnen und Bürger müssen grundsätzlich auch weiterhin einen Mindestabstand von 1,5 Metern einhalten. Ergänzend ist in bestimmten öffentlichen Bereichen, in denen der Abstand nicht durchgängig einzuhalten ist, eine Mund-Nasen-Bedeckung zu tragen. Die Hygieneregeln sind einzuhalten.

Zielgerichtetes Testangebot erforderlich
Von entscheidender Bedeutung für die Eindämmung der Pandemie sind Testungen. Die Vielzahl an positiven Testergebnissen bei Reiserückkehrern aus Risikogebieten zeigt, dass ein niederschwelliges, zielgerichtetes Testangebot erforderlich ist. Deshalb bleibt die Testpflicht zunächst bestehen. Bei den freiwilligen Testungen von Rückreisenden aus Nicht-Risikogebieten war die Zahl der festgestellten Infektionen dagegen außerordentlich gering. Aus diesem Grund endet die Möglichkeit zur kostenlosen Testung für Einreisende aus Nicht-Risikogebieten am Ende der Sommerferien aller Bundesländer mit dem 15. September 2020.
Wie bisher werden symptomatische Verdachtsfälle und enge Kontaktpersonen prioritär getestet. Gleiches gilt für Testungen, um in gefährdeten Bereichen vorzubeugen, etwa in Alten- und Pflegeheimen, Krankenhäusern und Einrichtungen für Menschen mit Behinderung. Angesichts der weitgehenden Rückkehr zum Regelbetrieb in Kinderbetreuungseinrichtungen und Schulen sehen die Länder je nach Infektionsgeschehen daneben auch zielgerichtete Reihentestungen, vor allem bei den Lehrkräften sowie Erzieherinnen und Erziehern, vor.

Quarantänepflicht nach Rückkehr aus Risikogebieten
Reiserückkehrer aus Risikogebieten sind in jedem Fall weiterhin dazu verpflichtet, sich unverzüglich nach der Einreise auf direktem Weg in die eigene Wohnung zu begeben und sich für einen Zeitraum von 14 Tagen ständig dort zu isolieren. Zum 1. Oktober soll die Quarantäne dann frühestens nach fünf Tagen mit einem negativen Testbefund aufgeboben werden können.
Bund und Länder appellieren mit Nachdruck an alle Reiserückkehrer, ihre Quarantänepflicht einzuhalten und damit ihrer Verantwortung für ihre Mitbürgerinnen und Mitbürger nachzukommen. Wo immer möglich, ist auf Reisen in ausgewiesene Risikogebiete zu verzichten, betont die Kanzlerin. Bund und Länder streben kurzfristig eine Rechtsänderung an. Ziel ist es, dass bundeseinheitlich eine Entschädigung für den Einkommensausfall dann nicht gewährt wird, wenn eine Quarantäne aufgrund einer vermeidbaren Reise in ein bei Reiseantritt ausgewiesenes Risikogebiet erforderlich wird.

