Çarşamba, Ekim 15, 2025
Startseite Blog Sayfa 33

Meral’in Kitap Bahçesi: Estetik zenginlik

“Doğadaki sayısız güzellikler hayatın bilinmeyen derinliklerindeki estetik zenginliğin belgeleridir.”

İnsanoğlu duygu ve düşüncelerini, yaptıklarını, yapmak istediklerini yazarak, okuyarak, merak edip araştırarak bugünkü uygarlık düzeyine ulaşabildi. Fakat teknolojide geldiğimiz nokta biraz ürkütücü. Teknolojinin insanlığa sağladığı faydaların yanı sıra insanlardan götürdüğü şeyler yani biraz önce bahsettiğim yazma, okuma, merak etme, araştırma gibi değerlerin zamanla kaybolması çok korkutucu. Gelecek nesillerin yüzyıllar öncesi geçmişten gelen, edebi, geleneksel, toplumsal kültürlerine nasıl sahip çıkacakları veya çıkıp çıkmayacakları bende büyük bir soru işareti. Yani kazara  ıssız bir adaya düşecek olsak yanımıza alacağımız üç şey maalesef artık Iphone, Ipad ve şarj kablosu olur.

Teknoloji ne düzeyde ilerlerse ilerlesin, umarım insanoğlu hayatın bilinmeyen derinliklerindeki estetik zenginliği görmekten asla vazgeçmez. 

BİR GÜN TEK BAŞINA -Vedat Türkali

1960 dönemini iyi bilen, o dönemin olaylarını, aşklarını, sevinçlerini, acılarını çok iyi gözlemleyen ve bunu her seferinde sürükleyici bir dille anlatmayı başaran ender yazarlardan biridir Vedat Türkali.
“27 Mayıs 1960 askeri darbesinden önce Türkiye içten içe kaynıyor. Kenan, yıllar önce gizli komünist partisine girme suçlamasıyla polis sorgusunda çabucak yılgınlığa düşmüş, eski çevresinden tümüyle kopmuştur. Karısı ve çocuğuyla korunaklı bir yaşam sürdürmektedir. Aslında mutsuzdur, içi ile barışık değildir. Bir meyhanede tanıştığı genç Günsel, içinde çürümemek için direnen ne varsa hepsini ateşleyiverir. Aşk, direniş, devrim günleri… Yaşam, Kenan’a kendini bir kez daha sınama olanağı verir.”

Vedat Türkali’nin  27 Mayıs öncesindeki Türkiye aydınlarının bunalımını yine eşsiz bir dille anlattığı eseridir ‘Bir Gün Tek Başına’.

SİNEKLERİN TANRISI -William Golding

Kalemi güçlü bir diğer isim İngiliz yazar William Golding.  1954 yılında yayımlanan ilk romanı “Sineklerin Tanrısı”  Golding’in en önemli eseridir dersem, sanırım diğerlerine haksızlık etmiş sayılmam. Bugün hala çok satanlar arasında yer alan roman William Golding’i tabiri caizse üne kavuşturan romanı oldu. Kendi yaşamından izler taşıyan Piramit romanı ise bana göre edebi yönü en baskın romanıdır. O da ilginizi çekebilir.
Bir savaşın ortasında, vurularak ıssız bir adaya düşen uçaktan mucize eseri sağ kurtulan bir grup çocuğun adada kurduğu yaşam çemberini okuyacağız.
Zaman içinde kendi medeniyetlerini oluşturan bu çocuklar bize insanlığı ve toplum düzenini çok güzel bir dille anlatır.

Arka Kapak yazısı;
‘Sineklerin Tanrısı başlangıçta, ıssız bir adaya düşen çocukların serüvenlerini anlatan, küçükler için yazılmış̧ bir öykü, R.M. Ballantyne’ın Mercan Adası’nın çağdaş bir uygulaması sanılabilir. Hatta Golding, kendine özgü buruk alaycılıkla, okuyucunun bu sanısını pekiştirmek istercesine, Sineklerin Tanrısı’nın başlıca iki kişisine Mercan Adası’ndaki çocuklardan aldığı Ralph ve Jack adlarını verir. Mercan Adası’nda Ballantyne, oldukça duygusal ve biraz da bön bir iyimserlikle, gemileri battıktan sonra Pasifik Okyanusu’nda ıssız bir adaya sığınan üç İngiliz gencinin, Büyük Britanya uygarlığının oldukça başarılı bir küçük örneğini nasıl yeniden kurduklarını anlatır. Golding’in Sineklerin Tanrısı’nda da bir mercan adası ve İngiliz çocuklar vardır. Ama altı ile on iki yaş arasında olan bu çocuklar, gelecekteki atom savaşı sırasında, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindikleri uçak bir saldırıya uğradığı için bu mercan adasına düşmüşlerdir. Ve bu mercan adasında olup bitenler, Ballantyne’ın romanında olup bitenlere hiç mi hiç benzememektedir… Sineklerin Tanrısı’nda gördüğümüz ıssız ada da yeryüzünün cennetlerinden biridir. Çocuklar da bu adanın, okudukları Mercan Adası’na çok benzediğini söylerler. Ne var ki, başlangıçta bunu hiç sezinlemediğimiz halde, atom çağının çocukları, bu güzelim adayı her açıdan bir cehenneme çevireceklerdir.”

FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU -İlhami Algör

Okuyucusunun aklının bir köşesinde hep kalacak, derin bir etki bırakacak, kısacık, sıcacık bir öyküdür Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku. İtalyan Yokuşundan aşağı, rüzgara asılıp Tophaneye indim resmen. Dünyanın efsane şehri İstanbul sokaklarında kısa bir gezintiyle özlem giderdim. Ölü aşklardan, derin tutkulardan, sigaradan, nargileden, sokak aralarında yaşayan genci yaşlısı umutsuz tüm insanlardan bahseden samimi, çok severek okuduğum bir kitap. Umarım sizde de aynı etkiyi bırakır.  

Kendi zevklerimden oluşan öznel bir listedir her hafta size sunduğum seçki. Umarım beğenirsiniz…

Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan

Main Image by Pexels/Pixabay

#tbt: 20 Soru: Seymen Aydın

Oyuncu Seymen Aydın’ın kapak konuğu olduğu dergimizin 65 numaralı sayısında yayınladığımız bu haberi haftanın #tbt’si olarak paylaşıyoruz. Sempatik oyuncu, 6 yıl aradan sonra önümüzdeki haftalarda PiYASA Magazin’in İnstagram hesabından yapacağımız canlı yayında da konuğumuz olacak.

Karadeniz’in Kemal Sunal’ı: Seymen Aydın

1983 yılında Trabzon’da dünyaya gelen Seymen Aydın, geride birçok dizi, sinema ve reklam filmi bıraksa da hala alçakgönüllü davranmayı tercih ediyor ve “oyuncu olmaya çalışıyorum” diyor. “Bunca dizi ve sinema filmine rağmen mi?” diye soruyoruz. Genç oyuncu, “Bu işin eğitimini almamış, tamamen usta çırak ilişkisiyle mesleğini öğrenmeye çalışan ve hala ‘oyuncuyum’ demeye zorlanan biriyim. Öğrenmenin sonu yok. Geride bıraktığım her iş benim için bir okul oluyor.” diye cevaplıyor.
Bu kadar mütevazı konuştuğuna bakmayın, oynadığı komedi filmleri ve dizilerinden sonra daha şimdiden “Karadeniz’in Kemal Sunal’ı” diye anılıyor.
“Oyunculuk kanıma lise yıllarında girdi. Lisenin tiyatro gurubuyla oynadığı oyunlardan sonra Doğu Karadeniz bölgesinde en iyi erkek oyuncu seçildim, bu da bana çok büyük bir destek oldu. Ben bu işi yapacağım, konservatuar okuyacağım dedim.” diye anlatıyor ilk yıllarını…
Seymen Aydın o çok istediği oyunculuk eğitimini alamadı ama Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi.
Türkiye’nin Yıldızları isimli bir televizyon programının ardından çeşitli sinema filmleri ve dizilerde görev yaptı. Bunlardan en akılda kalan performansı Sümela’nın Şifresi Temel filmindeki Sümela Manastırı’nın bekçisini oynadığı kısa roldü. Bu bekçiyi o kadar gerçekçi oynamıştı ki, bazı köşe yazarları Seymen’i, “Sümela Manastırı’nın bekçisi profesyonel oyunculara taş çıkarttı!” diye yorumlar yaptı. Bu rolün ardından Seymen Aydın Moskova’nın Şifresi Temel’de Temel’in arkadaşları arasına katıldı. Daha sonra Birol Güven imzalı 90’lar dizisinde Top Kesen Osman karakterini canlandırdı ve “Kariyerimin en önemli rolü” dediği Bizum Hoca’daki Yaşar’ı oynadı.

Seymen Aydın’ın bazı film ve dizileri:
2006 Güldünya, 2008 Gazi, 2010 Yerden Yüksek
2011 Aşk Ve Devrim, Sen De Gitme, Sümela’nın Şifresi: Temel 2012 Ayaz, Laz Vampir Tirakula, Moskova’nın Şifresi: Temel
2013 Doksanlar, Bizum Hoca


En sevdiğiniz kelime nedir?

