Bavyera’da trafikte ölümleri asgariye indirmek amaçlı alınan tedbirler olumlu sonuç verdi. İçişleri Bakanı Joachim Herrmann ile Ulaştırma Bakanı Kerstin Schreyer geçtiğimiz günlerde düzenledikleri basın konferansında yedi yıl önce başlatılan ‘Trafikte ölümleri azaltma programı’nın başarıya ulaştığını ve 2020’ye kadar trafik kazalarında ölümlerin sayısının 541 olduğu belirtildi.
Ulaşım Bakanı Schreyer, 2013-2020 arası toplam olarak yapılan 440 Milyon Euroluk yatırımla otoyollarda, kentlerarası ve tali yolların tehlikeli bölüm ve kavşaklarında gerekli düzenlemeyi yaparak yol kenarlarındaki koruma şeridi ve bariyerleri ile sollamayı kolaylaştıran üçüncü bir şerit inşa ederek trafik lambalarını optimal ayarlayarak, yeni bisiklet yolu ve yaya geçitleri düzenlemesiyle trafikte ölümlerin 2019 yılında 541 düzeyinde kaldığını söyledi.
içişleri Bakanı Herrmann ve Ulaştırma Bakanı Schreyer
Bakanlarının toplantıda yaptığı açıklamada yer verilen bilgiler ayrıca şöyle:
-Yedi yıl önce başlatılan kazalarda ölümleri azaltma programıyla sadece vasıta sürücülerinin değil motosikletlilerin de alınan tedbirlerle, mesela 2011’de 159 olan ölüm sayısının 2019’da 114 olarak yüzde 28 azaldı.
-Otoyol ve tali yollarda tehlikeli noktaların ve yol kenarları koruma bariyerlerinin ıslahı için toplam 440 Milyon Euro yatırım yapıldı. Bakan Schreyer tarafından vurgulandı.
-Yayalar ve bisikletlilerin yol güvenliği bağlamında öne çıktığına işaretle, önümüzdeki on yılı kapsayacak yeni bir yol güvenliği programı hazırlanıyor.
– Uygulanan ‘güvenli ulaşım programı’ ile trafikte ölüm sayıları 2011 yılına göre yüzde 30 azalışla 541olarak bu konudaki istatistik bilginin kayıt edildiği 60 yıl öncesine kıyasla en düşük seviyede.
2030 yılına kadarki dönemi kapsayacak yeni güvenli ulaşım programı çalışmasına 2021 başında başlanacağını söyleyen Ulaştırma Bakanı Schreyer, kazaların sıfırlanmasının mümkün olmadığını ancak en aza indirmenin hedeflendiğini de belirtti.
Hayatlarını kalemiyle, kağıda döktükleriyle kazanmayı hayal eden ama çoğunlukla bu sevinci tek başına yaşayan ünlü yazarlarımız sanırım sadece zorlu hayat şartlarına değil, aynı zamanda “Senin yolun yol değil, bırak şu kalemi, kağıdı; git mesleğini yap, avukat ol, memur ol” diye söylenen ailelerine karşı da büyük mücadele vermiştir maalesef. Tabiri caizse kendi burnunun dikine gitmişlerdir. Balzac mesela; babasıyla pazarlık eder resmen. İki yıl içinde ünlü bir yazar olmazsa noterdeki küçük odasına geri dönecektir. Ama tabii ki sonuç ortada… Ya da henüz 11 yaşındayken babasını kaybeden, onu sevmeyen dedesinin himayesine giren ama bir süre sonra evden kovulan ve o yaşına rağmen tersanelerde çıraklık yapan bir başka değerli isim. -Kitap okumayı sever misin? -Kitap okuyacak vaktim yok ki…” “Sevseydin, vakit bulurdun!” diyen Maksim Gorki. Çok severek ve bir solukta okumuşumdur romanlarını… Ya babasından sürekli kemerle dayak yiyen Bukowski’ye ne demeli? Çoğu geceler sokakta yatan Charles Bukowski yazar olma sürecini kısaca şöyle anlatır; “İki seçenekten birini seçmek zorundaydım. Ya posta ofisinde kalıp delirmek ya da yazmaya oynayıp açlıktan ölmek. Ben aç kalmayı seçtim.” Ben de hep kendi burnumun dikine giderim aslında. Birgün sevilen, gerçek bir yazar olur muyum bilmem ama o burnunun dikine giden kalem ustalarına fena halde özeniyorum.
