Pek çok konuda bilgi ve tecrübe paylaşımında bulunmak amacı ile bir araya gelen, ancak ilerleyen zaman içinde sadece bilgi ve tecrübe paylaşımının dışında çoğu konuda gerçekleştirdikleri yardımlaşma ve sosyal sorumluluk projeleri ile adeta bir sivil toplum kuruluşu gibi çalışan Münihli Göçmen Anneler ve anne adayları geçtiğimiz günlerde eğlenmek üzere Merhaba Restoran’da buluştular.
Corona 2G+ kurallarına azami ölçüde riayet ederek bir araya gelen onlarca Münihli Göçmen Kadın, hem canlı performansları ile ortamı renklendiren Eskises Grubu’ndan Bora Yıldız ve Ufuk Bakırdöğen ile Türk Müziği dinleme ve şarkılarına eşlik etme, hem de Merhaba Restaurant’ın leziz Türk mezelerini ve yemeklerini tatma fırsatı buldu.
Münihli Göçmen Anneler çoğu zaman Münih’te yaşayan Türk annelere deneyimlerini ve bilgilerini paylaşarak, kimi zaman Almanca tercümanlık yaparak, kimi zaman da manevi destek sağlayarak yardımcı oluyor. Ayrıca, anadillerine katkı sağlamak amacıyla Münih’te yaşayan göçmen ailelerin çocukları için Türkçe kitap okuma etkinlikleri, tiyatro ve oyun grupları gibi faaliyetleri de büyük bir özveri ve dayanışma ile yürütüyorlar. Faaliyetlerini sadece Münihle sınırlamayan Münihli Göçmen Anneler TEMA Vakfı’nın ağaçlandırma çalışmaları gibi pek çok konuda da Türkiye için kampanyalara destek oluyorlar.
Progresif saykodelik rock ve pop müziğini Kürt müziğiyle birleştiren dünya sanatçısı Adir Jan, bu akşam Münih’te Import-Export’ta sevenleriyle buluşacak.
Pandemiden hemen önce Münihli Trikont etiketiyle çıkan Leyla albümünde olduğu gibi kendi yazdığı şarkı sözlerinde aşk, homofobi ve ırkçılık gibi konuları ele alıyor. Sahnede Kurmanci ve Zazaca’nın yanı sıra Türkçe, Yunanca, Sorani, Farsça ve Arapça da şarkılar söyleyen Berlin doğumlu sanatçı yaptığı müziği ‘Kozmopolit Kürdesk’ olarak tanımlıyor. Kendi deyimiyle dilleri harmanlamayı seviyor. Sınırları ortadan kaldırarak adeta ‘dünyanın bütün geniş yürekli insanları, birleşin’ diyor.
Adir Jan’ı bu akşam (12.11.2021) Import-Export’ta kalbinizin sesiyle birlikte dinleyebilirsiniz.
Yer: Import-Export, Kreativquartier Dachauerstr. 114, 80636 München Saat: 20.00h Giriş: 7-15 Euro
Münih’in sevilen parti serisi Eksotik Meksotik uzun bir aradan sonra bu akşam (05.11.2021) tekrar kapılarını açacak.
Import Export’ta saat 21.00’da başlayacak akşamın sürprizi ise Münih’in sevilen triosu Eskises olacak. Adından da anlaşıldığı gibi eski türkçe eserleri modern bir yorumla seslendiren Bora Yıldız (gitar, vokal), Ufuk Bakırdöğen (klarnet) ve Soner Aksan’dan (darbuka) oluşan Eskises bu kez elektrikli setup ile coşturacak.
Eksotik Meksotik’in yaratıcısı ve ana Dj’i Süperfly’ın yanında bu akşam Münihli DJ‘ler Soureditor, Stef D. ve Zürihli Seu da set başında olacak. Anadolu funk, arabesk, saykodelik, halay, elektro ve hepsine hazır olun. Sürprizli, şaşırtmacalı ama kesinlikle çok eğlenceli bir gece olacak!
Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli müzisyenler işgücü anlaşmasının 60. yıl dönümünde yayınlanan müzik projesi için bir araya gelerek ‘Söyle Almanya’ dedi.
Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın da desteğiyle oluşan projede Almanya’nın farklı kentlerinde yaşayan müzisyenler Özdemir Erdoğan’ın Gurbet şarkısını seslendirdiler. Projede yer alan müzisyenler yaşadıkları kentlerde şarkının bir kısmını çalar veya söylerken çekilen görüntüleriyle yayınlanan klipte yer aldılar.
Yapım ve yönetmenliği Ekrem Aydın’ın üstlendiği projede vokal düzenlemeler Eşref Kuru’ya ait. Projeye Münih, Augsburg, Nürnberg, Köln ve Berlin gibi Almanya’nın farklı kentlerinden katılan isimler arasında ‘communitymiz’den Öykü ve Şeref Dalyanoğlu, Derya Dalkaya, Kadir Doğan, Kurtuluş Cengel, Cihan Öz, Boran Dede ve Nazım Nas da var.
Almanya’ya 60 yıl önce işçi olarak gelenlerin çocukları ve torunları artık sadece işçi olarak değil bilim insanı, işveren, milletvekili, yazar, müzisyen ve daha fazlası olarak topluma katkı sağlamaya devam ediyor.
Seit knapp dem Beginn der Jahrtausendwende gewinnen die Forderungen nach Gleichberechtigung und Augenhöhe im Kulturbetrieb und vor allem im Theater immer mehr an Gewicht und das ist auch gut so. Es geht um Sichtbarkeit der gesellschaftlichen Vielfalt – nicht nur auf den Bühnen der großen und kleinen Institutionen, sondern auch in den Inhalten und vor allem in der Personalstruktur, auch in den Intandanzen.
Das Habibi Kiosk lädt anlässliche des Aktionswochen “Kein Schlussstrich” fünf Expert*innen zu einer Gesprächsrunde, um genau dieses Thema zu resümmieren und zu analysieren: wie weit ist man in den letzten Jahren in Deutschland gekommen? Wo kommt es immer noch zu den schwerwiegendsten Rückfällen? Wo wurden Fortschritte gemacht.
Die Gesprächspartner*innen kommen aus den unterschiedlichsten Bereichen: Ron Iyamu (Schauspieler und erst kürzlich Opfer von verbalen Übergriffen im Schauspiel Düsseldorf) Azadeh Sharifi (Kultur- und Theaterwissenschaftlerin) Zeynep Bozbay (Schauspielerin und bis vor Kurzem Ensemblemitglied der MK) Tuncay Acar (Musiker, Moderator, Blogger und Mitbegründer der kulturaktivistischen Plattform “Götheprotokoll”) Murat Dikenci (Schauspieler und künstlerischer Vermittler)
Rahmenprogramm „Kein Schlussstrich“ Di. 26.10.2021 – Gespräch zum Thema “Rassismus im Kulturbetrieb” Ort: Habibi Kiosk der Münchner Kammerspiele (Maximilianstraße 26-28) & Livestream Uhrzeit: 19 h
Son yıllarda Türkiye’den Münih ve çevresine göç eden Boğaziçi Üniversitesi mezunları, pandemi önlemlerinin gevşetilmesiyle fırsat bulup bir araya geldi.
Geçtiğimiz perşembe akşamı yapılan buluşmaya Münih ve civar illerden 50’ye yakın mezun katıldı. Mezunlar, Augustiner Keller’de keyifli bir Bavyera akşamı geçirdi.
2021 jähren sich die Ermordungen von Abdurrahim Özüdoğru, Habil Kılıç und Süleyman Taşköprü zum 20. Mal. Diese Jahrestage finden inmitten einer Zeit statt, in der sich der Hass in Parlamenten wie auf der Straße wieder Bahn bricht. Die Mordserie des sog. Nationalsozialistischen Untergrunds (NSU) nach der Selbstenttarnung im Jahr 2011 wurde in Teilen der Öffentlichkeit als einzigartiges Phänomen rechter Gewalt wahrgenommen. Doch lässt sich heute nicht mehr leugnen, dass die Verbrechen des Trios aus Jena als Speerspitze und Vorreiter eines wiedererstarkten rassistischen, antisemitischen und sich auf vielfache weitere Arten ausdrückenden menschenverachtenden Denkens und Handelns gelesen werden müssen.