Ballisi 🙂

Sizi ne heyecanlandırır?
Her başlangıç ve sahneye çıkmak.

Şimdiki işinizi yapmasaydınız mesleğiniz ne olurdu?
Eğitmenin ve öğretmenin çok kutsal bir iş olduğunu düşünüyorum; Öğretmen.

En belirgin karakter özelliğiniz nedir?
Güven vermek.

Şu anki ruh haliniz nasıl?
Çok şükür.

Mutluluk rüyanız nedir?
Uçtuğumu görmek.

Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz?
Güzel resim yapabilmek.

En sevdiğiniz ses nedir?
Babamın sesi, çok özledim.

Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
Hiç kimse.

Hayatınızın mottosu nedir?
Küçük şeylerden mutlu ol ve anı yaşa.

Nerede yaşamak isterdiniz?
Bize her yer Trabzon:) sıkıntı yok.

En önemli kusurunuz nedir?
Kararsızlık

En sevdiğiniz yazar kim?
Yaşar Kemal, Jean Chrishtophe Grange.

Arkadaşlarınızda olmasını istediğiniz en önemli özellik nedir?
Samimiyet

En sevdiğiniz film kahramanı hangisidir?
Tatar Ramazan.

En büyük korkunuz nedir?
İftiraya maruz kalmak.

Tarihte en sevmediğiniz karakter kimdir?
Firavun

En büyük lüksünüz nedir?
Tatil

Öldüğünüzde Tanrının size kapıda ne söylemesini isterdiniz?
Hoşgeldin

“Yapmadan ölmek istemem“ dediğiniz şey nedir?
Dünya turu.

Bu haberler de ilginizi çekebilir:

Peters Hörtipp: Ceren Gündoğdu ‚Kapalı Gözlerle’

Ein neuer Stern aus Istanbul

Ceren Gündoğdu hat nach einigen Singles im letzten Jahr jetzt ein beeindruckendes Album herausgebracht.

Musikalisch auf hohem Niveau wird die Musik in den Streamingdiensten als Pop bezeichnet. Ausser auf ein Stück (Telefon) trifft das nicht zu, ich würde diese Musik eher als anspruchsvolle Unterhaltung, mit interssanter manchmal jazziger Stimme, bezeichnen.
Auch ihre musikalische Herkunft geht weit über Pop hinaus. Ihr Vater ist Zafer Gündoğdu, ein bekannter Saz-Virtuose, der immer wieder auch in Deutschland auftritt. Ihr Mann Volkan Coşar ist einer der führenden Trompeter der klassischen und Jazzmusik in Istanbul, der mit Kolektif Istanbul zusammenarbeitet und bei der Istanbuler Staatsoper spielt.

Auch auf der CD umgibt sich Ceren mit musikalischer Prominenz. Cihan Mürtezaoğlu ist einer der Produzenten des neuen Albums und bei manchen Liedern spielt er selber Gitarre. Der andere Produzent ist Arel Koray Nalbant. Aufgenommen wurde es in Istanbul in den Studios Pür und Babajim. Emre Nişancı, der in Berlin lebt, übernahm den Mix des Albums. Güven Ersoysal schließlich ist für das Mastering verantwortlich.
Ceren hat alle Stücke selber getextet und komponiert. Alle sieben Songs des Albums sind romantische, ruhige und tiefgreifende Songs.

Beim ersten Anhören hab ich mir gedacht, das hört sich doch gar nicht türkisch an, ausser ein Stück. Aber so ist es natürlich nicht. Die Musik in der Türkei ist ja nicht nur Saz und Ney und Darbuka. Je öfter ich mir die CD anhöre desto besser gefällt sie mir und desto türkischer wird sie für mich.

Anspieltipps:

Beklerim: Erinnert mich wahrscheinlich wegen dem Cello an Fikret Kiziloks Album Zaman Zaman, eine meiner vielen türkischen Lieblingsplatten.
Dert Bizim Kime Ne: Ja das ist das türkischte Stück, hier an der Bağlama Muhlis Berberoğlu, und nicht ihr Baba.
Seni: mein Favorit auf der CD. Hier kommt ihre Stimme besonders zur Geltung, echt cok güzel.

Hört euch die sieben Lieder dieses wunderschönen Albums selber an, gibt’s auf allen Streamingdiensten. Lohnt sich meiner Meinung wirklich.