Kitap deryasında iyi bir hafta diliyorum herkese…
EKMEK ARASI -Charles Bukowski
İlk hikayesi 24 yaşında yayımlanır Bukowski’nin. Kendine has üslubuyla yazdığı, fazla doğal ve argo şiir ve hikayelerini yayıncılar pek ciddiye almaz. Bukowski, bu yüzden yaşadığı hayal kırıklığı nedeniyle 10 yıl boyunca bir şey yazmaz. Amerika’nın dört bir yanını dolaşarak, birçok işte çalışır; Bulaşıkçı, kapıcı, benzin istasyonunda pompacı, bekçi, kamyon şoförü, fabrika işçisi ya da postacı olarak. Kendi hayat hikayesini anlattığı Ekmek Arası, yeraltı edebiyatı seven okurlar için kitaplığından asla eksik etmeyecekleri bir eser. Bu türü ve Charles Bukowski’yi merak ediyorsanız Ekmek Arası güzel bir başlangıç olur. Çocukluğunu, gençliğini, küfürleri, alkolü, kadınları öyle bir dille anlatmış ki… Asla kibar olmaya çalışmayan bir üslupla, düşündüğünü tereddütsüz apaçık bir şekilde ifade edebilen ve hayatın bütün acımasızlığına rağmen pes etmeyen Bukovski’yi doğuran kitaptır bana göre. Dili argo evet ama hayatın kendisi ona argo zaten. Onu anlayabilmek çok zor değil. Tanıdıktan sonra çok seveceğiniz bir usta isimdir. Ama okuduktan sonra siz de onun gibi artık hayatı umursamaz bir hale gelebilirsiniz. Benden söylemesi..
SUÇ VE CEZA – Fyodor MihaylovicDostoyevski
Sürekli sarhoş bir babaya ve hasta bir anneye sahip olan Dostoyevski’nin çocukluğu yatılı okullarda geçer. Sara hastalığı ve bitmek bilmeyen depresyonuyla ömrü boyunca mücadele eder. Yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarını konu alan romanları yüzünden çoğu zaman başı belaya girer. Küçük bir otel odasında ve ekonomik sıkıntılar içinde yazdığı Suç ve Ceza’yı bilmeyen, Suç ve Ceza denilince Dostoyevski aklına gelmeyen yoktur diye düşünüyorum… Bana göre psikolojik olduğu kadar felsefesiyle de ön planda tutulması gereken bir başyapıt. Bu çalışmanın sağlam bir düşünceye ve akıcı bir öyküye sahip olması; yazım tarzını, konusunu, kahramanlarını ve felsefesini şekillendiren en temel unsurlar olmuş. Söylenebilecek çok şey var aslında ama Dostoyevski’nin yaşamı ve birikimi sayesinde oluşan bu şaheser klasiklerin demirbaşı niteliğinde… Aynı zamanda psikolojik ve de ideolojik bir roman olan Suç ve Ceza edebiyat ve hukuk ilişkilerinin dönüm noktalarından biri olmuştur. Yabancılaşma, karamsarlık, toplum eleştirisi, yalnızlık, suç, ceza, başkaldırı, adalet, bozuk düzen, iletişimsizlik, yoksulluğun, sefaletin ve hastalıkların çarpıttığı, yalnızlığa ittiği insanlar, onların karanlık, düşsel dünyaları, aşırı karamsarlık, yabancılaşma Suç ve Ceza’nın ana temalarından bazılarıdır. Kişinin yaşama imkânını gözetmeyen bozuk düzenin ve toplumsal dayatmaların, onu nasıl bir girdabın içine ittiği ve giderek de ezip yok ettiği ağırlıklı olarak işlenir. Çarpık düzene ağır bir eleştiridir Suç ve Ceza…
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN -Sabahattin Ali