Die Morde an Enver Şimşek (2000), Abdurrahim Özüdoğru (2001) und İsmail Yaşar (2005) in Nürnberg, Habil Kılıç (2001) und Theodoros Boulgarides (2005) in München, Süleyman Taşköprü (2001) in Hamburg, Mehmet Turgut (2004) in Rostock, Mehmet Kubaşik (2006) in Dortmund, Halit Yozgat (2006) in Kassel und Michèle Kiesewetter (2007) in Heilbronn sowie weitere Überfälle und Anschläge, wie beispielsweise 2001 und 2004 in Köln, stehen nicht nur stellvertretend für die unzähligen Fälle rechtsextremer und rassistischer Gewalt in Deutschland nach 1945. Sie sind Sinnbild für Wegsehen, strukturelle Empathielosigkeit mit dem Schmerz der Angehörigen, Verdrängen, fehlenden Aufklärungswillen und falsche Verdächtigungen. Sie sind auch Sinnbild für den massiven Vertrauensverlust in staatliche Institutionen und Sicherheitsbehörden, von denen sich viele Menschen in Deutschland, insbesondere Menschen mit Migrationsgeschichte, unbeschützt und im Stich gelassen fühlen. Die Liste mit offenen Fragen im NSU-Komplex ist lang, nur unbefriedigend konnten die Untersuchungsausschüsse in Bund und Ländern sowie der Münchener Prozess, inklusive der im Frühjahr 2020 veröffentlichten schriftlichen Urteilsbegründung, Licht ins Dunkel bringen.
Auf Initiative von Jonas Zipf, Werkleiter von JenaKultur (städtischer Eigenbetrieb für Kultur, kulturelle Bildung, Tourismus und Stadtmarketing) in enger Zusammenarbeit mit der Kuratorin Ayşe Güleç, den Dramaturgen Tunçay Kulaoğlu und Simon Meienreis sowie dem Soziologen Matthias Quent hat sich daher ein Kooperationsnetz von Theatern und Institutionen aus 14 Städten zusammengeschlossen, um vom 21. Oktober bis 7. November 2021 gemeinsam das interdisziplinäre Theaterprojekt „Kein Schlussstrich!“ zu realisieren – mit dem Anliegen, die Taten und Hintergründe des NSU künstlerisch zu thematisieren. Beteiligt sind Akteure in den Städten, die unmittelbar vom NSU-Komplex betroffen waren und sind: die Städte, in denen zehn Bürger*innen von Rassisten ermordet wurden. Auch jene Städte sind beteiligt, in denen die Täter*innen des NSU aufwuchsen, Aufenthalt oder Unterstützung fanden. Mit dem Vorhaben sollen die Perspektiven der Familien der Opfer und der migrantischen Communities in den Fokus der Öffentlichkeit gebracht werden: Mit Theateraufführungen, musikalischen Interventionen im öffentlichen Raum, Lesungen, Diskussionsveranstaltungen und Workshops möchte das Projekt die Auseinandersetzung mit dem institutionellen und strukturellen Rassismus in unserer Gesellschaft anregen. Auch die Geschehnisse und Folgen der Anschläge in Halle, Hanau und Kassel, die den Rechtsterrorismus und Rassismus in erschütternder Weise bezeugen, möchte das Projekt in den Fokus rücken.
Träger des Projekts „Kein Schlussstrich!“ ist der im September 2020 eigens gegründete Verein „Licht ins Dunkel e.V.“. Mitwirkende Institutionen sind: ASA FF e.V. in Chemnitz, Theater Chemnitz, Dietrich-Keuning-Haus Dortmund (in Trägerschaft der Kulturbetriebe der Stadt Dortmund), Landestheater Eisenach / Meininger Staatstheater, Kampnagel Hamburg, Theater Heilbronn, JenaKultur, Institut für Demokratie und Zivilgesellschaft Jena (in Trägerschaft der Amadeu Antonio Stiftung), Theaterhaus Jena, Staatstheater Kassel, Schauspiel Köln, Münchner Kammerspiele und Real München e.V., Staatstheater Nürnberg, Theater Plauen-Zwickau, Volkstheater Rostock, Theater Rudolstadt, Deutsches Nationaltheater Weimar.
