Alle Testergebnisse der erneuten Reihentestung auf das Coronavirus in den beiden großen Münchner Schlachtbetrieben sind negativ. Das teilt das Referat für Gesundheit und Umwelt (RGU) zu den Testungen vom vergangenen Montag mit. „Das ist ein sehr erfreuliches Ergebnis und bestätigt die Landeshauptstadt München in ihrer Teststrategie und ihren Maßnahmen zur Eindämmung der Corona-Pandemie“, erklärt Oberbürgermeister Dieter Reiter.
„Bei der vorherigen Reihentestung an beiden Schlachtbetrieben hatte es nur zwei positive Fälle gegeben, die sofort isoliert werden konnten. Das zeigt, dass es richtig war, die Lage in den Münchner Schlachtbetrieben stets im Blick zu haben. Und das werden wir auch in Zukunft tun“, ergänzt Gesundheitsreferentin Stephanie Jacobs. Jacobs lobte zudem die gute Zusammenarbeit mit den beiden Schlachtbetrieben bei den aktuellen Kontrollen. Auch seien die Wohnverhältnisse der Mitarbeiter*innen in München nicht mit den prekären Bedingungen eines großen Schlachtbetriebs in Nordrhein-Westfalen zu vergleichen.
Bei der Schweineschlachtung erfolgten 36 und bei der Rinderschlachtung 117 Testungen, die alle negativ ausfielen. Es stehen Nachtestungen für 4 Personen bei der Schweineschlachtung und für 9 Personen bei der Rinderschlachtung aus, die am Montag nicht anwesend waren.
Aufgrund der Corona-Ausbrüche in deutschen Schlachtbetrieben hatte das Bayerische Staatsministerium für Gesundheit und Pflege (StMGP) schon Mitte Mai auch für bayerische Betriebe Reihentestungen des Personals angeordnet. Das RGU hatte daher Ende Mai beim Personal der beiden großen Schlachtbetriebe auf dem Münchner Schlachthofgelände begonnen, Testungen durchführen zu lassen, die regelmäßig wiederholen werden. Diese Maßnahme ist notwendiger Bestandteil der strikten Containment-Strategie in Bayern.
Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi? Sanırım bu sorunun cevabı ne kadar okuyup, ne kadar gezdiğimizle alakalı. Eskiden kültürel, antik ya da mimari olarak zengin mekânlara gidilemese de oranın tarihi, coğrafi konumu, kültürü, insanları, inanış biçimleri araştırılıp, orası hakkında yazılanlar okununca, gidip görülmüş kadar olunurdu. Peki buna göre bir yığın seyahatname okuyup çok şey biliyorum diyebilir mi bir insan? Evet mi? Ben o kadar emin olamıyorum artık. Çünkü diğer ülkeleri bilmem ama cânım ülkemin durumu çok vahim. Geleceği çok karanlık. Çünkü toprağında yeşilini, tarihi dokusunu, binlerce yıllık geçmişini, acı tatlı bir yığın yaşanmışlıklarını barındıran çok özel, inanılmaz güzel, eşsiz değerlerimiz yıllardır yok ediliyor. Ve hızla yok edilmeye devam ediliyor. Peki ne uğruna dersiniz? Daha çok para, daha çok beton yığını, daha fazla alış veriş merkezi, daha büyük siteler için. Kaz Dağları, Salda gölü, ODTÜ kampüsü, Kuzey Ormanları, Alakır vadisi, Murat Dağı, Fatsa, Cerattepe, Hasankeyf, Munzur deresi, zaten inanılmaz derecede zengin olan kişiler tarafından yok edilen ve edilmeye devam eden yerlerden sadece bazıları. Yani artık çok okuyan değil çok gezen biliyor sanırım. Artık ne kadarını görebilirse tabi…
Bugün doğal yaşam savunucuları, aktivistler, doğa için direnenler sayesinde korunabiliyor birçoğu. Dilerim bu yıkım ve kıyım bir son bulur artık. Çünkü oksijene ihtiyacımız var. Çünkü ağaca, toprağa, çiçeğe, böceğe, çünkü doğaya ihtiyacımız var.