Peter Friemelt

Länder, Bund und kommunale Spitzenverbände betonen Engagement für Klimaschutz in der Kultur

Anlässlich des heutigen Weltumwelttags der Vereinten Nationen bekennen sich die Staatsministerin für Kultur und Medien, Monika Grütters, und die Kulturministerinnen und -minister sowie die Kultursenatorinnen und -senatoren der Länder, die Vertreterinnen und Vertreter der kommunalen Spitzenverbände sowie der Kulturstiftungen der Länder und des Bundes zu mehr Engagement für Klimaschutz in der Kultur. Hierauf hatten sich alle Beteiligten bereits im Rahmen des 12. Kulturpolitischen Spitzengesprächs am 13. März 2020 im Bundeskanzleramt verständigt. Ungeachtet der beispiellosen kulturpolitischen Herausforderung durch die Corona-Krise wollen sie die entscheidende Rolle der Kultur für das Erreichen globaler Nachhaltigkeitsziele stärken. Sie erklären dazu:
„Aufgrund ihrer öffentlichen Strahlkraft, ihres Vorbildcharakters und ihrer Rolle als Impulsgeber sind Kulturinstitutionen und –akteure gefragt, wirksame Akzente beim Umwelt- und Klimaschutz zu setzen. Künstlerinnen und Künstler setzen sich seit jeher mit dem Verhältnis von Mensch und Natur auseinander. Zugleich geht es aber auch um praktische ökologische Fragen wie etwa den Ressourcenverbrauch bei künstlerischen Produktionen oder Ausstellungen, die energetische Bilanz von Theatern oder Museen, die Mobilitätskonzepte bei Festivals oder Tourneen.
Längst zeigen Vorreiter in der Kultur, dass ein nachhaltiger Betrieb oder eine nachhaltige Produktion möglich sind, ohne den künstlerischen Reichtum zu beschränken. Dass noch mehr öffentlich geförderte Einrichtungen und Kunstakteure diesen Weg einschlagen – darauf wollen wir hinwirken, dafür wollen wir entsprechende Anreize setzen, und darin wollen wir sie unterstützen.“

Eine konkrete Verabredung trafen die Gesprächsteilnehmerinnen und -teilnehmer des Kulturpolitischen Spitzengesprächs bereits gezielt für den Museumsbereich. Die Beauftragte der Bundesregierung für Kultur und Medien wird Vertreterinnen und Vertreter der Länder und Kommunen, der Museumslandschaft und Experten für ökologische Fragen zu einem Runden Tisch „Museen und Klimaschutz“ einladen.

Kulturstaatsministerin Monika Grütters sagte: „In der Kultur gibt es ein großes Engagement für ökologische Fragen und eine hohe Bereitschaft, Neues zu wagen. Das ist die beste Basis, um Akzente für mehr Umwelt- und Klimaschutz in Kunstproduktion und –betrieb zu setzen. Ich unterstütze den ökologischen Auf- und Umbruch in Kultur und Medien nach Kräften. Ein Beispiel ist unsere Gemeinsame Erklärung für eine nachhaltige Film- und Serienproduktion, die wir zusammen mit Vertreterinnen und Vertretern der nationalen und internationalen Film- und Fernsehbranche bei der diesjährigen Berlinale unterzeichnet haben. Es gibt viele Stellschrauben für mehr Klimaschutz und Ökologie in Kultur und Medien. Die aktuelle Corona-Pandemie darf uns nicht davon abhalten, diesen Weg weiterzugehen.“

Bernd Sibler, bayerischer Staatsminister für Wissenschaft und Kunst sowie Vorsitzender der Kulturministerkonferenz (Kultur-MK), hob hervor: „Die Verantwortung für unsere Erde und die kommenden Generationen muss es für uns selbstverständlich machen, auf unsere Umwelt zu achten und ressourcenschonend mit ihr umzugehen. Schon heute ist der Kunst- und Kulturbetrieb mit vielen Maßnahmen Vorbild und Beispielgeber, wenn es um Klima- und Umweltschutz geht. Gleichzeitig ist er Meinungsführer und kann beispielsweise mit gesellschaftskritischen Inszenierungen den öffentlichen Diskurs prägen. Fest steht: Jeder muss seinen Beitrag zur Bewahrung unserer Schöpfung leisten. Daher wollen wir uns gemeinsam für noch mehr Nachhaltigkeit im Kulturbereich einsetzen.“

Der Weltumwelttag wurde am 5. Juni 1972 von den Vereinten Nationen ins Leben gerufen mit dem Ziel, das Bewusstsein und Engagement für mehr Umweltschutz zu stärken.