Die künstlerische Klammer des Projekts bilden zwei multilokale Eigenproduktionen: das musikalisch- performative und partizipatorische Oratorium „MANİFEST(O)“ des Komponisten Marc Sinan und die von Ayşe Güleç und Fritz Lazlo Weber kuratierte Ausstellung „Offener Prozess“ des ASA FF.
Den Vorstand des Trägervereins „Licht ins Dunkel e.V.“ bilden als Vorsitzender Jonas Zipf, Mitinitiator des Projekts und Werkleiter von JenaKultur, und Amelie Deuflhard, Intendantin von Kampnagel Hamburg. Die künstlerische Leitung des Projekts obliegt – in Zusammenarbeit mit dem Netzwerk der Partner*innen in den beteiligten Institutionen – den beiden Dramaturgen Tunçay Kulaoğlu und Simon Meienreis sowie der Kuratorin Ayşe Güleç. Beraten wird das Kernteam zudem von einem fünfköpfigen Beirat, für den die Autorin und Journalistin Ferda Ataman, die Comedienne und Schauspielerin İdil Baydar, die Sozialpädagogin und Leiterin des Projekts „RomaniPhen“ Isidora Randjelović sowie die Autorinnen und Soziologinnen Vanessa Eileen Thompson und Katharina Warda gewonnen werden konnten. Die Koordination, Geschäftsführung und Presse- und Öffentlichkeitsarbeit für „Kein Schlussstrich!“ übernehmen im Auftrag des Trägervereins Elena Krüskemper und Kristina Wydra von der Agentur Local International, Bonn.
„Kein Schlussstrich!“ wird gefördert durch die Kulturstiftung des Bundes. Außerdem erhält das Projekt bislang Förderungen durch die Bundeszentrale für politische Bildung, die Behörde für Kultur und Medien Hamburg, die Innovationsförderung der Stadt Jena, das Kulturreferat der Stadt München, die Staatskanzlei Thüringen, die Initiative „The Power of the Arts“ der Philip Morris GmbH, die Rudolf-Augstein-Stiftung sowie die mitwirkenden Institutionen im Rahmen ihrer Mitgliedschaft im „Licht ins Dunkel e.V.“.
Çayeli’nden öteye…Hey gidi Karadeniz…Bu dünya bir pencere…Eğildim da su içtim çeşmenin çanağından…Hayde gidelum, hayde…Omuzumda orağım…Ben seni sevduğumi dünyalara bildirdum…O yar ballidur, balli…Bulut gibi hislerim savruldu yüreğine…Herkesin bir derdi var, durur içerisinde…
Pandemi nedeniyle geçtiğimiz yıl iptal edilen 25. Türkiye Almanya Film Festivali (FFTD) bu yıl 18 ile 25 Temmuz tarihleri arasında yapılacak. Almanya’nın en önemli kültürlerarası festivallerinden olan FFTD, her iki ülkeden toplam 34 filmden oluşan heyecan verici programı ve etkileyici konuklarını Nürnbergli seyirciyle buluşturacak.
Anons (Yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun)
Festival bu yıl Anons filmi ile ilk kez açık hava sinemasında açılış yapacak. Gemeinschaftshaus Langwasser’de gerçekleşecek olan açılışa filmin yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun ve yapımcısı Reyhan Bulut’un yanı sıra Ercan Kesal, Tevfik Başer, Muammer Brav, Luk Piyes ve Recai Hallaç da katılacak.