GEZİ DİRENİŞİ -Emre Kongar & Aykut Küçükkaya
İnsan ister istemez isyan ediyor artık. Sahip olduğumuz değerler elimizden bir bir alınırken bir şey yapamamak, öylece seyretmek bu kadar acı veriyorken bir kıvılcım, tek bir kıvılcım yetti bana. Yaklaşık bir saat içinde Taksim Meydanı’nda buldum kendimi. Yani bulduk. Neredeyse bütün yakınlarım, arkadaşlarım, bütün mahalle. Çünkü bir şeyler oluyordu orada. Halkın sesini, çığlığını duydum. “Yeter artık.” sesleri.. Çok duygulandım. İstiklal Caddesi’nde yürümeye çalışırken gözlerim sızlıyor. Ağlamaktan değil yalnız, biber gazından. Ama ne korkum vardı o an ne endişem. Sadece umut ve isyan duygusunu çok net hatırlıyorum. Yalnız değildim. Bir gece 40-50 kişiyle başlayıp sayısı on binleri bulan, benim gibi düşünen, zamanla Türkiye’nin dört bir yanından gelen, genci yaşlısı, herkes oradaydı. Nasıl güzel bir an, nasıl güzel bir atmosferdi anlatmak çok güç. Çünkü orada siyahla beyaz yan yanaydı. Çünkü orada Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi, Beşiktaşlısı aynı ağacın gölgesinde oturuyordu. Çünkü bütün vücudu dövmeli olanla Türbanlı bir kadın aynı bardaktan su içiyordu. Orada özlem vardı. Dostluğa özlem. Sohbete özlem. Dayanışmaya, birlikte bir şeyler yapmaya özlem vardı orda. İnsanları birbirinden soğutmaya, uzaklaştırmaya çalışan kesime inat, namazını kılan kişiler zarar görmesin diye siper olmuş komünistler vardı orada. Şuan yazarken bile heyecan duyduğum o anları, o heyecan dolu günleri anlatan bir kitap Gezi Direnişi. Değerli bilim insanı Emre Kongar ve Aykut Küçükkaya tarafından kaleme alınmış bir çalışma.
Tarihe yazılmış o günlerin, küçük de olsa bir parçası olmanın haklı gurunu yaşarken, Gezi direnişinde çok acı bir şekilde kaybettiğimiz, kardeşlerimiz, büyüklerimiz, arkadaşlarımızı da bir kez daha saygıyla anıyorum.
AĞAÇLAR -Herman Hesse
“Atalarımı hiç bilmem, her yıl benden doğan binlerce evladımı bilmem. Tohumumun sırrını yaşarım sonuna dek, başka tasam yoktur benim. Tanrı’nın içimde olmasına güvenirim. Uğraşımın kutsallığına güvenirim. Ben bu güvenle yaşarım.”
Kitaptan alıntılanan bu cümleler bile acayip bir okuma isteği uyandırıyor insanda. Nobel ödüllü yazar Herman Hesse savaş karşıtı ve doğa aşığı bir insandır. Şiirleriyle ve ağaçlara dair görsellerle süslediği kitabının yapraklarını çevirdikçe, bu eserinin ders kitabı niteliğinde olabileceğini siz de göreceksiniz. Git gide betonlaşan dünyamda kafamı bu kitabın içine gömünce nefes alabiliyorum. Siddartha’dan bildiğim akıcı ve sade betimlemeleri Ağaçlar çalışmasında da görülüyor. Doğayı edebiyatla buluşturan Herman Hesse’nin bu kitabına bayıldım. Umarım siz de seversiniz.
ATIK KÜRE -Rob Hengeveld
Tam da anlatmaya çalıştığım meseleye parmak basan bir çalışma Atık Küre. İnsan türünün zaman içerisinde doğa katliamına nasıl sebep olduğunu anlatan, sosyolojik bir araştırma kitabı.
Özellikle nüfus artışına değinen Rob Hengeveld kitapta tükenen kaynaklarımız, petrol üretiminin etkileri, insan yapımı atıklar, tükettiğimiz ve ziyan ettiğimiz çevre, yok ettiğimiz ormanlar, biyolojik çeşitliliğin azalması hatta yok olması sonucu nasıl bir sona doğru gittiğimizi sorgulatır nitelikte. Sağlıklı bir şekilde bilinçlenmek ve çevre bilincine tam olarak sahip olabilmek için mutlaka okunması gereken kitaplar arasında yer almalı Atık Küre.
Die Deutsche Meisterschaft war schon gesichert, am Samstag folgte auch noch der Sieg im Finale um den DFB-Pokal: Nach dem Gewinn des Doubles hat Oberbürgermeister Dieter Reiter am 5. Juli den Fußballern des FC Bayern München bei einem Empfang im Rathaus zu ihrem großen sportlichen Erfolg gratuliert.
„Als Münchner Oberbürgermeister, aber auch bekennender Bayern-Fan gratuliere ich der Mannschaft, ihrem Trainer und allen Betreuern und Club-Verantwortlichen ganz herzlich zu dieser historischen Leistung“, erklärte OB Reiter. „Das ist ein sportlicher Erfolg der Superlative! Neben der achten Deutschen Meisterschaft in Folge ist das auch die 30. in der Vereinsgeschichte und der 20. DFB-Pokal dazu. Der Erfolg ist in diesem Jahr umso erstaunlicher, als er auch unter ganz speziellen Bedingungen zustande gekommen ist, die sich allerdings hoffentlich so nie wiederholen werden. Deshalb können wir heute auch nicht auf dem Rathaus-Balkon zusammen mit den Fans feiern. Das tut mir ganz besonders leid.“
Trotz des großen sportlichen Erfolgs des FC Bayern war in diesem Jahr aufgrund der aktuellen Abstandsregeln zum Schutz vor dem Coronavirus keine Meisterfeier mit den Bayern-Fans auf dem Marienplatz möglich. OB Reiter: „Trotzdem wollten wir es als Stadt nicht versäumen, dem Verein zu dieser beachtlichen Leistung zu gratulieren. Ich hoffe sehr, dass wir schon 2021 wieder eine Meisterfeier erleben, wie wir sie kennen. Eine mit den Fans.“
Zu dem Empfang im Prunkhof des Rathauses waren die Mannschaft des FC Bayern, deren Betreuer, Vereinspräsident Herbert Hainer, Ehrenpräsident Uli Hoeneß sowie die Vorstände um den Vorsitzenden Karl-Heinz Rummenigge gekommen. Rummenigge bedankte sich bei der Stadt für die Einladung – und bei seiner Mannschaft für deren Leistung. „Die Burschen haben das phantastisch gemacht. Und: Wir haben mit der Champions League ja noch einen Wettbewerb. Für den Fall der Fälle würden wir natürlich gerne noch einmal kommen.“
An dem Empfang nahmen seitens der Stadt auch Bürgermeisterin Katrin Habenschaden sowie Sportausschuss-Mitglieder des Stadtrats teil.