Folgende Maßnahmen haben Bund und Länder vereinbart:
Für Verstöße gegen die Maskenpflicht werden die Länder (mit Ausnahme Sachsen-Anhalts) ein Mindestregelbußgeld in Höhe von 50 Euro festlegen. Die Verkehrsminister von Bund und Ländern werden gebeten zu prüfen, wie darüber hinaus für alle Verkehrsträger im Regional- und Fernverkehr die Voraussetzungen dafür geschaffen werden können, dass ein – wie ein Bußgeld wirkendes – erhöhtes Beförderungsentgelt eingeführt werden kann.
Die Möglichkeit freiwilliger kostenloser Tests für Einreisende aus Nicht-Risikogebieten endet zum Ende der Sommerferien aller Bundesländer mit dem 15. September 2020.
Für Reisende aus Risikogebieten wird die Testpflicht vorerst aufrechterhalten, bis eine effektive Umsetzung der Quarantänepflicht gewährleistet ist. Möglichst am 1. Oktober soll eine neue Regelung zur Selbstisolation eingeführt werden. Danach ist eine vorzeitige Beendigung der Quarantäne frühestens durch einen Test ab dem 5. Tag nach Rückkehr möglich.
Großveranstaltungen bei denen eine Kontaktverfolgung und die Einhaltung von Hygieneregeln nicht möglich ist, bleiben weiterhin untersagt, mindestens bis zum 31.12.2020. Zum einheitlichen Umgang mit Zuschauern bei bundesweiten Sportveranstaltungen wird eine Arbeitsgruppe auf Ebene der Chefs der Staatskanzleien eingesetzt, die bis Ende Oktober einen Vorschlag vorlegen soll.
Der Bund sagt weitere 500 Millionen Euro für verlässliche digitale HomeschoolingAngebote zu, sollte kein Präsenzschulbetrieb stattfinden können. 
Gesetzlich Versicherte erhalten in diesem Jahr fünf Tage zusätzlich Kinderkrankentagegeld pro Elternteil, Alleinerziehende zehn.

Main Image by OrnaW/Pixabay

Meral’in Kitap Bahçesi: “Bir şehir ol. Mesela İstanbul gibi… De ki; Boğazım kuruyana kadar seveceğim seni…”

Çağlar boyu birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, birçok kez isim değiştirmiş,  işgal edilmiş, istilaya uğramış ama ihtişamından hiçbir şey kaybetmemiş aşıklar şehri İstanbul var bu hafta kitap bahçemde. İnsan kalabalığı, trafiği, bozuk kentleşmeden kaynaklı düzensiz yapıları nedeniyle birçok insanın sevmediği şehri İstanbul.

Bakabilmeyi bilmek lazım diyorum inadına. Gönül gözüyle. Evet hiç kolay değil. Hatta en kötü yerleşim yerlerinden bir bölgesinde 35 yıl yaşamış biri olarak söylüyorum, bana göre dünyanın en güzel şehridir İstanbul. En güzel, en dokunaklı, en acı, en hisli hikâyeleri barındırıyor yüreğinde. Milyonlarca insanın ömrünü ağırlamış toprağında. İnsanoğlu denen vahşi yaratığın pençesinde yıllardır çırpınmasına rağmen, dünyanın başka hiçbir yerinde görülemeyecek güzelliklerine sahip. Betondan bir kaleye çevrilmek istenen bu şahane şehir ile ilgili yazılmış kitaplardan bahsetmek istedim bu hafta. Birbirinden değerli yazarlarımızın hikâyelerine tanıklık eden bir güzel şehir İstanbul…

LEYLA’NIN EVİ -Zülfü Livaneli

Bu yazıyı yazmaya başlarken Zülfü Livaneli’nin o tok sesinden bir şarkı dinliyorum. “İstanbul’u Dinliyorum, Gözlerim Kapalı”.  Çok keyifli. Okurken size de, büyük bir zevkle tavsiye edebilirim… 

Konusu hiç yabancı gelmeyecek okurken, hiçbirinize. Kah gülüp, kah üzüleceksiniz. Kah kızıp, kah düşüneceksiniz. Ama sahip çıkacaksınız Leyla’ya, farkında olmadan, istemsizce. Çünkü ezilmek isteniyor, çünkü yaşlı olduğu için güçsüz kabul edilip hile ile hakları, yalısı hatta akıl sağlığı elinden alınmak isteniyor. Ama çok güçlü bir kadın olan Leyla’nın umudu hiç tükenmiyor. Anneannesinin ona anlattığı hikâyeyi hatırlar hep. İstanbul’un işgali yıllarında insanlar birbirine “bu da geçer ya hu” dermiş, isyan edercesine. Konusu tanıdık gelecek çünkü kendi yaşamınızdan, kendi dünyanızdan çok şey görebilirsiniz.