Yaşam boyu onur ödülünün bu yılki sahipleri Senta Berger ve Genco Erkal
Festivalde daha önce Margarethe von Trotta, Ediz Hun, Filiz Akın, Ara Güler, Yavuz Turgul, Kadir İnanır, Şener Şen, Türkan Şoray, Mario Adorf, Ferzan Özpetek, Edgar Reitz gibi isimlere de verilen yaşam boyu onur ödülü bu yıl ‘ülkelerinin sinemasını nesiller ötesinde kalıcı olarak etkileyen ve uluslararası alana taşıyan toplumsal duyarlılığını sanatına yansıtan’ Senta Berger ve Genco Erkal’a veriliyor. Festivalde Senta Berger’in Siyahtan Önceki Parlak Renkler (Satte Farben vor Schwarz ) filmi ile Genco Erkal ve Ercan Kesal söyleşisi “Biz tiyatroyla devrim yapabileceğimize inanıyorduk” adlı 2020 yapımı portre belgesel de gösterilecek.
Kız Kardeşler (Yönetmen Emin Alper)
Almanya’nın en önemli kültürlerarası festivali olmasıyla da ünlü olan festivalde gösterilecek olan 34 filmin yarısı Almanya yarısı ise Türkiye yapımı. Bu filmlerin 21’i festivalin uzun ve kısa metraj yarışma bölümünde yarışacak. En iyi film, en iyi kadın oyuncu ve en iyi erkek oyuncu, Mahmut Tali Öngören ve seyirci ödüllerinin verileceği yarışmaların uzun metraj seçici kurulunda jüri başkanlığını Tevfik Başer, kısa metrajda ise Nuran David Çalış üstlenecek. Sinema dünyaları bölümünde ise yarışma dışı on sinema filmi ve üç belgesel gösterilecek. Festival genelinde gösterilen filmlerin ikisi uluslararası ilk gösterim olacak: Granadada Tutuklama (yönetmen Nuran Davıd Calış) ve ‘Biz tiyatroyla devrim yapacağımıza inanıyorduk’.
Görülmüştür (Yönetmen Serhat Karaaslan)
Festivalde gösterilecek filmlerin yanı sıra konuklarla söyleşiler ve atölye çalışmaları da olacak. Sekiz gün boyunca sürecek olan festival, Türkiye ve Almanya sanat dünyalarının yoğun diyaloglarına sahne olacak. 25. Türkiye Almanya Film Festivali, 24 Temmuz akşamı yapılacak ödül töreni ve festival partisi ile son bulacak.
Gipsy Quenn (Yönetmen Hüseyin Tabak)
Pandemi nedeniyle kısa bir ara vermek zorunda kalan FFTD, bu yıl 25. kez iki ülkenin kültürünü, sinemacısını, sanatçısını ve izleyicisini bir araya getirmeye kaldığı yerden devam ediyor. Bu yıl ilk kez temmuz ayında, açık hava gösterimleriyle ve korona maskeleriyle…
Kadına yönelik her türlü şiddetin, ayırımcılığın, istismarın, ötekileştirmenin yok edilmesine karşı oluşturulan bir taslaktı İstanbul Sözleşmesi. Çok kapsamlı bir içeriğe sahipti. Sağlık, göçmenlik, mültecilik, cinsiyet, engellilik durumu, psikoloji, cinsel eğilim veya yönelim, cinsel kimlik ya da medeni hal durumlarında ayırımcılığın yapılmaması veya yapılan ayırımcılığın ortadan kaldırılması hatta işlenen suçların en ağır şekilde cezalandırılmasına yönelik çok kapsamlı bir sözleşme idi.
2011 yılında ilk imzayı atan ülkelerden biriyken ne oldu da 2021 yılında anlaşmayı fesheden bir ülke olduk? Biraz araştırınca anlıyorsunuz aslında. Özellikle bu ülke vatandaşları için nedenini tahmin etmek çok da zor değil. “Toplumu ve aile kurumunu parçalayan bir sözleşmedir. Bu sözleşme geçerliliğini koruduğu sürece gelecek nesillerimiz adına güzel cümleler kurabilmemiz mümkün değildir. Bu anlamda ilgili sözleşme evlâdu ahfâdımızın din, iman, takva, iffet, hayâ ve medeniyet gibi olmazsa olmaz değerlerimizi muhafaza ederek yaşayabilmesine potansiyel bir engeldir…” şeklinde bir bildiri yayınladı tarikat liderleri. (bknz. Independent Türkçe- 07 Temmuz 2020) Bir de üstüne “inancımıza, kültürümüze, meşrebimize aykırı tartışmaları ortadan kaldırmak için sözleşmeden çekilme kararı aldık” dedik ve konu kapandı. Hangi kültürün, hangi meşrebin bir parçasıdır sokak ortasında katletmek? Hangi inancın parçasıdır çocuklarının gözü önünde, kurşunla, bıçakla ya da sopayla delik deşik ederek bir cana kıymak?