2018/19 ders yılında Münih başkonsolosluk bölgesi liserlerinde 1,3 notlarla mezun olarak yüksek eğitime devam hakkı kazanan 3 gencimiz, başkonsoloslukta düzenlenen törende ödüllendirildi. T. C. Münih Başkonsolosu Mehmet Günay, üç başarılı öğrencimizi tebrik ederek takdirname verdi.
Her üçü 1,3 gibi yüksek puanla lise eğitimini bitirenlerden Simge Aykaç, Augsburg Üniversitesi’nde, Timur Etem Münih Teknik Üniversitesi’nde ve Zeynep Bulut Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde öğrenimlerine devam etmekteler.
Başarılı öğrencilerin ailelerinin de hazır bulunduğu törende Başkonsolos Mehmet Günay ile Eğitim Ataşesi Profesör Dr. Mustafa Çakır, başarılı gençleri ve bu gurur tablosunu yaşatan öğrencilerin ailelerini de eğitimlerine sağladıkları destekten dolayı tebrik ettiler.
Lise mezunu başarılı gençlerimizin ödüllendirilmesi, Almanya’daki Türk toplumunun eğitimine verdiği önemi vurgulamak ve özellikle lise (Gymnasium) düzeyinde eğitime ilgiyi teşvik etmek amacıyla Berlin Büyükelçiliği himayesinde sürdürülüyor.
T. C. Münih Başkonsolosu Mehmet Günay (solda) ve Eğitim Ataşesi Profesör Dr. Mustafa Çakır, konsolosluk bölgesinde liselerden başarıyla mezun olan üç gencimizle birlikte
Çağlar önce sadece karın tokluğu için ya da sadece hayatta kalabilmek için savaşan insan denen canlı türü, nasıl oldu da 21. yüzyılda sadece fikirlerini, dini görüşünü, yaşam biçimini benimsemediği için, bir insanı akıl almaz bir biçimde vahşice öldürebiliyor? Nasıl oluyor da çok acımasız bir şekilde katledebiliyor? İnsanoğlu acıma duygusunu, sevme duygusunu, vicdan duygusunu, koruma içgüdüsünü hangi ara kaybetti? Paranın ve barutun icadından hemen sonra diye düşünürüm hep. İcat edilen ya da keşfedilen hiçbir şey canlıların zararına olmamalıdır halbuki. Fakat bitmek bilmeyen kazanma hırsı, kaybetme korkusu, meraksızlıktan ve tembellikten doğan körü körüne inanma ihtiyacı insanlığı daima geriye, cehalete, karanlığa sürüklemiştir. Tabiat ana yüzyıllardır çok acımasız olaylara şahit olmuş, inanılmaz katliamlara ve kıyıma tanıklık etmiştir. Ama dökülen kanları, yakılan canları kendileri unutsa da tarih asla unutmayacak, affetmeyecektir.
Amacım kin duymak değil, bu bana elbette bir şey katmayacak. Ama insanoğlu tarihini unutmamalı. Yaşanan acıları unutmamalı. Bu acı olayların, yaşanan vahşetin sonucunun, acıdan başka bir şey getirmediğini bizden sonrakilere aktarabilmeliyiz. Hangi görüşten, hangi dinden, hangi mezhepten, hangi cinsiyetten olursa olsun, kişiye saygı duyabilmeyi öğrenmeli ve öğretebilmeli İnsan denen varlık.