Sevgi ve aşk temasını sıkça gördüğümüz eserlerinin yanı sıra toplumsal sorunlara yönelttiği eleştiriler yüzünden sıkıntılı zamanlar yaşayan yazarımız Sabahattin Ali de, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli yazarlardan biridir. 13 – 14 yaşlarında yaşadıkları bölge Yunan işgali altında olduğu için babası maddi sıkıntılar yaşar. İlkokuldan sonra parasız yatılı olarak okur Sabahattin Ali. Gençlik yıllarında siyasi görüşünü benimsemeyen ırkçı ve aşırı milliyetçi kişiler tarafından zaman zaman tehdit edilen ve ne yazık ki 1948 yılında katledilen Sabahattin Ali, 41 yıllık ömrüne birbirinden değerli eserler sığdırmıştır. Dünya çapında ün yapmış sanatçılarımız Sezen Aksu, Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli, Edip Akbayram gibi isimlerce bestelenen şiirleriyle, sinemaya ve televizyona uyarlanan hikayeleriyle, Kürk Mantolu Madonna, Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan gibi her dönem çok satan ve her kuşağın keyifle okuduğu romanlarıyla edebiyat dünyasında çok önemli bir yere sahiptir Sabahattin Ali… Ölümünden 8 yıl önce kaleme aldığı İçimizdeki Şeytan’da, kahramanları Ömer, Macide, Nihat ve Bedri üzerinden, kimi zaman hepimizin içinde bulunduğu toplumsal baskının üzerimizdeki etkisini okuyacaksınız. Ömer ve Macide’nin aşkını konu alan romanda çoğu zaman kahramanlarımızın iç sesleri üzerinden iç hesaplaşmalarını, Ömer’in sürekli kendini sorgulamasını ve başarısızlığını okuyacaksınız… Ayrıntısı detaylarda gizli olan ve beklenmedik bir anda ortaya çıkabilen kötü tarafımız… Gelgelelim, “İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var,.. Tembellik var.. İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikatleri görmekten kaçma itiyadı var…”
PiYASA Magazin’in Instagram hesabından 21 Mayıs akşamı yapılacak olan canlı yayının konuğu müzisyen Murat Güngör olacak.
Bu akşam Almanya saati ile 21.30’da başlayacak olan canlı yayında Hamide Türker’in konuğu olacak Murat Güngör, hem canlı yayında soruları cevaplayacak hem de şarkılarından örnekler seslendirecek. Birçok konser ve etkinlikte tanınmış isimlerle de yer alan Murat Güngör’ün 2013 yılında çıkan ilk solo albümü Viran’ın yanı sıra yer aldığı bir karma albüm (Dem-i Devran) ve 4 tekli çalışması var.
Her hafta salı ve perşembe günleri canlı yayınlarımızda siyaset, kültür-sanat, iş dünyası gibi farklı alanlardan konuklarımız olacak. Takipte kalın, bize katılın. @piyasamagazin
Pandemi nedeniyle uzun süredir kapalı olan sinemaları özleyenler için bu süreçte çeşitli şehirlerde geçici arabalı sinemalar (Autokino) açılıyor. Autokino’larda gösterilen filmler yeni olmamakla birlikte çoğunluğu farklı dallardan klasikleşmiş filmlerden oluşuyor.
Korona kısıtlamaları nedeniyle biletleri sadece dijital satın alınabilen Autokino’larda uyulması gereken başka kurallar da var. Araba başına en fazla beş kişi ve bu kişilerin en fazla iki ayrı hanede yaşıyor olması ve arabadan sadece ihtiyaç halinde maskeyle çıkılması gibi.
Film gösterimleri hava kararmaya başladıktan sonra olan Autokino’lar şimdilik ağustos sonuna kadar hizmet verecek. Gelişmelere göre bu süre uzatılabilecek.
Nürnberg
Nürnberg’de de 30 yıl aradan sonra tekrar araba sineması (Autokino) açıldı. Autokino’da gösterilen ilk film Altın Palmiye ödüllü Pulp Fiction filmi oldu.
30 yıl aradan sonra geçtiğimiz cumartesi günü hizmete giren araba sinemasının biletleri satışa sunulduktan 20 dakika sonra tükendi. Film için rezervasyonun açıldığı ilk saniyede ilk bilet satılırken 230 kişi filmi izleme fırsatı buldu. Autokino’da gösterilen filmler arasında Ghostbusters, Passengers, James Bond 007 – Skyfall da yer alıyor. Programa buradan ulaşabilirsiniz.