Her yaptığı işi büyük bir hayranlıkla takip ettiğim, kişiliğine, karakterine sonsuz saygı duyduğum sevgili Zülfü Livaneli’nin kaleminden Leyla’nın Evi. Sizin de çok keyifle okuyacağınızdan emin olduğum, gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim bir roman. 

İSTANBUL BİR MASALDI -Mario Levi

Bir İstanbul aşığı olan Mario Levi’nin, 1993 yılında yazmaya başlayıp, 1999 yılında bitirdiği ve 2000 yılında Yunus Nadi ödülüne layık görüldüğü, İstanbul’u çok güzel anlattığı romanıdır İstanbul Bir Masaldı.  

1920 – 1980 yılları arasında İstanbul’da yaşamış Yahudi bir ailenin hikâyesini anlatıyor kitap. Ailenin yaşadığı sıkıntıları anlatan, bir dönem hikâyesi. Dili biraz ağırdır, akıcı olmadığını düşünebilirsiniz ama detayları hikayede saklı,  Mario Levi severlerin büyük bir keyifle okuyacağını düşündüğüm bir çalışma.

“Türk edebiyatının klasikleri arasında yer alan ve otuz üç dilde yayımlanan İstanbul Bir Masaldı’da, kaybolan yüzlerin, seslerin, ayak izlerinin kaderinde saklı bir tarihten sesleniyor Mario Levi.
Bütün göçlerin en acıklısına, ruh göçlerine dokunuyor…”

İSTANBUL HATIRASI -Ahmet Ümit

Ve Başkomiser Nevzat yine sahnede, yine suçluların peşinde… Çözülmeyi bekleyen cinayetleri araştırırken, buram buram tarih kokan İstanbul sokaklarında gezinip, tarihine, dokusuna, yaşanmışlıklarına dokunuyorsunuz bu güzel şehrin. Sıkılmadan, büyük bir heyecanla okuduğum, hem polisiye hem tarihi bir roman. İstanbul konusunda bildiklerinize yenilerini eklemek isterseniz mutlaka okuyun derim. Yedi hükümdar, yedi mekân, yedi gizemli cinayet ile çok iyi kurgulanmış, okuyucuda merak uyandıran ve sürpriz bir şekilde biten akıcı bir hikâye İstanbul Hatırası. Bizans’tan İstanbul’a uzanan sürükleyici bir serüven…

Nice şairin dizelerine konu olmuş Yedi Tepeli İstanbul’a çağlar boyunca değişik adlar verilmiştir. Bilinen ilk adı Byzantion’dur. Gezilip, görülmeye değer o kadar çok yeri, o kadar çok hikâyesi var ki saymakla, anlatmakla bitmez.

Turizm açısından çok zengin bir yere sahip olan Sultanahmet Meydanı ile, önce kilise sonra cami hatta bir dönem müze olarak kullanılan ünlü Ayasofya Camii ile, sokaklarıyla dizilere konuk olmuş Balat ile, 21. yüzyılda tarihe bir kez daha adını onurla yazmış Taksim İstiklal Caddesi ile, Boğaz’ı, Kız Kulesi, Çırağan Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Topkapı Sarayı gibi ünlü daha nice sarayları ile, tarihin bilinen en eski kulesi Galata Kulesi ile, hisarları, kasırları, hamamları, kaleleri, surları ile, hepsi birbirinden narin adaları ile, Yerebatan Sarnıcı, müzeleri ve daha nice eşsiz yapısı ile dünyanın en zengin, en nadide şehridir İstanbul. Kelimeler yetersiz kalır anlatmaya. Ben bu hafta kısaca, elimden geldiğince anlaşılır biçimde anlatmaya çalıştım. Az da olsa hissettirebildiysem sizlere ne mutlu bana.  