Bu hafta sizlere kendi ülkemden örneklerle, sizi üzmeyeceğimi ümit ederek, geçmişe bir göz atmak istedim. Bu vesile ile Ali’leri, Muhlis’leri, Hasret’leri, Nesimi’leri, Altıok’ları, Mumcu’ları, Kışlalı’ları, Üçok’ları, Pir Sultan’ları, Berkin’i, Ali İsmail’i kısacası bu katliamlara kurban gitmiş, kaybettiğimiz tüm değerli insanları bir kez daha saygıyla anmak istiyorum. Özel değerlerin asla unutulmaması dileği ile iyi okumalar diliyorum…
DUYMAK ZORUNDASINIZ -Kolektif
Artık savaşmak istemiyordu insan. Çocuklar, kadınlar artık öldürülmesin istiyordu. Oyuncaklarıyla, hediyeleriyle, umutlarıyla, bütün sevgileriyle yola çıktılar. Bu günü özel kılmak için toplandılar 10 Ekim 2015’te, Ankara’da. Barış, Demokrasi ve Emek mitingi için Türkiye’nin dört bir yanından gelen öğrenciler, emekliler, çalışanlar, barış isteyen, demokrasi isteyen, daha güzel, daha yaşanılır bir ülke isteyen on binlerce kişi. Oysa nereden bileceklerdi ki celladın o soğuk yüzünü bir kez göstereceğini. Kendi canını bile hiçe sayan bir grup IŞİD militanı kıydı yüzlerce güzel insanın canına. O günü birebir yaşayan, davasını süren avukat ve doktorların kolektif bir eseri olan ve ismiyle bile sorumluluk hissi veren bir kitaptır Duymak Zorundasınız.
BALKAN SAVAŞLARINDA TRAKYA VE 1912 EDEKÖY KATLİAMI -Atakan Sevgi
1.Balkan Harbi sırasında Edirne’nin Meriç İlçesinde yaşanan ve Türklere yapılan kıyımı anlatıyor Balkan Savaşları’nda Trakya. Rum çeteleri tarafından yapılan saldırılarda birçok kadına tecavüz edilmiş, erkekleri ahırlarda hatta camilerde yakılmış, bununla beraber şans eseri kaçabilenler ve o dönemde askerde olanlar ise kurtulabilmişlerdir. Sonuç mu? Köyün zenginlerinin mallarına el konulmuş, para için, mal mülk için vahşi yönünü bir kez daha dışarı vurmuş insanoğlu…
ATEŞ-İ AŞK (SİVAS KATLİAMI’NIN GERÇEK HİKAYESİ) -Murtaza Demir
Neresinden baksanız yürek burkan bir olay. Sevgisiz insanlar tarafından başka anlamlar yüklenilse de amaç yine barış, demokrasi. Amaç sadece türkülerini söylemek, şiirlerini okumak. Amaç sadece güzel duyguları dile getirmek, semaha durmak. “Çok şükür otel dışındaki halkımız zarar görmemiştir” diyebilen dönemin bakanlarının ve siyasetçilerinin sessiz kaldığı, Allahu Ekber nidalarıyla “yakın bu kafirleri” diye bağıran sözde inanların seyirci olduğu, ozanlarının, şairlerinin, yazarlarının, çizerlerinin diri diri yakıldığı, Türkiye tarihinin kara bir lekesidir.
Sonu hazinle biten bir şenlik hikâyesidir 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı.
Sanat yönü az gelişmiş biri olabilirim. Güzel şarkı söyleyemem ama çok güzel dinlerim. Güzel çizemem ama yapılmış şahane tablolara büyük bir hayranlıkla bakarım. Yazılmış bir eseri büyük bir keyifle okur, güzel bir oyunu ayakta alkışlarım.
25 bin yıl önce mağarada başlayan sanatın öyküsü artık çok çeşitli olarak ve sanatın her alanında, dijital ortamda, tabletten telefondan izlenip, dinlenebiliyor.
Sanat aşığı biri olarak bu hafta sanattan söz eden, sanatı işleyen, yüksek dozda sanat içeren romanlara değinmek istedim. Umarım beğenirsiniz, keyifli okumalar diliyorum…
SANAT NEDİR? -Lev N. Tolstoy
Yüksek dozda sanat içeren kitaplarımızın ilki; Sanat Nedir? Tolstoy’un resim, müzik, tiyatro, edebiyat gibi sanat dallarının yanı sıra, kendi döneminin sanat anlayışını yansıttığı eseridir. “Sanat toplum içindir” yaklaşımıyla yazdığı bu kitabıyla estetik ve güzellik kavramları üzerine kafa yormuş. “Sanat ne keyiftir, ne avuntu, ne de eğlence; sanat yüce bir iştir. ” diyor üstat.
“Sanat Nedir?, Tolstoy’un kuramsal yapıtları arasında dikkat çekici bir yere sahiptir. İlk kez 1897’de yayımlandı. Rusya’da hep sansüre uğradı. Sansürsüz ilk baskısı 1898 yılında Londra’da, İngilizce olarak yapıldı. On beş yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü olan Sanat Nedir? yazarın üzerinde en fazla uğraştığı yapıtıdır.”
GÜNLÜK YAŞAMDAN SANATA -Umberto Eco
Prag Mezarlığı, Gülün Adı, Foucault Sarkacı, gibi bilinen en önemli eserlerinden tanıdığımız İtalyan yazar, bilim insanı ve eleştirmen Umberto Eco, her ne kadar romancılığıyla tanınsa da, sanata olan ilgisi oldukça geniş kapsamlı. Günlük Yaşamdan Sanata, Umberto Eco’nun Antik Yunan’dan Ortaçağ’a, Rönesans’tan bilişim çağına uzanan derin birikimiyle göz kamaştıran bir kitap. En çetrefilli konuları, her kesimden okurun kolayca anlayabileceği bir dille anlatıyor. Daha çok romancı kimliğiyle tanıdığımız Umberto Eco’nun engin sanat dünyasını görebileceğimiz eserlerinden biri hatta belki en önemlisidir Günlük Yaşamdan Sanata. Okuyun derim..