Main Image by Tumisu/Pixabay

Meral’in Kitap Bahçesi: “Umut edenler haklı”

“Umut bin bir ayaklı, umut güneşte saklı. Umut edenler haklı, umut insanın hakkı…”
Onlar Türk edebiyatının emektar devrimcileri.
Onlar sosyalizm mücadelesinin onurlu şairleri.
Üç büyük yürek işçisi, üç yurtsever, üç büyük usta; Nazım Hikmet, Ahmed Arif ve Orhan Kemal.
Haziran ayının yitip giden en değerli edebiyatçıları.
Kendilerini bir kere daha saygıyla anıyor, şimdiden herkese iyi okumalar diliyorum.

BÜYÜK İNSANLIK -Nazım Hikmet Ran

Sayfalar dolusu satırlar yazsam, kelimeler yetersiz kalır onu anlatmaya.
1902 yılında Selanik’te dünyaya gelir romantik komünist Nazım Hikmet. İlk eğitimini annesinden ve Mevlevi şairi dedesi Nazım Paşa’dan alır. İlk şiirini 11 yaşında yazar.
Siyasi düşünceleri nedeniyle defalarca tutuklanır, yıllarca cezaevinde kalır, en güzel şiirlerini ya demir parmaklıklar ardında ya da sürgünde yazar usta şair Nazım Hikmet Ran. Kendi sesinden şiirlerinin de olduğu CD ekiyle birlikte yayımlanan Büyük İnsanlık kitabı genellikle Nazım Hikmet’in son dönem şiirlerinden oluşuyor. Kitaplığınızda mutlaka bulunması gereken muhteşem bir eser.

BÜYÜK İNSANLIK
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
trende üçüncü mevki
şosede yayan büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
7 Ekim, Taşkent, 1958

YURDUM BENİM ŞAH DAMARIM -Ahmed Arif

Şiire gönül vermiş bir başka isim Ahmed Arif. Toplumcu gerçekçi şiirimizin ustalarındandır. Yaşadığı coğrafyanın acısını yüreğinde hisseden usta şair kendisi gibi usta isimlere hayrandır. “Bir Nazım sarhoşuyum. Ezbere canımı verebilirim.” der Nazım Hikmet için.
“Sen ki benim yarı parçamsın. Suyun ötesindeki parçamsın!” diye seslenir bir başka usta isim Cemal Süreya’ya.
Yurdum Benim Şahdamarım kitabı şairin el yazıları, çeşitli fotoğrafları, Ahmet Arif şiiri üzerine kaleme alınmış yazılardan ve daha önce yayınlanmamış şiirlerinden oluşuyor…

Engereğin dişlerine işledim,
Ağu dişlerine
Oluklu, çentik…
Ve vurgun,
Gözleri bir çift cehennem
Burnuna kan tütmüş
Pars bıyığına…
Dağın pulat yüreğine işledim,
Şimşeğin masmavi usturasına
Sevdanı usul-usul
Sevdanı mısra-mısra
Lo ben seni hapislerde sevmişim,
Ben seni sürgünlerde.
Yurdum benim şahdamarım…
Yücende buzul
Ve kar,
Maviş dağ tavşanları
Gün vuranda alaran
Zemheri yılanları
Ve yakut bir hışımla
Öyle çakılan
Sonsuzluğun yakışığı kartallar.
Başım gözüm üstünesin
Suskum, avazım üstüne…
Adından başka silah
Yazgından başka günah
Daha yazmamış
Hiçbir gizli dosyada
Hiçbir açık kitapta.
Peşinde azgınları
Kanlı paranın
Yani Doların itleri,
Altın, Sterlin kurtları
Ve petrol Nemrutları
Ve kurşun Yezitleri…
Kaçgunda, kaçakta
Can havlindesin…
Ve çocuk ölüleri
Parçalanmışlar
Daha süt kokuyorlar
Ve anne ölüleri
İncecikten, gencecikten
Açık hepsinin gözleri.
Halkım benim
Askıda çığ…