Halbuki neydi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ilk maddeleri? *Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. *Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
Bu kadar basit olmamalı bir insan hayatı. Sonra sahne tekrar zalime kalır. Yine son sürat katletmeye devam eder vicdansızca. Adeta arkasını sağlama almışçasına. Sanki karşısındaki insanla hiç aynı sofrada oturmamış gibi. Sanki karşısındaki insanla hiç gülmemiş, omuzunda hiç ağlamamış gibi. Sanki karşısındaki insan hiç saçını okşamamış, kendisini hiç sevmemiş, derdine ortak olmamış, mutluluğunu hiç paylaşmamış gibi.
Neden? Psikolojisi bozuk diye. Neden? Biri ona yan gözle baktığı için. Eteği biraz kısa diye. Neden? Yemek soğuk diye. Birlikte yaşayamadığı için ayrılmak istedi diye. Neden? Töre böyle uygun gördü diye. Neden? Cinsel eğilimi ya da dış görünüşü farklı diye. Kıskandığı için. Namusundan şüphe ettiği için. Uyuşturucunun etkisinden çıkamadığı için… Üstelik sadece kadınlarla da değil dertleri. Hiçbir şeye saygıları, tahammülleri yok! Çocuklar, ağaçlar, hayvanlar hatta güzel yapılar, özel değerler… Bu kez neden dersiniz? Çok ağladı diye. Görüntü kirliliği yapıyor diye. Çok havladı diye. Yer işgal ediyor diye. Oraya çok güzel villalar, siteler, alışveriş merkezleri yapılır diye… Bu liste böyle uzar gider.
Büyük usta Yaşar Kemal’in de dediği gibi; Bu ülkede dört şey olmayacaksın: kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı…
MOR TABUTLAR -Caner TEMİZ
Sanırım fazla söze gerek yok. Caner Temiz’in 2017 yılında kaleme aldığı Mor Tabutlar gündemi çok net ifade etmiş. Okunası…
Tanıtım Bülteninden: Son yıllarda ülkemizdeki en temel sorunlardan birisi “Kadın Cinayetleri” olsa gerek. Zira gün geçmiyor ki yeni bir kadın cinayetiyle karşılaşmayalım. Modern dünyada duyulmaması gereken gerekçelerle hayatları sonlanan kadınlara yönelik bu şiddet, toplum nezdinde de neredeyse kanıksanmış durumdadır.
Bu can yakıcısı soruna ilişkin herkesin, her kesimin bir fikri olmasına rağmen çözümü noktasında herhangi bir adım atılmaması da sorunu her geçen gün biraz daha büyütmektedir. Sorunun nedenselliğine ilişkin sosyo-ekonomik, sosyo-psikolojik ya da sosyo-kültürel birçok neden sıralanabilir. Bu olguları konunun uzmanlarına inceleme konusu olarak bıraksak bile neredeyse toplumsal patolojiye dönüşme eğilimi gösteren bu durum, bireysel çabalara da ihtiyaç duymaktadır. Bu kitap; tam da bu nedenle, “Kadın Cinayetleri” ne yönelik bireysel duyarlılık geliştirmek ve toplumsal farkındalık yaratmak adına hazırlanmıştır.