ÇİRKİNLİĞİN KÜLTÜREL TARİHİ -Gretchen E. Henderson
Güzellik görecelidir. Bence çirkinlikte öyle. Birimize güzel görünen bir diğerimize değersiz, çirkin görünebilir. Yüzyıllar önce insanların güzel dediği çoğu değeri bugün beğenmiyoruz mesela. Çok uzağa gitmeye gerek yok aslında kendimizden bir önceki kuşakla bile zevklerimiz farklı değil midir? Fakat bir gerçek var ki; insanın olabilecek tek çirkin yeri zihnidir. Kişiye veya bir objeye nasıl baktığıyla alakalı bir durumdur bana göre.
Şiir, roman, müzik eleştirisi gibi farklı alanlarda ödüllü çalışmalara imza atan araştırmacı yazar Henderson, bu kavramı alışılmışın dışında bir yaklaşımla çirkin bireyler, çirkin gruplar ve çirkin duyular üzerinden işliyor. Neredeyse insanlığın tarihiyle birlikte çirkinliğin tarihini ve yüzyıllar içinde çirkinlik anlayışının nasıl değiştiğini, dün çirkin olarak nitelendirdiklerimizin bugün gözümüze hiç de çirkin gelmediğini görüyoruz bu kitapta. Kitaptan bir bölümle bitiriyorum.
“Çirkinliği ölçmeyi başaramayan Umberto Eco şunları söyler: Güzellik kimi açılardan sıkıcıdır. Güzellik mefhumu çağdan çağa değişse de güzel nesneler her zaman belirli kurallara uymak zorundadır… Çirkinlik tahmin edilebilir değildir ve barındırdığı olasılıkların sonu yoktur. Güzellik ölçülebilir. Çirkinlikse tanrı gibi, sonsuzdur. “
Yeni ve ilginç bir konuyla yine karşınızdayım. Bir keşfe çıkmaya hazır mısınız? Kendi benliğinizin keşfine…
Asla yapmam, bu kesinlikle bana göre değil, bu bi’kere benim tarzım değil, dediğiniz oldu mu hiç? Tabii ki olmuştur. Hangimiz yaşamadık ki? Peki geriye dönüp baktığınızda, zaman içinde o “asla” dediğiniz şeyi yaptığınız, isteyerek ya da istemeyerek, yapmak zorunda bırakıldığınız anlar yaşadınız mı? Ben bir çoğumuzun yaşadığını düşünüyorum. Peki neden? Neden bunu yaşıyoruz? demiyorum; hayat bu, ne getireceği bilinmez elbette. Neden “Asla asla demeyin” sözünü kendimize yakıştıramıyoruz? Tatsız bir durumdan bahsederken asla yapmam deme özgüvenini kendimizde çok rahat bulabiliyoruz da, neden o tatsız durumu yaşarken bu özgüven bir anda kayboluveriyor. Çöküyoruz. Bazen pes ediyoruz, bazen çabayla sıyrılabiliyoruz. Kimi zaman ders çıkarıyoruz, kimi zaman önemsemeden unutup gidiyoruz. Neler yaşıyoruz zihnimizde böyle? Ruhumuza, benliğimize, hayat tecrübelerimize neler katıyoruz hiç düşündünüz mü? Ya da ne kadar katıyoruz. Kendimize ne kadar iyi bakabiliyoruz? Hayat! Evet zaten oldukça zor. Birçoğumuz için imkânlar kısıtlı, şartlar zorlayıcı. Hayatı bir şekilde idame ettirmeye çalışırken kendimizi çok ihmal ediyoruz. Aslında rutin bir kontrol şeklinde olması gereken psikiyatri, psikolog görüşmelerini yapabiliyor muyuz mesela? Genelde hayır. Birçoğumuz için bu bir lüks. Ama en azından bu alanda çalışmalar yapmış, bilgilerini, araştırmalarını, deneyimlerini kâğıda dökmüş uzmanlardan bir nebze olsun faydalanabiliriz.
Evet, bu hafta insan psikolojisi üstüne durmak istedim. Bu konuda yazılmış sayısız eser var. Biri mutlaka sizi anlayacak türden, emin olun. İyi okumalar diliyorum…
KENDİNİ ARAYAN İNSAN -Rollo May
Tam da amacıma uygun bir seçim ile ‘Kendini Arayan İnsan’ ilk önerim olsun bu hafta. Freud’dan etkilenen dahi olarak nitelendirilen, hümanist psikolojinin en önemli ismi Rollo May, yaptığı araştırmalarla, kişilik gelişiminde, masumluk, isyankârlık, yaratıcılık, karar verme gibi önemli konularda bir takım tespitlerde bulunmuş. Türkçe’ye çevrilen en önemli eserleri arasında Varoluşun Keşfi ve Yaratma Cesareti de vardır.