NAZIM HİKMET’LE 3,5 YIL -Orhan Kemal

Kendini yetiştirme çabasıyla, bilimden felsefeye eline ne geçtiyse okuyan Orhan Kemal, Cumhuriyet döneminin en önemli yazarlarından biridir. Edebiyat dünyasına sayısız eserler kazandıran yazarın, Türk sinemasına uyarlanmış 11 tane eseri vardır. İlk öykü kitabı “Ekmek Kavgası”nı 1949 yılında yayınlayan Orhan Kemal’in edebiyat hayatı 1960’larda zirve yapar. Genellikle toprak ve fabrika işçilerinin zorluklarını ve gecekondu mahallelerini yansıtmıştır çalışmalarına. Askerlik yıllarında Gorki ve o yıllarda ‘yasaklı’ addedilen Nazım Hikmet kitapları okumak ve yabancı rejimler lehine propaganda yapmak suçlarından 5 yıl hapis cezasına mahkum olur. 1940 yılında Bursa cezaevinde ünlü şair Nazım Hikmet’le tanışır ve 3.5 yıl aynı koğuşu paylaşır. Kendisinden felsefe, siyaset ve Fransızca dersleri alır.
İki büyük ismin hapishane günlerini konu alan, keyifle okuyabileceğiniz bu muhteşem anı kitabı, bir ustanın kaleminden bir diğer ustayı Nazım Hikmet’i anlatıyor.

Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan

Meral’in Kitap Bahçesi: “Hayat bir öykü’ye benzer, önemli olan eserin uzun olması değil, iyi olmasıdır.”

Bu hafta bahsetmek için bir konu düşünürken, incelediğim kitapların hepsinin istemsiz bir şekilde mutluluk ve yaşam felsefesi üzerine olduğunu farkettim.

Evet bu hafta konumuz mutluluk. Sahi nedir mutluluk?
Tarih boyunca bütün insanların en büyük sorunsalı olmuştur. Bir çok filozof bu konuda sayısız eserler verip düşüncelerini çağlar boyunca bizlere aktarsalar da, ortak bir düşünceye varamamışlardır.
Aristoteles’e göre mutluluk hissedilebilir bir durumdan ziyade bir hayat tarzıdır.
Epikuros “Akşam yemeğinde ne yediğiniz sizi mutlu etmeyebilir ama kiminle yediğiniz sizi mutlu eder” der mesela. Buddha’ya göre ise sonu mutluluğa varan bir yol yoktur. Yol mutluluğun ta kendisidir.

Herkesin kendi içinde gerçek anlamda hissedebileceği mutluluğa en kısa zamanda ulaşabilmesi umuduyla iyi okumalar diliyorum…

MUTLU YAŞAM ÜZERİNE VE YAŞAMIN KISALIĞI ÜZERİNE -Seneca

“Bütün sanat doğanın bir taklididir” diyen Latin filozof Seneca, Stoacılık felsefesinin kurucularından ilki olarak nitelendirilir. Bu felsefeye göre insanın temel amacı mutluluktur. Mutluluğa ulaşmak için ise doğayla uyumlu yaşamak gerekir. Tabiat kurallarında insanoğlunun kendi payına düşen görevleri yapmaktır aslolan.
Mutlu Yaşam Üzerine, doğaya uyumlu yaşama mecburiyetini çeşitli açılardan ve yaşadığı dönemden örnekler vererek ele aldığı bir metindir.
Yaşamın Kısalığı Üzerine ise daha çok zamanın hızla akıp gittiğini, hayattan zevk almak yerine gereksiz meselelerle nasıl farkında olmadan uğraştığımızı, daha iyiyi ararken nasıl iyiyi kaybettiğimizi, hayatı olduğu gibi yaşamadan nasıl yok olup gittiğimizi konu alan nefis bir metindir. Beğeneceğinizi düşündüğüm çok güzel bir eser…

MUTLULUĞUN KAZANILMASI -Farabi

Filozof, gökbilimci, müzisyen. Çok yönlü bir kişiliktir Farabi. Yükseköğrenimini Bağdat’ta tamamlamış ve zamanın ünlü bilgilerinden ders almıştır. Aristoteles ve Platon’un eserlerini incelemiştir. Felsefenin dil, siyaset, doğa ve zihin ile ilgili dallarında eserler vermiştir. Müzik ilmini de bilimsel bir temele oturtmuş olan Farabi, bu alanda çok önemli çalışmalar yapmış ve ayrıca psikoloji alanında da önemli eserler vermiştir. Toplumsal yapının oluşmasında üç temel unsura değinmiştir Farabi;
*İnsanların bir varlık oluşu.
*İnsanların ihtiyaçları.
*En üstün iyilik olan mutluluğa ulaşma isteği.
Fârâbî insanı sosyal bir varlık olarak kabul ettiği için, insanın ilk önce bireysel olarak gerçekleştirmesi gereken erdemlerin, toplumsal boyutuna da önem vermesi gerektiğini belirtir. Ona göre insan maddeden kurtulabildiği oranda mutludur. Ona göre mutluluk da; insan ruhunun varlık bakımından güç alacağı bir maddeye ihtiyaç duymadığı mükemmellik derecesine ulaşmasıdır. 
Siyaset felsefesi alanındaki en önemli eseri olarak kabul edilen Mutluluğun Kazanılması bence Seneca’dan sonra okunabilecek güzel bir çalışma olabilir…