İstanbul kadar güzel günler diliyorum…

Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan

Main Image by Halit Akkaya/Pixabay

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin pandemi sürecindeki kriz yönetimine ‘uluslararası altın küre’ ödülü

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), dünyanın en saygın halkla ilişkiler ödülleri içerisinde gösterilen IPRA Altın Küre Ödüllerinde pandemi sürecindeki iletişim faaliyetleri ile büyük ödülün sahibi oldu. İBB Halkla İlişkiler Müdürlüğü, Birlikte Başaracağız kampanyasında sergilediği duyarlı halkla ilişkiler çalışmaları ile kriz yönetimi kategorisinde rakiplerini geride bırakarak hem ödül kazandı hem de ulusal ve uluslararası yönetimlere model oluşturdu.

Sektörün alanında uzman jürileri tarafından incelenerek büyük ödüle hak kazanan proje ‘Kriz Yönetimi’ kategorisindeki tüm rakiplerini geride bırakarak büyük ödülün sahibi oldu. Altın küre ödüllü halkla ilişkiler çalışmaları aynı zamanda Covid-19 salgınında dünyanın pek çok ülkesinde yerel yönetimler açısından tecrübe ve bilgi paylaşımı alanında örnek proje olarak değer gördü.

Halkla İlişkiler Müdürlüğü salgına karşı mücadelede hızlı karar, güçlü koordinasyon, doğru aksiyon prensibi ile tüm ekiplerini en verimli şekilde koordine ederek 7/24 İstanbullunun yanında oldu. Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ve diğer İBB Birimleri ile entegreli çalışmalar vatandaşların Beyaz Masa’ya ilettiği taleplerinin en hızlı şekilde karşılanmasını sağladı.

Covid-19 virüsünün Türkiye’de görülmesinin hemen ardından İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu önderliğinde ‘16 milyon olarak kimseyi geride bırakmayacağız’ sloganı ile Birlikte Başaracağız kampanyası başlatıldı. Halkla İlişkiler Müdürlüğü ALO 153 Çağrı Merkezi temsilcileri ve tüm birimlerdeki çalışanlar İstanbulluların pandemi sürecindeki problemlerini çözmek ve olası kaosların önüne geçmek adına eşsiz bir çaba gösterdi.

Kentteki kriz iletişiminde sayısal verilere bakıldığında da pandemiden en çok etkilenen kent olan İstanbul’da tüm kişi ve kurumların iletişim olarak aradığı ilk numaranın ALO 153 Çağrı Merkezi olduğu ortaya çıktı. Yaşam tarzı, alışkanlıklar değişirken salgın öncesinde 25-30 bin olan günlük çağrı sayıları salgın sürecindeki kesintisiz iletişim faaliyetleri ile 100 binleri aşarak Sosyal Belediyeciliğe örnek oluşturdu. 65 Yaş Üstü Destek Hattı ile sokağa çıkma kısıtlaması bulunan vatandaşların ihtiyaçları uygulama üzerinden alınarak siparişlerinin, temel ihtiyaçlarının kendilerine ulaştırılması sağlandı.

Yeni hatlar içerisinde yer alan 0212 449 49 00 -Psiko Sosyal Destek Hattı ile ücretsiz psikolojik danışmanlık hizmeti sunuldu. Normalleşme süreci öncesinde sağlık çalışanlarına da çağrılar aracılığı ile gönüllü koçluk hizmeti verildi. Aynı zamanda 444 00 93 Sağlık Çalışanlarımızın konaklama talepleri hattı ile ailelerine hastalık bulaştırma riski taşımalarından dolayı kaygılanan ve süreci evinde geçirmek istemeyen sağlık çalışanlarına konaklama hizmetinden yararlanmaları için en hızlı şekilde başvuru işlemlerinde yardımcı olundu.

444 00 93 -Sosyal Hizmetler ve Yardımlaşma Hattı ile ayni ve nakdi bağış yapmak isteyen vatandaşlara bilgi desteği ve askıda fatura uygulamaları ile ekonomik anlamda zorluk yaşayan İstanbulluların su, doğalgaz fatura borcunun ödenmesi sağlandı.