“Rollo May’in bu sağduyulu, popüler kitabı, espri ve hayal gücüyle bezenmiş, kültürle dokunmuş. Korkmayan ve halinden pek de memnun olmayan herkes için bu kitap son derece faydalı olacak.” -New York Herald Tribune
Rollo May, şu çok önemli soruyu soruyor: “Acaba gözden kaçırdığımız önemli bir rehber ve güç kaynağı var mı?” Ne geçmiş ne de gelecek açısından hiçbir şeyin kesin olmadığı bir dönemde içsel bütünlük nasıl sağlanabilir? “İnsanların benden beklentilerini yansıtan bir aynalar toplamından ibaretim.” Bu cümle size ne kadar yakın? Bu kitap, yaşadığımız bu ‘endişe çağı’nda kişisel bütünlüğümüzü bulmak için yazıldı. Amacımız, çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizdeki güç merkezini ortaya çıkarmak ve çok az şeyin güvende olduğu günümüzde, itimat edebileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak yolu elimizden geldiğince işaret edebilmektir.
“İnsanları destek almaya sevk eden şey, duygusal ilişkilerinin sürekli olarak ayrılıkla noktalanması, evlilik planlarını bir türlü gerçekleştirememeleri yahut eşlerinin onları tatmin etmemesi gibi şikâyetler olabilir. Ne var ki konuşmaya başladıktan sonra çok geçmeden ister gerçek isterse hayalini kurdukları eşlerinden aslında kendi içlerindeki bir eksikliği gidermesini yahut bir boşluğu doldurmasını bekledikleri ve bu gerçekleşmediği için endişeye ya da öfkeye kapıldıklarını açığa vuruyorlar.” (Kitaptan)
BİLİNÇALTI -Sigmund Freud
Psikanalizin babası olarak addedilen Sigmund Freud, hastalarını hipnoz yöntemiyle konuşturarak tedavi edermiş. Psikanaliz, narsisizm, haz ilkeleri, psikopatoloji, histeri gibi konuları derinlemesine okuyup anlamak isterseniz, Freud en doğru isimlerden elbette. “Bilinçaltı” kitabı isminden dolayı yanıltıcı olmaması adına, tam olarak bilinçaltı konulu bir kitap değil. Kitaplarını okumadan önce bizzat Freud’un kendisini tanımak isterseniz Bilinçaltı kendi yaşam öyküsünü içeren, otobiyografik bir çalışma. Psikanalizin temel taşlarını nasıl yavaş yavaş oluşturduğunu da böylelikle kavrayabileceğiniz bir eser.
Arka Kapak yazısı: Sigmund Freud nüfus kaydında (Sigismund Scholomo Freud d. 6 Mayıs 1856, Pribor, Moravya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu (bugün Çek Cumhuriyeti) – ö. 23 Eylül 1939, Londra, Birleşik Krallık) psikanaliz öğretisini geliştirmiş olan Avusturyalı nörolog. Kişiliğin 5 farklı dönemden geçerek geliştiğini öne süren Psikoanalitik Kuram´ın kurucusudur. Orta seviye bir Yahudi yün tüccarının, kırk yaşındayken, kendisinden yirmi yaş küçük bir kadınla yaptığı ikinci evliliğinden dünyaya geldi. Ekonomik bunalımdan dolayı ailesi Viyana´ya yerleşmek zorunda kaldıklarında, Freud henüz 4 yaşındaydı. 1938 yılına kadar burada yaşadı. 1908´te Viyana Psikanaliz Derneği kuruldu. Bu olay, Freud için bir dönüm noktasıydı, Yaşamım ve Psikanaliz kitabında buna büyük yer verdi. Ancak bu tarihten önce bile Freud´un çevresinde çözümlemenin giderek kurumlaştığı görülür. 1902´den sonra “Çarşamba Günleri Psikoloji Derneği” adı altında başta P. Federn, O. Rank, W. Stekel ve Alfred Adler olmak üzere, Freud’un ilk yandaşları bir araya toplandılar. 1904’de E. Bleuer´le yazışmaya başladı. 1907´de Bleuer´in asistanı Carl Gustav Jung tarafından ziyaret edilir. Jung aynı yıl Zürih´te Freud Derneği´ni kurdu. Bu Freud için büyük bir başarıydı, zira psikanaliz artık ülke sınırlarının dışına çıkmıştı. Takip eden yıllarda Jung, 1. Psikanaliz Kongresi´ne katıldı ve psikanaliz üzerine konferanslar vermek üzere Freud ile birlikte ABD’ye yolculuk etti. Freud 1910-1920 yıllarında Psikanaliz Üzerine, Bir Paranoya Vakası, Öz yaşam Öyküsü Üzerine Psikoanalitik Gözlemler; Başkan Screber, Totem Ve Tabu, Narsizmin İncelenmesine Giriş, Yas Ve melankoli adlı eserleri yayımladı. 1938´de Naziler’in Viyana’ya girmesiyle birlikte en küçük çocuğu Anna ile birlikte Avusturya’yı terk etmek zorunda kalarak Londra’ya yerleşti. Ölümüne dek tedavi ve çalışmalarına burada devam etti.