MUTLULUK ÜSTÜNE FELSEFİ BİR YOLCULUK -Frederic Lenoir

Mutluluk nedir? Bu sorunun bir tek cevabı çok. Belki tam anlamıyla net bir cevabı da yok. Çok kişisel, kişiye göre değişken bin tane cevabı olabilir. Ama tabi her cevabın kendine göre haklılık payı vardır.
Frederic Lenoir mutluluk kavramını birkaç filozofun yaklaşımını temel alarak ele aldığı için, çok farklı pencerelerden bakmanızı sağlıyor. Epikuros, Aristoteles, Schopenhauer, Kant, Sokrater, Voltaire, Buda, Epistotes, Spinoza, Montaigne gibi düşünürlerin fikirlerine de bu eserde yer verilmiş. Mutluluk sahiden de dipsiz bir kuyu aslında. Bulabilene aşkolsun..
Tanıtım bülteninden:
Yazdığı kitaplar dünyada yirmiden fazla dile çevrilmiş ve dört milyondan fazla basılmış olan felsefeci, sosyolog ve dinler tarihçisi Fradaric Lenoir bu kitabında insanlığın ortak bir arayışı olan mutluluğu inceliyor. Kitabında okurlarını, düşünce tarihinde “mutluluk nedir?” sorusuna verilmiş cevapların çeşitliliği içinde oldukça renkli ve sorgulayıcı bir yolculuğa çıkarıyor. Sokrates, Epikuros, Epiktetos, Aristoteles, Schopenhauer, Montaigne, Spinoza, Kant gibi Batılı filozofların fikirlerinden, Buda, Zhuangzi, Laozi gibi Doğu bilgelerinin öğretilerine uzanan ve de mutluluk sorusunu kendine soran meraklı zihinler için ufuk açıcı bir yolculuk…

Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan

Main image by StockSnap/Pixabay

Bundeskanzlerin Merkel: Weiter mutig und wachsam bleiben

Bundeskanzlerin Merkel bedankt sich im Video-Podcast vor Pfingsten bei den Menschen in Deutschland, die sich in den zurückliegenden Monaten der Corona-Pandemie von Vorsicht, Vernunft und Verantwortung für andere haben leiten lassen. “So haben wir viel geschafft in diesen vier Monaten”, sagt Merkel. Gleichzeitig kündigt die Kanzlerin ein Konjunkturprogramm an, das der Wirtschaft helfen soll, wieder Tritt zu fassen und zu wachsen. Dies soll in der nächsten Woche beschlossen werden.

Mit dem Konjunkturprogramm solle gleichzeitig Innovation und nachhaltigem Wirtschaften ein Schub gegeben werden, um auf Zukunftsfeldern stark zu werden. Merkel erinnert auch daran, dass die Bundesregierung auf den schweren wirtschaftlichen Einbruch, den die Pandemie für Deutschland bedeutet, sehr früh mit gewaltigen Hilfsprogrammen reagiert habe. “So konnten wir seit März Unternehmen stützen, Selbstständigen helfen, Millionen von Menschen den Arbeitsplatz bewahren”, sagt Merkel.

Darüber hinaus sei es erfreulich, dass das öffentliche und wirtschaftliche Leben in vielen Bereichen wieder in Gang gekommen ist. “Ich hoffe, wir können viele weitere Schritte machen, ohne die Infektionen wieder anzufachen. Wenn wir mutig und wachsam bleiben, könnte uns das gelingen”, sagt Merkel. “Freuen wir uns über alles, das jetzt wieder geht, und nutzen wir es. Aber seien wir dabei rücksichtsvoll, und respektieren wir das Schutzbedürfnis der anderen. Mindestabstand halten, Mund-Nasen-Schutz wo vorgeschrieben, Händewaschen – das alles ist Voraussetzung, dass wir uns wieder freier bewegen können.”

Mit Blick auf die bevorstehende deutsche EU-Ratspräsidentschaft, die am 1. Juli beginnt, betont die Bundeskanzlerin, dass man in den letzten Monaten noch tiefer erfahren habe, wie sehr Deutschland mit seinen europäischen Partnern verbunden sei. Es sei notwendig gewesen, Grenzen zeitweilig wieder streng zu kontrollieren. Das habe auch weh getan. Das Motto der Ratspräsidentschaft sei nun: “Gemeinsam. Europa wieder stark machen”. Für die Kanzlerin bedeutet das: “Den Binnenmarkt wieder aufblühen zu lassen, schwer von der Pandemie betroffenen Mitgliedsstaaten solidarisch zu helfen, auch weil diese Hilfe in unserem eigenen Interesse ist, uns gemeinsam aus der Krise zu befreien.” Dafür trage Deutschland in der zweiten Jahreshälfte besondere Verantwortung, sagt die Bundeskanzlerin.