“Öpmeye kıyamazsın kıyarlar. Bakmaya doyamazsın kıyarlar. Sevmeye doyamazsın kıyarlar. Koklamaya doyamazsın kıyarlar. Kıyarlar bu ülkede güzel olana. Kıyarlar acımadan. Kıyarlar korkmadan. Kıyarlar her gün, her gün kıyarlar…”
SEVİLEN -Toni MORRISON
Ahh kadınlar. Bin yıldır dünyanın her yerinde, her kuşakta bir dışlanma, bir hor görülme, değersiz hissettirilme gerçeğinden kaçamamış. Tabi ki azımsanamayacak bir kitleyi tenzih ederek yazıyorum bunu. Onlar iyi ki varlar. İyi ki hep var oldular.
1800’lü yılların Amerika’sında yaşayan, daha doğrusu yaşam mücadelesi veren siyahi kadınlarından bahseden bir kitap var sırada. Kölelik cehenneminden bahseden bir çalışma.
Yazım tekniğine, üslubuna hayran bırakan 2019 yılında kaybettiğimiz yazar Toni Morrison’un kaleminden Sevilen, 1988 yılında Pulitzer ve 1993 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş. Kitap, köleleştirilen Afro-Amerikalı bir kadın olan Margaret Garner’in gerçek yaşam hikayesinden esinlenerek yazılmış. Köle avcılarının elinden kaçmayı başaran ama onların her daim takibinden kaçamayan Sethe köleliğe geri döneceğini anladığında, yakalanmadan önce iki yaşındaki kızı Denver’i öldürür ve hemen sonrasında kendisini öldürmek üzereyken yine köle avcıları tarafından yakalanır. Ne pahasına olursa olsun bir anne çocuğunu öldürebilir mi? Bunun savunulacak bir yanı olabilir mi? Yargılamadan, suçlamadan görebilmek mümkün mü acı bir şekilde tecrübe edilmiş bir yaşamı? 1873 yılında yaşanmış bu olay ve Sethe’nin dramatik hikayesi içinizi burkacak…
ANNA KARENİNA -Lev N. Tolstoy Yaşamı boyunca birçok kez büyük sıkıntılar yaşamasına rağmen hayatı anlamaya çalışmaktan hiç vazgeçmemiş Tolstoy. O hayatı anlamaya çalışmış ama kendisi anlaşılamamış. Eserleri, yeteneği, kişiliği dünya çapında tanınmasına, kabul görmesine rağmen bazen Marksist kesimin bazen de dindar kesimin acımasız eleştirilerine maruz kalmış. Ama kendisinin de benimsediği ‘sanat sanat içindir’ felsefesiyle 82 yaşına kadar asla edebiyata olan inancında vazgeçmemiş. Ardında onlarca ünlü roman ve uzun öykü, yüzlerce hikâye, mektup, günlük bırakmış. Ne yazık ki soğuk bir kış mevsiminde, bir tren istasyonunda zatürre ’den hayatını kaybetmiştir.
Anna Karenina 1873-1877 yılları arasındaki dönemde, bir Rus dergisinde dönem dönem bölümleri yayınlanmış ve ilk kez 1878 yılında roman olarak yayınlanmıştır. 1870’lerin Rusya’sın da toplumun zengin kesimine ve yaşam tarzlarına değindiği bu roman birçok eleştirmen tarafından olumlu ya da kimi zaman olumsuz ve acımasız bir şekilde eleştirilmiştir. Romada birbirinden bağımsız iki aşk macerası anlatılırken aynı zamanda dönemin eğitim reformu ve kadınların sosyal, kültürel durumları da ele alınır. Baş karakter Anna Karenina, bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç Karenin ile evli, şık ve güzel bir kadındır. Fakat sevgisiz ve monoton olan evliliği onun başka birine âşık olmasına engel olamamıştır. Toplum baskısına rağmen bu yasak ilişkisine uzun yıllar devam etmiştir. Birbiri ardına yaşanan olaylar ve entrikalar sonunda içinde bulunduğu durumun bunalımından kurtulamaz ve intihar eder.
Tolstoy romanda aşk, evlilik, ihanet, ölüm, sadakat, tutku ve bağlılık gibi önemli konuları muhteşem bir gözlem yeteneğiyle ele almıştır. “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”