Kovid-19 salgınının ilk gününden itibaren Yerinde Çözüm, Mobil İletişim Noktaları da dahil olmak üzere Halkla İlişkiler Müdürlüğü bünyesindeki saha ekipleri, ALO 153 Çağrı Merkezi’ne ulaşan başvuruların çözümünde aktif rol oynadı. Halk ile yüz yüze iletişim kuran saha ekipleri taleplerin bekletilmeden ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması için devriye halinde şehrin her noktasında görev aldı, hanelerin kapısına ihtiyaçları ulaştırarak kriz yönetiminde aralıksız çalıştı.

Vatandaşların, görevlilerin sokağa çıkma kısıtı olan günlerde zorunlu olarak gerçekleştirmeleri gereken yolculukları konusunda da destek sağlandı. Salgını önleme çalışmaları doğrultusunda vatandaşları bilgilendirici, yönlendirici faaliyetlerle birlikte önemli meydanlar, nüfusun yoğun olduğu bölgeler başta olmak üzere kentin genelinde maske ve dezenfektan dağıtımında bulunuldu.

Salgın riski ortadan kalkana kadar vatandaş talepleri; Telefon Kanalından (SMS, Beyazmasa 153 Çağrı Merkezi), Sosyal Medya Kanalından (Twitter, Facebook, Whatsapp, Instagram), Mobil Uygulama Kanalından (Beyazmasa Mobil Uygulama, Görüntülü İletişim) ve Web Kanalından (Web Form, Web Chat, E-posta) olarak 7/24 kesintisiz hizmet sağlanacak şekilde planlandı.

IPRA’nın halkla ilişkiler sektöründeki yeri
Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği IPRA, halkla ilişkilerin profesyonellerine küresel ağda liderlik etmek, işbirliklerini geliştirmek amacı ile 1955 yılında faaliyetlerine başladı. Halkla ilişkilerin güvenilir iletişimini ve etik uygulamalarını geliştirmeyi amaçlayan kurum bu çalışmaları ağ kurarak ve mesleğin entelektüel liderliği üzerinden dünya çapında yaygınlaştırmaktadır. IPRA aynı zamanda her yıl Altın Küre Ödülleri başlığında yarışma düzenleyerek başarılı, vizyoner halkla ilişkiler ve iletişim çalışmalarını teşvik etmektedir.

1991 yılından bu yana düzenlenen IPRA’nın “Altın Küre Ödülleri”ne dünya genelinde yüzlerce kurum, kuruluş başvuruda bulunmaktadır. Bu yıl 37 kategori sayısına ulaşılan yarışmada başvurular, alanında uzman jüri üyeleri tarafından mercek altına alınarak konu, projenin hedefleri ve bu hedeflere ulaşmadaki başarısı, projenin iletişimi gibi kriterler değerlendirilerek eleniyor. Son aşamada finalistler arasında uygulamada mükemmelliğe ulaşan öncü proje ve işler “Altın Küre Ödülü”ne layık bulunuyor.

Meral’in Kitap Bahçesi: “Günü tutmak mümkün değil, fakat kaybetmemek mümkündür”

Hayatın her alanında teknolojinin sunduğu materyaller, telefon, tablet, bilgisayarlar ile her güne yeni bir uygulama, her sabaha yeni bir sistem ile uyanıyoruz.

Evet dijitalleşmenin hayatımıza kattığı faydalar yadsınamaz. Artık neredeyse hiçbir yerde fatura ödeme ya da maaş kuyruğu göremiyoruz mesela. Birçok eğitimi uzaktan, farklı bir şehirden online alabiliyoruz. Gerçek anlamda verimli kullanabiliyorsak ne mutlu, ama günün hiç de hafife alınamayacak kadar büyük bir kısmını sosyal medya ile geçiriyorsak bu büyük sıkıntı. Yani şehrin göbeğinde yaşıyorsak, artık elektriğin kesilmesi karanlıkta kalacağımız anlamına gelmiyor. Neredeyse hastalıklı bir şekilde dert ettiğimiz internetsiz, telefonsuz, şarjsız kalacağımız anlamına geliyor. Bu sizi de korkutmuyor mu? Bana göre daha da korkunç olan ne biliyor musunuz? Çocukların o dijital girdaba girmeleri ve çıkamamaları. Hatta çıkmak istememeleri. Gerçek dünyadan bihaber yaşamaları. Sevgi, mücadele, emek, paylaşmak, birlikte gülmek, oynamak, hatta ağlamak. Bu kavramlardan ne kadar da uzak yaşıyorlar. Yetişkinlerin çoğunluğu farkında olmaksızın kapitalist dünyanın avucunda zaten. Yeni av çocuklar.  