İnstagram Canlı Yayın: Şükrü Özçevik ile ‘kısa film ve yönetmenlik’

PiYASA Magazin’in Instagram hesabından bu akşam (28.05.2020) yapılacak olan canlı yayında yönetmen Şükrü Özçevik, Hamide Türker’in konuğu olacak.

İki kurgu kısa film ve bir belgesel gibi çalışmaları olan Şükrü Özçevik, yaklaşık bir saat sürecek olan canlı yayında ‘kısa film ve yönetmenlik’le ilgili soruları cevaplayacak.

Her hafta salı ve perşembe günleri canlı yayınlarımızda siyaset, kültür-sanat, iş dünyası gibi farklı alanlardan isimlerin konuğumuz olduğu canlı yayınları kaçırmamak için instagram hesabımızı takibe alın.

2020 Bavyera Entegrasyon Ödülü Yasemin Günay’ın

Bavyera Eyalet Parlamentosu Başkanı Ilse Eigner ve uyumdan da sorumlu İçişleri Bakanı Joachim Herrmann ile hükümetin uyumdan sorumlu Milletvekili Gudrun Brendel-Fischer, 2020 yılı Bavyera Uyum Ödülleri’ni verdi. Birincilik ödülünü ‘Gezici Hospis’ projesiyle Yasemin Günay aldı.

Eyaletin ilk uyum sorumlusu olan Milletvekili Martin Neumeyer tarafından hayata geçirilen Uyum Ödülleri bu yıl 132 aday arasından Bavyera Uyum Konseyi tarafından yapılan seçimde kazanan 3 projeye verildi.

Toplam 6 bin Euro ödüllü “Gönüllülük kapıları açar” temalı projeler arasından birincilik ödülünü göçmen kökenlilerin örnek çalışması ürünü olan ‘Gezici Hospis’ projesinin sorumlusu Yasemin Günay aldı.

Hospitzdienst DaSein e.V adlı dernek 30 yıldan beri kişinin son yolculuğunu insan haysiyetine uygun geçirebilmesine yardımcı olmakta ve 6 aylık kurslarla, özellikle göçmen kökenlileri, gönüllülük esasına göre yetiştirmekte.

İkincilik ödülü 2 bin Euro  ile Elizabeth Bauer yönetimindeki Landshut ‘Gönüllüler Ajansı’na göçmen kökenlilerin kreşlerdeki küçüklere yaşadıkları ülke kültürünü anlayıp tanımaları yönünde hikaye/masal inisiyatifi nedeniyle verildi.

Bin Euro değerinde üçüncülük ödülü ise Marktheidenfeld Minigolf projesine, 16 yaş üzeri

sığınmacı gençlere minigolf sahalarını müstakil yönetmeleri eğitimi veren projenin oldu.

Orhan Tinengin

İnstagram Canlı Yayın: Süreyya Akay ile müzikli sohbet

PiYASA Magazin’in Instagram hesabından bu akşam (26.05.2020) yapılacak olan canlı yayında solist Süreyya Akay, Hamide Türker’in konuğu olacak. Müzikli sohbet şeklinde gerçekleşecek olan yayın saat 21.30’da başlayacak ve yaklaşık bir saat sürecek.

Süreyya Akay, etkileyici ses rengi ve yorumuyla 2003’te Münih Armoni Ahenk TSM korosunda dikkatleri üzerine çekerek başladığı müzik yolculuğunda Kemal Sahir Gürel prodükörlüğünde çıkan Dem-i Devran karma albümünde ‘Kuş Dili’ adlı parçayı seslendirdi ve ardından yine KSG etiketiyle ‘Kalben’ isimli dört parçalık maxi single çıkardı. Akay, çeşitli müzisyenlerle yer aldığı projeler kapsamında konserler vermeye devam ediyor.

Her hafta salı ve perşembe günleri canlı yayınlarımızda siyaset, kültür-sanat, iş dünyası gibi farklı alanlardan isimlerin konuğumuz olduğu canlı yayınları kaçırmamak için instagram hesabımızı takibe alın.

Süreyya Akay ile ilgili diğer haberlerimize burdan ulaşabilirsiniz.