Münih’te ‘Pop up Autokino’ adı altında dün akşam açılan arabalı sinemada ilk gösterilen film Bora Dağtekin’in ‘Mükemmel Sır’ı oldu.
Fiyatlar araba başı 20 Euro ve arabadaki her diğer kişi için artı 5 Euro olarak belirlenmiş. Bir araba ve iki kişi gidildiğinde normal sinema fiyatı ediyor.
Bu hafta gösterilecek filmler arasında Rossini, Saturday Night Fever ve Call Me By Your Name gibi filmler yer alıyor. Programa buradan ulaşabilirsiniz.
Adres: Parkplatz des Zenith München, Lilienthalallee 29, 80939 München
Autokino’ya giderken patlamış mısır ve içeceğinizi almayı unutmayın. Henüz bu iki sinemada da satış yapılmıyor. İyi seyirler!
Taner Tüzün / Tuba Türker Foto: Markus Distelrath/Pixabay, Taner Tüzün
PiYASA Magazin’in Instagram hesabından 19 Mayıs akşamı yapılacak olan canlı yayının konuğu Nurdan Filiz Yılmaz olacak.
On yıldır Make Up Artist ve kaş uzmanı olan ve son yıllarda kendi işini kuran Nurdan Yılmaz, bu akşam Almanya saati ile 21.30’da canlı yayınımızda güzellik kariyerini ve güzellik sırlarını anlatacak. Yaklaşık bir saat sürecek olan yayında izleyicilerden gelen sorulara da yer verilecek.
Her hafta salı ve perşembe günleri canlı yayınlarımızda siyaset, kültür-sanat, iş dünyası gibi farklı alanlardan konuklarımız olacak. Takipte kalın, bize katılın. @piyasamagazin
Bavyera’da 2019 yılında Alman vatandaşlığına geçişte rekor kırıldı. Bölgede Alman vatandaşlığına geçen toplam 20 bin 977 kişinin 2 bin 19’u Türkiye kökenli.
Bavyara İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, geçtiğimiz hafta bu sayıları vatandaşlığa geçenler arasından seçtiği 3 örnek kişiyle birlikte düzenlenen bir basın toplantısında duyurdu. Seçilen üç kişi arasında Türkiye kökenli Emrah Taşdemir de yer aldı. Bakan Herrmann, vatandaşlığa geçme kararı alan ve örnek olarak törene katılan Bosna-Hersek doğumlu Dinko Skopjak, İtalya’nın Südtirol bölgesinden Verena Voppichler ve Türkiye kökenli Emrah Taşdemir’i basına tanıtarak, çiçek verdi.
Soldan sağa: Dr. Emrah Taşdemir, Verena Voppichler ve Dinko Skopjak
Bakan Herrmann tarafından tanıtılanlar arasında bulunan Dr. Emrah Taşdemir, Alman basınının ilgi odağı oldu. İstanbul doğumlu olan Taşdemir, 2003 yılında geldiği Aachen Üniversitesi Elektroteknik-İnformatik bölümünden doktor ünvanıyla mezun olduktan sonra geldiği Münih’te özel bir şirkette 5G proje görevlisi olarak çalışıyor.
Dr. Emrah Taşdemir, Alman basının da ilgi odağı oldu
Alman vatandaşlığına geçenlerin arasında 9 bin 272 Avrupa Birliği, 2 bin 87 Birleşik Krallık (İngiltere), bin 972 Romanya, bin 23 İtalya, 887 Polonya, 564 Hırvatistan vatandaşı bulunuyor.
Breksit etkisi: İngiliz vatandaşlığından Alman vatandaşlığına geçişte 2015’e kıyasla (toplam 86) büyük artış görülmesi ise AB’den ayrılmasının (Brexit) etkisi olduğunu akla getiriyor. Bilindiği üzere AB ülke vatandaşlarının Alman vatandaşlığına geçişinde kendi vatandaşlıklarından ayrılmaları şartı yok.
Avrupa Birliği dışından gelenler içinde Alman vatandaşlığına geçiş sayısı en yüksek olan ise 2 bin 19 ile Türkiye’den.