SAVAŞÇI -Doğan Cüceloğlu
Yaklaşık 25 yıl önce, yaşam enerjisine hayran olduğum biri tarafından bana tavsiye edilen bir kitap Savaşçı. Hala çok değerli bulduğum ve gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim çok dolu bir eser. İnsanın duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel kavramlar içinde inceler. Doğan Cüceloğlu’nun öğrenciden öğretmene, çocuklardan ebeveynlere kadar, 7’den 70’e her kesim insan için yazdığı diğer bütün kitaplarına bakabilirsiniz. Hepsi ustaca ve büyük bir itinayla yazılmış kitaplığınızda bulunması gereken eserler. Biri mutlaka size hitap edecektir.
Birilerine benzemeye çalışmadan, kişinin sadece kendisi olabilme savaşından bahseder Savaşçı. İçinde bulunduğumuz rekabet dünyasında bu sanırım en zor ve bitmek bilmeyen bir savaş olsa gerek. “Anlamlı ve coşkulu bir yaşam için Savaşçı kitabında böyle bir savaştan söz ediyoruz” diyor Doğan Cüceloğlu. Kesinlikle okumaya değer.
Bavyera’da mart ayında ilan edilen afet durumu bugünden itibaren (17.06.2020) kaldırılıyor. 22 Haziran’dan itibaren ise Covid-19 tedbir kısıtlamalarına yeni gevşemeler geliyor. Bavyera Başbakanı Dr. Markus Söder, bu bilgileri dün yapılan Bakanlar Kurulu sonrası basın konferansında verdi.
Başbakan Dr. Markus Söder, Ekonomi Bakanı Hubert Aiwanger ve Başbakanlık Müsteşar Bakanı Florian Herrmann ile düzenlenen basın konferansında, Bavyera’da alınan tedbirlerin olumlu sonuç vermesinin kısıtlamalarda ‘kademeli’ olarak gevşeme kararı alınmasına sebep olduğunu açıkladı.
Bakan, ölümcül virüsün tedavisi için ilaç ve koruyucu aşı bulunana kadar aramızda kalmaya devam edeceğini vurgulayarak kısıtlamalara gelen yeni gevşemeleri açıkladı. Bu gevşemeler vaka sayısında artış olursa tekrar düzenlenebilecek.
Basın konferansında yapılan açıklamalara göre kısıtlamlarda kademeli gevşemeler şöyle olacak:
17 Haziran’dan itibaren…
Afet durumu kalkacak.
Farklı hanelerden 10 kişiye kadar insan bir araya gelebilecek.
22 Haziran’dan itibaren…
Doğum günü, düğün, okul bitirme ve cenaze merasimleri gibi özel davetler (katılımcıları belli olan etkinlikler) kapalı mekanlarda 50, açık alanda 100 kişinin katılımıyla mümkün olacak.
Gastronomi mekanları saat 23.00’a kadar açık kalabilecek.
Kültür ve sanat toplantılarına katılım sayıları da önümüzdeki haftadan itibaren artıyor. Buna göre toplantılara katılım sayısı kapalı mekanlarda 50’den 100’e, açık alanda 100’den 200 kişiye çıkacak.
Grup yolculuklarında maske kullanı şartıyla yanyana oturma imkanı olacak.
Kapalı yüzme havuzları ve otellerin wellness bölümleri açılabilecek.
Dükkanlarda ziyaretçi başına 20 metrekare kuralı 10 metrekareye indirilecek. Böylelikle daha fazla müşteri aynı anda dükkana girebilecek.
Dini ibadethanelerde de kişi başına 2 metre mesafe kuralı 1,5 metreye indirilecek.
Kapalı ve açık spor sahalarında antrenmanlarda 20 kişilik sınırlama kalkacak.
Eylül ayından itibaren…
Okul ve öncesi kurumlar eylül ayı itibarıyla normal faaliyete başlayacak.
Dikkat edilmesi gereken bir başka konu ise dükkanlarda ve toplu taşıma araçlarında olan maske zorunluğu. Artık duraklarda beklerken ve istasyona girerken de maske kullanılması gerekiyor. 6 yaşından büyük herkes için geçerli olan bu kurala uymayanları ise 150 Euro’luk para cezası bekliyor.
Orhan Tinengin / Tuba Türker Main Image by StockSnap/Pixabay
Oğuz Lüle und der Verein Kulturlust e.V. veranstalten seit 2010 Jahren die Aktion Fahrräder für Alle! Seit 2010 wurden weit über 1.000 Fahrräder kostenlos verteilt, im vergangenen Jahr waren es knapp 160 Stück.
Auch in diesem Jahr, auch in Zeiten von Corona soll es wieder Fahrräder für Alle geben, wieder sollen kostenlose Fahrräder für finanziell schwache Menschen verlost werden. Die Fahrräder werden im Rahmen einer Los-Tombola verteilt, für die ein kleiner Unkostenbeitrag erhoben wird. Für 5 Euro erhält man ein Los – und dafür ein garantiert fahrtüchtiges Fahrrad. Sortiert nach Damen-, Herren- und Kinderfahrrädern.