Uyanmak lazım. Çocuklarla vakit geçirmeyi, akıllı cihazlar olmadan eğlenmeyi becerebilmek lazım. Karanlıkta bile…

DİJİTAL RUH-İNSAN VE TEKNOLOJİ ARASINDAKİ YARATICI ORTAKLIK -Edward Ashford Lee

Teknolojinin insan hayatına girmesinin ardından, insanların bunu nasıl değerlendirdiği, teknolojiden gerçek anlamda ne anladıkları üzerine hazırlanmış akademik bir kitap. İnsan eliyle oluşturulan ve şekillenen teknoloji zaman içinde insana galip gelebilir mi? İnsanoğlu kendi elleriyle inşa ettiği teknoloji dünyasında ona ayak uydurabilir mi?

Farklı fikirlerden yola çıkılarak hazırlanan ve “Gerçekte teknoloji nedir?” sorusuna yanıt arayan Berkeley Üniversitesi profesörlerinden Edward Ashford Lee bir yandan da  Platon’un felsefesine kadar geri gidip, teknoloji tarihinin en alt basamağından en üst basamağına doğru tırmanarak okura teknoloji felsefesi tadında detaylı bir çalışma sunuyor.

İNTERNET BAĞIMLILIĞI -Holder Feindel

Hepimizin ihtiyacı haline geldi teknoloji. Daha konforlu yaşam şartlarına sahip olduk. Günlük hayatta kullandığımız teknolojik aletlerden, tıp dünyasında kullanılan cihazlara kadar pek çok aletle hayatın her alanında daha rahat yaşam şartlarına sahip olduk. İnternet bağlantıları sayesinde dünyanın neresinde olursak olalım bilgi alışverişi yapabiliyoruz. Bunu paylaşabiliyoruz. Bundan faydalanabiliyoruz.

Faydalarını saymakla bitiremeyeceğimiz teknoloji ihtiyaç dışında, gereksizce ve gereğinden fazla kullanıldığında, bağımlılık haline bürünür. Ve bunun tedavisi çok zordur. Girişte bahsettiğim konulara tam olarak değinen bir çalışma olmuş İnternet Bağımlılığı. Holder Feindel tarafından kaleme alınmış ve neredeyse bütün kaygılarımı kâğıda dökmüş adeta.

İnterneti makul düzeyde ve anlamlı bir şekilde kullanmak hayatı kolaylaştırıyor ama ya aşırı kullanımı? Hakikaten, ne kadardan sonrası aşırı kullanım sayılır? Günde üç ya da dört saat mi, daha fazlası mı? Peki iş veya okul gereği internette ‘zorunlu olarak’ geçirilen saatler bu süreye dahil midir? Hangi aşamadan itibaren internet bağımlılığından söz etmek gerekir? Mağdurlar ve yakınları bu rahatsızlıktan nasıl etkilenir? İnternet bağımlısı kişiler ne tür bedensel, sosyal ve psikolojik sorunlarla karşılaşırlar? Kişiyi internet bağımlılığına sürükleyen nedenler nelerdir? Gerçeklik ile sanallığın birbirinden ayrılamaz hale geldiği noktada bağımlılar ne yaşar? Medya okur yazarlığı, internet bağımlılığına karşı koruyucu bir kalkan olabilir mi? Aileler çocuklarını korumak için başka ne tür önlemler alabilir?