Kimi sesiyle dokundu kalbimize, kimi elleriyle. Kimi müziğiyle etkiledi bizi, kimi renklerle oynadı tabloları üzerinde. Kelime cambazıdır kimisi, satırlara boğar bizi. Kimi bilime, bilim kurguya, kimi şiire, romana olan sevdasını döker kağıda bizi alır götürür bambaşka diyarlara. Kendi adıma söylüyorum, belki de tüm bu renkleri bir araya toplayabildiği için, sanatın en güzel dalıdır edebiyat. Yazabilmek için, çizebilmek için, söyleyebilmek için, çalabilmek ve daha niceleri için engel tanımayan bu değerli insanların önünde bir kez daha saygıyla eğilerek, herkese sağlıklı günler dilerim. İyi okumalar…
SOL AYAĞIM -Christy Brown
Beyin felci ile dünyaya gelmiş ve uzun süre hareket ve konuşma yetenekleri olmadan yaşamış olan Christy Brown için doktorlar, zihinsel özürlü olduğunu düşündüklerini ve öleceğini söyleseler de, anne ve babası buna aldırmayarak onun eğitilebileceğine inandılar. Ailesinin, arkadaşlarının ve yakınlarının çabaları sayesinde Christy, sol ayağını kullanarak yazmayı ve resim yapmayı başarır. Zamanla konuşmaya da başlaması ile birlikte, tedavi biçimi değişerek fizyoterapiye ağırlık verilmiş ve böylelikle daha rahat hareket etmeye başlar. 1954 yılında yazdığı ilk romanı Sol Ayağım, kendi hayat hikayesini konu alan otobiyografik bir romandır. Kitap daha sonra 1989 yılında, başrolünü Daniel Day-Lewis’in oynadığı çok başarılı bir filme uyarlanır.
UÇSUZ BUCAKSIZ -Ursula Le Guin
Fantastik ve bilimkurgu dünyasının kadın kahramanı Ursula Le Guin’in bu alanda farklı bir yeri var. Genel anlamda Bilimkurgu okurları için Ursula Le Guin’in yeri özeldir. Güncelliğini hiç kaybetmeyen kitapları, yıllardır çok satanlar arasında yer alır. Diğer kitaplarında yer alan üç öykünün yanı sıra Türkçeye ilk kez çevrilen iki öyküsüyle birlikte toplam beş uzun öyküden oluşuyor Uçsuz Bucaksız. Rüzgârın On İki Köşesi kitabında yer alan “İmparatorluklardan Daha Uçsuz Bucaksız ama Daha Yavaş” dünyadan uzakta, her birinin ayrı özellikleri olan bir grup bilim insanıyla bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Diğer bir öyküsü “Buffalo Kızları, Akşam Dışarı Çıkmayacak Mısınız” Amerika’nın güneybatısında çölde kaybolan genç bir kadını anlatıyor. “Herneler” de dört kuşak kadını bir Yunan efsanesi anlatarak yan yana getiriyor yazar. “Seggri Meselesi” öyküsü kadınların ve erkeklerin birbirinden tamamen ayrı yaşadığı, kadınlar Orta Çağ evlerinde yaşarken, erkeklerin kalelerde yaşadığı, kadınların sayısının erkeklerin sayısından altı kat daha fazla olduğu bir dünyada geçiyor. Kitabın son öyküsü “Halktan Bir Adam” da ise Özgürlüğü ele almış yazar. Öykü doğup büyüdüğümüz yerleri unutmamız, reddetmemiz gerektiğini anlatıyor. Öyküleri ile özgürlüğü, cinsiyetsizliği ve empatiyi bize tekrar tekrar anlatan Ursula Le Guin’i bugüne kadar okumadıysanız “Uçsuz Bucaksız” bir başlangıç kitabı olabilir.
KALBİMİN CAN MAYASI -İclal Aydın
Son derece sempatik bulduğum, hiç görmediğim halde, ilginç bir şekilde çok yakın hissettiğim insanlardan biri İclal Aydın. Kendisi kadar sıcak gelir bana yazdıkları. Bu roman da öyle. Bir devam kitabıdır, Dönüş, Derya ve Türkan’ın hikayesi olan Üç Kız Kardeş romanının devamı, sıcacık bir aile hikayesi. Kendinizden mutlaka bir parça bulacağınıza inandığım duygu yüklü ama unutmaya yüz tutmuş bazı değerleri tekrar içimizde, ta derinlerde bir yerde hissettiren, güzel bir roman Kalbimin Can Mayası.
