„Hayat hızlı akan bir nehirdir. Altın gibi parıltıları akıp gider, sonunda bize sadece kum kalır….“
Üç yazar, üç roman, üç dünya.
Öyle ya, her roman ayrı bir dünyaya sürükler bizi. Kimi heyecan yüklü, kimi hazin, kimi duygu yüklü, kimi korku dolu. Satırların arasında kendimizi kaybederken meraklı gözlerle izliyoruz adeta her birinin hikâyesini.
Bu hafta kahramanlarımızın hikâyeleri yine merak uyandıran türden.
KELEBEK ADASI -Sarah Jio
Bazen içinde olduğumuz bir sıkıntıdan sıyrılamadığımızı düşünüp daha bi’dert ederiz ya. Başımıza daha büyük felaketlerin de gelebileceği ihtimali hiç aklımıza gelmez oysa. Kelebek Adası sizi saracak, sürükleyici bir roman. Kendinizi aynı okyanusta hissedecek, kurtulmak için nefes nefese kalacaksınız.
Kitaptan alıntı:
“Keşke uzun zaman önce öğrenseydim dediğim bir şey var. O kadar kalın kafalıyım ki anlamam yetmiş yılımı aldı.” Gülümsedi. Sonra bana baktı. “Olay şu,” dedi. “İstenildiği gibi olan ya da olmayan şeylere üzülmekle o kadar zaman harcıyoruz ki treni kaçırıyoruz. Hayat kendi yolunu bulur ve her şey olacağına varır. Sadece yaşa ve bırak olsun gitsin.”
SON VAGON -Angeles Donate
Dünyanın her yerinde bu böyle midir? Birileri iyi bir şeyler yapmaya çalışırken hep başkalarına karşı mücadele mi verir? Neden?
Gösterişli bir fotoğraf için kirli görünen kareden çıkar. Her fakir kendi çöplüğünde yaşar. Başka hiçbir yere sığmaz, yakışmaz. Mücadele vermiş, eğitim almak istemiş, bir şeyler öğrenmek, insan gibi yaşamak istemiş kimin umurunda. Görüntü kirliliğidir…
Yetişkinlere gönüllü olarak okuma yazma öğreten gazeteci-yazar Angeles Donate aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarında da yönetici olarak görev almış. Türkçe’ye çevrilen ilk romanı Son Vagon İspanya’da çok satan romanların en başında geliyor.
Angeles Donate aslında sadece Meksika’nın değil dünyanın her tarafındaki eğitim sorununu ele alan muhteşem bir eser çıkarmış ortaya.
Arka Kapaktan:
“Meksika Hükûmeti tarafından demiryolu işçilerinin, göçebe ailelerin ve ücra bölgelerdeki çocukların gidebilmesi için kurulan vagon okullar; modernleşmeye bir köstek olarak görülür ve bir anda siyasi çıkarların odağı hâline gelir. Bakanlıktan müfettişin önüne gelen vagon okulların kapatılma dosyası, müfettişin dosyalarının arasından düşen siyah beyaz bir fotoğrafla; çocukluğun, eğitimin, fakirliğin, ilk aşkların ve düşlerin yeniden yaşandığı ve sorgulandığı bir davaya dönüşür. Hugo Valenzuela; tahta banklar ve kara bir tahtadan oluşan vagon okulu sınıfında, hiçliğin ortasında mücadelesini hiç yitirmeyen ihtiyar öğretmen Don Ernesto ve öğrencilerinin geleceği hakkında en kritik kararı almaya hazırlanırken, kendi geçmişinin muhasebesini de yapacaktır.”
MECBURİYET -Stefan Zweig
I. Dünya Savaşı başlarında gönüllü olarak orduya katılan Zweig, gazeteci ve yazar olarak ilk başlarda savaşı destekler. Fakat Galiçya’ya gidip orada cephede yaşadıklarından sonra savaşın anlamsızlığını kavrar. Hatta Babil Kulesi ve Zorlama bu dönemde savaş karşıtı yazılarındandır.
Mecburiyet isimli çalışması da yine savaş teması üzerine kurulmuş. Savaş karşıtı olan Ferdinand ve eşi savaşmak istemediği için ülkesini terk eder. Psikolojik baskılara dayanamayan Ferdinand İsviçre’de aradığı huzuru bulduğunu zanneder ama içten içe ülkesine duyduğu aidiyet duygusu onu huzursuz eder. Cepheye katılmasını istemeyen çok sevdiği karısını üzmek istemez ama ülkesi ve karısı arasında bir seçim yapması gerekir…
Stefan Zweig’dan, alıştığımız akıcı üslubu ile bir çırpıda okuyup bitireceğiniz güzel bir hikâye.
Zaman zaman kararsız kaldığımız ve seçim yapmak zorunda olduğumuz anlar yaşarız. Verilen karar gibi sonuçları da yaşam payımıza düşer. Pişmanlıklar yaşatmayan tercihler yapmanız dileğiyle.
Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan
Main Image by Free-Photos/Pixabay