Can alıcı sorular, önemli konu başlıkları ve okumaya değer bir çalışma.

ÇOCUKLARINIZA TUTUNUN -Gordon Neufeld, Gabor Mate

“Çocuklarda iyi bir birey olma arzusunu fark ettiğiniz an bunun üstünde durmazsanız, bu duyguyu beslemezseniz çocuk beklentilerimizi karşılama çabasını sürdürmek için gerek duyduğu motivasyonu kaybeder.” diyor yazarlarımız Mate ve Topraktaş. 

Ebeveyn olmak bu çağda ustalık gerektiren bir iş. Sağlıklı çocuklar yetiştirebilmek için sağlıklı düşünebilen beyinlere sahip olmak gerekiyor. Ve bu günümüz şartlarında oldukça zor. Yeni nesil öfkeli. Yeni nesil araştırmaya meyilsiz. Meraksız. Maalesef onları yormadan oyalayan, eğlendiren, kendi akıllarını kullanmasına engel olan akıllı cihazlara sahipler.  Kitap aynı zamanda sosyal medya ve teknolojinin ebeveynlikte yarattığı zorluklara da değiniyor. Çocuklarınız için güvenin, iletişimin ve sevginin doğru kaynağı ailelerinden başka kim olabilir ki?

Bu hafta çok karamsar göründüğümün farkındayım. Ama yakın çevremde de gözlemlediğim bu durumdan ve duyduğum kaygıdan bahsetmeliydim. Çocukları ve geleceklerini doğru bir şekilde yönlendirmek, sağlıklı düşünmelerini sağlamak, duyarlı bireyler olarak yetiştirmek ebeveynlere düşüyor. Bu zorlu, bitmek bilmeyen ve insanın sınırlarını zorlayan uzun bir maraton. Dilerim galibi siz olursunuz.

Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan

Main Image by Thomas Quinn/Pixabay

Meral’in Kitap Bahçesi: “Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler, onun sadece bir sayfasını okurlar”

Yaşam kalitenizi ne belirler? İyi bir ev? Havalı bir meslek?
Çok iyi bir kariyer sahibi olabilirsiniz. Ya da çalışmak zorunda olduğunuz, pek de alakanız olmayan bir işte çalışıyor olabilirsiniz. Bütün seçimleriniz özel ve özenli, veya istem dışı, mecburi. Sahi yaşam kaliteniz ne ölçüde? Yaşadığınız toplumdaki yeriniz, kimliğinize duyulan ya da duyulmayan saygı, itibar. İyi ya da kötü size sunulan yaşam şartları ne kadar tatmin edici?

Ne kadar iyi şartlarda yaşarsanız yaşayın, ya da ne zorluklarla yaşarsanız yaşayın bir eksiklik, bir merak, bir arayış, doğal olana açlık hissettiğiniz olmuyor mu? Toprak kokusu size de iyi gelmez mi mesela? Ama ne var ki insan sahip olduklarından kolay vazgeçemiyor. Bazen mutsuz olduğunu bile bile ‘ben bu noktaya kolay gelmedim’ mantığıyla soyutlayamıyor kendini maddeden. Hep daha fazlası için, bir üst model için, yedek yapmak için, çocuklar için, günü kurtarmak, ay sonunu getirmek için bir makine gibi çalışıyoruz. Tüm bunların yanında gerçekten mutluysanız, halinizden memnunsanız ne ala ama sözüm aslında, maceraperest doğa tutkunlarına. Ne demek istediğimi bahsedeceğim ilk kitapla çok net anlayacaksınız. 