Tanıtım Bülteninde diyor ki: “İnsan bir hikayeye kendini kaptırdığında, bir bakıyor ki karşısındakini anlamaya başlamış. Nedenini bilmeden peşine düştüğümüz duyguların, izini sürdüğümüz tutkuların, hapishanemiz olan korkuların bize bizden önceki nesilden kaldığına kanaat getirdim. Unutmamak, hatırlamak, birbirini tamamlamak için aslında. Diken kelebeklerinin göçü altı nesil sürüyorsa ve nesiller birbirinde devam ediyorsa, dağın bu yanıyla öbür yanını, denizin bu ucuyla öteki ucunu, bir kıtanın başlangıcıyla bitimini aynı anda görebilen hangi nesildir? Dün, bugün ve yarın, bir neslin yolunda kesiştiğinde hikâyeler nasıl değişir? Belki de, Kiraz’ın Defne’ye söylediği gibi bir aynaya tutulur bütün hikâyeler: “Büyürken, genç kız olurken fark ettim ki, benim annem de sen ve senin annen için öteki kadın. Annelerimize yaşatılan reddedilişin iki ucuyduk seninle. Rüçhan Hanım’ın ölüme giderken hüzünle baktığı bir aynayız biz. Birimiz aynanın sırrı, diğerimiz camıyız.” Üç kız kardeş Türkân, Dönüş ve Derya’nın hikâyesi, Ayvalık’ta kaldığı yerden, bağımsız kurgusu ve tanıdık karakterleriyle devam ediyor.
Mercan Dede bu akşam (13.05.2020) Yapı Kredi Bomontiada İnstagram hesabında Burak Ünaldı ile canlı yayında olacak. Türkiye saati ile 21.00’da başlayacak olan canlı söyleşinin teması ise ‘Huzur’. ‘İçinden geçtiğimiz olağanüstü dönemden iç huzurumuzu kaybetmeden çıkabiliecek miyiz?’
Geçtiğimiz yıl Yapı Kredi’nin isim sponsoru olmasıyla birlikte Yapı Kredi Bomontiada olarak bilinen kültür eğlence kompleksi’nin etkinlikleri salgın günlerinde instagram hesabından devam ediyor. Yapı Kredi Bomontiada instagram hesabından canlı yayını şöyle duyurdu:
“Artık yeni bir normal var çünkü eski normal doğru işlemiyordu.” diyenlerden misiniz yoksa bunun gelip geçici bir dönem olduğunu düşünenlerden mi? Bu dönemi sadece geçirmeye mi çalışmak lazım yoksa bildiğimiz tüm gerçekleri ve normalleri sorgulamak için bir fırsat olarak mı görmeliyiz? Her birimiz için hiç alışılmadık olan bu yeni durumdan iç huzurumuzu kaybetmeden nasıl çıkacağız? Bütün bu soruların cevabı Mercan Dede ve Burak Ünaldı ile 13 Mayıs Çarşamba akşamı 21.00’de @yapıkredibomontiada hesabımızda canlı yayında!
PiYASA Magazin’in Instagram hesabından yarın akşam yapılacak olan canlı yayının konuğu Irmak Karaca olacak.
Uzun yıllardır İstanbul’da performans müzisyenliği yapan Karaca, korona kısıtlamalarından hemen önce sahne almak için geldiği Almanya’da kaldı. Bu dönemin de konuşulacağı bol müzikli sohbetli canlı yayın yarın akşam (12 Mayıs) Almanya saati ile 21.00’da başlayacak. İstek şarkılara ve gelen sorulara da yer verilecek olan yayın yaklaşık bir saat sürecek.
Her hafta salı ve perşembe günleri canlı yayınlarımızda siyaset, kültür-sanat, iş dünyası gibi farklı alanlardan konuklarımız olacak. Takipte kalın, bize katılın. @piyasamagazin
Türkiye’de engellilik hakkında toplumsal duyarlılığın artması amacıyla 10-16 Mayıs haftası Türkiye Engelliler Haftası ilan edilmiştir. Bu hafta nedeniyle Engelsiz Hayat Dayanışma Derneği (EHDD) bir açıklama yayınlayarak “Kutlama değil, erişilebilirlik ve iletişim engellerinin kaldırılmasını istiyoruz.” başlıklı bir açıklama yayınladı.