„Wir glauben“, sagt Oğuz Lüle, „dass die Corona-Pandemie viele Menschen noch ärmer gemacht hat. Deswegen ist auch die Solidarität mit ihnen wichtiger geworden. Es gilt noch mehr als sonst: Viele Menschen würden gern Fahrrad fahren, können es sich aber finanziell nicht leisten.“
Wer ein Fahrrad besitzt, kann die öffentlichen Verkehrsmittel meiden. Viele Menschen würde das gern tun und stattdessen auf einen Drahtesel umsteigen. „Es ist sehr wichtig, dass wir auch finanziell schwachen Menschen die Möglichkeit geben, sich draußen mit dem Fahrrad zu bewegen”, sagt Oğuz Lüle und stellt klar: “Wir denken dabei an alle Bedürftigen, die gern Rad fahren möchten“.
Bei der Fahrrad-Aktion Fahrräder für Alle! sollen auch heuer wieder Fahrräder fast kostenlos – gegen einen Unkostenbeitrag von 5 Euro – an Bedürftige verteilt werden. Für die Aktion stehen bisher gut 20 Fahrräder zur Verfügung. Der Verein Kulturlust e.V. hofft darauf, dass – wie bisher in jedem Jahr – noch viele weitere Radl gespendet werden.
Kulturlust-Fahrradaktion 2020 Sonntag, 26. Juli 2020 – 16:00 Uhr auf dem Bordeauxplatz in Haidhausen, München
Diesmal kommt mein Hörtipp nicht (oder doch?) aus Istanbul oder der Türkei, aber unverkennbar sind zwei der drei Stücke türkisch und deutsch und griechisch und das dritte ist libanesisch, äh englisch. Also Weltmusik im besten Sinne.
Irgendwie kommt einem Süperfly bekannt vor, weil, die Münchner:innen wissen es, es gibt einen DJ mit Namen Süperfly. Und es gibt noch eine Münchner Gruppe mit dem Namen Lucile und dieRakibuam und ein Veranstaltungsformat Eksotik Meksotik.
An all diesen Projekten ist ein Münchner Tausendsassa der Kulturwelt beteiligt: Tuncay Acar.
Tuncay singt und spielt Darbuka und Congas. Gemeinsam mit dem Produzenten/DJ Nik le Clap (Wahl-Berliner, produzierte z.B. ebow und nalan) hat er das Süperfly Orkestra gegründet. Dass die Arbeit daran Spaß macht, hört man sofort. „Tatsächlich haben wir erst einmal viel miteinander gelacht, bevor wir anfingen Musik zu machen.“ so Tuncay.
Die Gruppe bedient sich am reichen Schatz der Gassenhauer und Tanzhits des östlich-nahöstlichen Mittelmeerraumes und versieht sie mit dem nötigen zeitgemäßen Unterbau.
So reicht die Bandbreite auf „Do you love me“ von deutschtürkischer Elektrosazmusik im Ankarastyle über Electronic hin zu einem perfekt gelungenen türkisch-griechischen Remake. Von den ersten beiden gibt es auch wirklich sehenswerte Videos.
Das ‚Üc Parcalık Mini Albüm’, eine CD ist es ja nicht, wurde mit prominenten Gästen eingespielt und ist seit kurzem online erhältlich.
Anspieltipps (alle drei Lieder des Albums sind solche):
Shayze Schiwaga: Ein Remake von Dokumacı Kızlar mit Elektro Hafiz, früher Fairuz Derin Bulut, Istanbul jetzt Köln. Er spielt hier den typischen Sound an der E-Saz und singt. Lustige Textpassagen finden sich auf türkisch und deutsch, z.B. „Ich bin deine Schönheitsfleck, hast du mich erst jetzt entdeckt? Kannst du kratzen ganze Tag, kriegst du mich hier nix mehr weg“. Das Video dazu wurde rund um die Goethestraße im Münchner Bahnhofsviertel gedreht. Link zum Video
Do You love me: Das Titelstück der CD ist ein Remake eines alten Hits aus dem Libanon. Auf den ersten Blick sehr elektronisch, aber nach kurzer Zeit entwickelt es sich zum Ohrwurm. Begleitet wird die Band hier von der Sängerin und Tänzerin Ma Sharona, die auch am im olympischen Dorf gedrehten Video mitwirkt. Link zum Video
Artık Sevmeyeceğim: Das letzte Stück ist auch das neueste. Hier fühle ich mich nach dem Intro am elektrischen Cümbüş, eine Art Banjo, sofort in ein Tanzparadies in der Ägäis katapultiert. Dazu tragen sicher die Gäste Salih Korkut Peker (aus Izmir – sehr starke Passagen am Cümbüş im ganzen Stück) und die griechisch singende Zinguala, aka Cherry Bandora (aus Berlin) bei. Ein Video dazu soll bald kommen.
Eine irre Scheibe, alle drei Lieder absolut gelungen, zum an- und zuhören, teilweise richtig lustig und alle extrem tanzbar. Ich warte auf die nächste Party, wo ich zu dieser Musik meinen Bauch werfen kann.