Şimdiden iyi okumalar diliyorum…

YABANA DOĞRU -Jon Krakauer

Bir insanın, maddi anlamda isteyebileceği birçok şeye sahip genç bir adam Christopher. Ailesine okul konusunda verdiği sözü yerine getirmiştir artık. Fakat üniversite eğitimi biter bitmez evden kaçar, çünkü sürekli şiddet yaşanan bir evde ömür tüketmeye hiç niyeti yoktur. Biriktirdiği 25 bin dolarını ailesinden habersiz, açlıkla mücadele derneklerine bağışlar. Sadece ihtiyacı olanı alır. Maceraperest ruhuyla ve büyük bir cesaretle vurur kendini yollara.

2007 yılında Sean Penn yönetmenliğinde, Into The Wild ismiyle filme de uyarlanan, Christopher McCandless’in yaşam öyküsüdür Yabana Doğru. Okurken içine sürüklendiğim, hiç bitmesin dediğim, bazen ‘ne işim var benim burada’ dedirten türden bir roman.

Tutkuyla, bir solukta okuyacağınıza çok emin olduğum gerçek bir yaşam hikâyesi…

ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK -John Boyne

İrlandalı yazar John Boyne tarafından kaleme alınmış, 2008 yılında filme de uyarlanmış Çizgili Pijamalı Çocuk, biri asker bir ailenin, diğeri tel örgüler arkasında, mahkûm bir ailenin çocukları olan Bruno ve Shmuel’in dış dünyadan bihaber, saf, sıcak, samimi dostluk hikâyesini anlatıyor. Nazi Almanya’sının acımasızlığını, o dönem Auschwitz Kampı’nda başta Yahudiler olmak üzere, Romanlar ve eşcinsellerin acımasızca yok edildiği, insanlık tarihinin en acımasız dönemine biraz olsun ışık tutan bir çalışma. Sonu elbette hüzünlü biten, okuyucusunun yüreğinde burukluk, gözünde yaş bırakan güzel bir roman.

BİRİNCİ KIYAMET -Buğra Gürsoy

1900’lü yıllarda, Türkiye’den ismini duyuran hem futbolcu, hem boksör bir isim Sabri Mahir. Geçmişinden içinde saklı kalan ağır öfkesini kontrol altına alabilmek için edebiyat öğretmeninden boks eğitimi alır. Ama bu çalışma aksi yönde ilerler. Karıştığı bir kavga nedeniyle ülkesinden ayrılmak zorunda kalır. Küçük yaşta babadan gördüğü istismar sonucu babaya duyulan nefret, anneye duyulan aşırı bağlılık, içinde bulunduğu durumla gölgede bırakılan bir aşk…

Akıcı, güzel bir dille yazılmış, bir yolculuk, bir kaçış hikayesi.

Sinema ve tiyatro oyuncusu, mimar, öykü yazarı, senarist. Artık bir de romanı var. Sanatçı ruhlu olmak böyle bir şey olsa gerek. Çok yönlü, sempatik sanatçı Buğra Gürsoy’un kaleminden Birinci Kıyamet.

İlk denemeye göre bence başarılı. Okumaya değer…

Edebiyat bahçemizde kitapsız kalmayın.

Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan

Main Image by Amber Avalona/Pixabay

München: Hochwasser-Warnung für Giesing, die Au und Thalkirchen

Die Isar hat in München mit einem Wasserstand von derzeit über 2,83 Metern die Meldestufe 1 deutlich überschritten. Im Laufe des Tages (4.8.2020) wird ein weiterer Anstieg erwartet. Der Scheitel wird bei ca. 3,70 m (knapp unter Meldestufe 3) für heute am späten Abend erwartet.
In den Isar-nahen Gebieten in Giesing, der Au und Thalkirchen können die Grundwasserstände daher ebenfalls deutlich ansteigen.


Deshalb sollten dort Keller kontrolliert und ggf. rechtzeitig geräumt werden. Falls nötig, sollen Heizöltanks gegen ein Aufschwimmen gesichert und Elektroanlagen abgeschaltet und vor Kurzschluss geschützt werden. Ebenso sollten Problemstoffe (Farben, Lacke, Dünger oder ähnliches) aus den gefährdeten Räumen ausgelagert werden.