Erişebilirlik Uygulamaları ve İletişim Danışmanı Adem Kuyumcu imzalı açıklamada, “Kentlerin, binaların, sosyal alanların mimari erişilebilirlik ve ulaşılabilirlik sorunları bir tarafta devam ederken diğer tarafta engelliler ve aileleriyle iletişim konusunda da ciddi sorunlar yaşanıyor. Engellilik hakkında toplumsal iletişim dilimizi, resmi iletişim dilimizi ve basın organlarında ve sosyal medyada kullandığımız iletişim dilimizi düzeltmemiz gerekiyor.” dendi.
Türkiye’de yüzde 12,60 olan engelli oranıyla 10 milyon 500 bin civarında kayıtlı engelli bulunduğu ve aile bireyleriyle birlikte 40 milyon civarında vatandaşın engellilikten etkilendiği de vurgulanan açıklamada, Engelli bireylerle iletişimde dikkat edilmesi gerekenler maddeler halinde yer alıyor.
Özellikle kendini ‘iyi insan’ olarak tanımlayan herkesin bilgilenmesi için yayınlanan toplam 15 madde arasında ‘doğru bilinen yanlışlar’ da var. Bunlardan bazıları özetle şöyle:
Farkındalık günlerinde kutlama mesajı yayınlamayınız! Engelli olmak keyfi bir tercih değildir. Zorunlu bir yaşam durumudur. İnsan engelli olduğu için kutlanamaz.
Geçmiş olsun demeyiniz! Engellilik hastalık değildir geçmez. Engellilik bir yaşam biçimidir. Engellilik iyileşecek bir durum değildir. Engelliler ve sağlıklı kişiler şeklindeki tanımlamalar yanlıştır. Engelli bireyler ve engelli olmayan bireyler olarak ifade etmek doğrudur.
Sevgi her engeli aşar deyimini kullanmayınız! Engellileri sadece sevmeniz değil önlerine çıkan engelleri kaldırarak hayata katılımlarını sağlamanız engelleri aşar.
Hepimiz engelli adayıyız demeyiniz! Engellilik keyfi bir durum veya tercih değildir, zorunlu bir yaşam biçimidir. Bu nedenle engelliliğe aday olunmaz. Hepimiz engelli adayıyız ifadesi engelli olmayı korku unsuru olarak kullanmaktır.
Engeline takılmak yerine ismiyle hitap ediniz, tanımlamaya dikkat ediniz! Geçmiş yıllarda kullanılan Sakat ve Özürlü ifadeleri günümüzde Engelli birey olarak değiştirilmiştir. Günümüzde Engelliler ve Engelli birey ifadesini kullanmak doğrudur. Engellilere melek, özel gibi sıfatlar kullanmak onları engelli birey ve vatandaş olarak kabul etmediğiniz anlamına gelir. Sıfatlar takmak acıma ve ötekileştirme içerir, ayrımcılıktır.
Yardım etmeden önce sorunuz! Yaptığınız yardımları reklam etmeyiniz, hak gaspi olarak kullanmayınız! Engelliler adına yapıldığı söylenen çeşitli yardım kampanyalarına ve bireysel olarak yaptığınız yardımları sosyal medyada paylaşmayınız.
Sandalye yardımlarına dikkat ediniz! Tekerlekli sandalye ayakkabıdır. Mutlaka kişiye özel ölçüde olmalıdır. Devletin zaten karşıladığı ucuz ve bireye uygun olmayan sandalyeler için ayrıca sürekli yardım toplanması engelli bireylerin talebi olan bireye özel sandalye ihtiyacının devlet tarafından karşılanmasının da önüne geçmektedir. Bu yardım kampanyalarının tamamına yakınının organizasyonu yapanların kişisel menfaatini içerdiğini deneyimledik.
Detaylı açıklamalarıyla 15 maddenin tümünü buradan okuyabilirsiniz.
Bu da ilginizi çekebilir: Engelliler Haftası nedeniyle bu perşembe akşamı (14.05.2020) İnstagram canlı yayında Hamide Türker’in konuğu olacak EHDD Başkanı Adem Kuyumcu, ‘Engelli bireylerle iletişimde doğru sanılan yanlışlar’ı anlatacak.