Cuma, Ekim 17, 2025
Startseite Blog Sayfa 79

Meftuni Güngör yeni muayenehanesinde

Nürnberg’in tanınmış doktorlarından Meftuni Güngör, 525 metrekarelik yeni muayenehanesini görkemli bir davetle hizmete açtı.

Wölckernstr. 9 adresindeki muayenehanenin açılış kokteyline T.C. Nürnberg Başkonsolosu Yavuz Kül ve Nürnberg eski Başkonsolosu ve Büyükelçi Mehmet Selim Kartal ve eşi, Bavyera Eyalet Milletvekili Arif Taşdelen (SPD), Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Aynur Kır (SPD), meslektaşları, STK temsilcileri ve iş insanlarının da aralarında olduğu yaklaşık 100 davetli katıldı. Bir gün önce Nürnberg’de bir gösteri için bulunan kabare sanatçısı Muhsin Omurca da davete katılan isimler arasındaydı. Omurca, açılışta kısa bir gösteri sundu.

Kokteylde misafirleri selamlayan Dr. M.D. Meftuni Güngör, “Özellikle beni bu zor günlerimde yalnız bırakmayan eşim Selda Güngör`e, doktor arkadaşlarım Dr. Oya Çabuk Doğan, Dr. Julia Tolstich, Dr. Ibrahim Görkem Yalçın ve Dr. Sami Nassar’a, ekibime ve tüm dostlarıma teşekkürlerimi teşekkürlerimi sunuyorum.” dedi.

Başkonsolos Yavuz Kül, Dr. Meftuni Güngör ve ekibini kutlayarak başladığı konuşmasında bu yatırımın Nürnberg için önemine vurgu yaptı. Kül, “Bu başarı bizim 50 yılda nereye geldiğimizi gösteriyor. Muayenehane Türkçe hizmet imkânı sunuyor. Diğer toplumlara da hizmet vereceğini bilmek bizi çok mutlu ediyor.” dedi.

Çok eskiden tanıştığı arkadaşı Dr. Meftuni Güngör’ü bu mutlu gününde yalnız bırakmamak için Fransa’daki tatilini yarına kesip Nürnberg’e geldiğini ifade eden Ankara Merkez görevli Büyükelçi Mehmet Selim Kartal tüm ekibe başarılarının devamını diledi.

Dr. Meftuni Güngör, 525 metrekarelik bir alanda 5’i doktor odası olmak üzere toplam 28 odalı yeni yerinde beş doktor ve 10 doktor yardımcısıyla hizmet verecek.

Fotoğraf galerisi için tıklayın…

Meftuni-2
Dr. MD Meftuni Güngör ve ekibi

Dimitrina Lang ist neue Vorsitzende des Migrationsbeirats der Landeshauptstadt München

Der im Januar neu gewählte Migrationsbeirat der Landeshauptstadt München (bisher: Ausländerbeirat) hat heute in seiner konstituierenden Sitzung im Großen Sitzungssaal des Rathauses seinen Vorstand gewählt.

Neue Vorsitzende des Gremiums, das die Interessen der über 420.000 Münchnerinnen und Münchner mit ausländischer Staatsangehörigkeit vertritt, ist die gebürtige Bulgarin Dimitrina Lang. Sie war für die „Liberale Liste“ zur Wahl angetreten. Lang lebt seit 16 Jahren in München. Sie ist im Stadtjugendamt der Landeshauptstadt München als Sozialpädagogin tätig. Darüber hinaus ist sie Mitbegründerin und Vorsitzende des bulgarischen Selbsthilfevereins „Edinstvo“ und im Selbsthilfebeirat der Stadt München aktiv. Im Migrationsbeirat (bisher: Ausländerbeirat) war sie bislang als Sprecherin des Ausschusses für Soziales und Frauen, Arbeit und Wirtschaft, Gesundheit und Umwelt aktiv.

Die bisherige Vorsitzende des Migrationsbeirats, Nükhet Kivran, hatte nicht mehr für dieses Amt kandidiert.

Zu stellvertretenden Vorsitzenden des Gremiums wählten die Mitglieder des Migrationsbeirats Theodora Sismani und Nesrin Gül.

Sismani ist als Tochter griechischer Eltern in München geboren. Sie trat für die Liste „EURO.PA“ zur Wahl an. Sismani ist als Rechtsanwältin tätig und engagiert sich im Netzwerk Rassismus- und Diskriminierungsfreies Bayern e.V. Im Migrationsbeirat war sie bislang als Sprecherin des Ausschusses Ausländer- und Zuwanderungsrecht, Rassismus, Diskriminierung und Flüchtlingspolitik aktiv.

 Gül ist als Enkelin türkischer Gastarbeiter in München geboren. Sie trat für die Liste „Aktiv“ zur Wahl an. Gül leitet beim IG Metall Bezirk Bayern das Projekt „Empowerment in einer digitalen Arbeitswelt“ und war in der vergangenen Wahlperiode ebenfalls bereits im Migrationsbeirat sowie in der Arbeitsgemeinschaft der Ausländer-, Migranten- und Integrationsbeiräte Bayerns aktiv.

Weitere Informationen zum Migrationsbeirat der Landeshauptstadt München gibt es unter www.migrationsbeirat-muenchen.de.

Klicken Sie hier um zur Fotogalerie zu gelangen

Gökay Sofuoğlu yazdı: Ne olacak şimdi?

Türkiye’de referandum oylaması Avrupa’da bitti ve şimdi sırada 16 Nisan’da Türkiye’de yapılacak oylama var. Avrupa’da katılım oranı yüzde 50 olarak belirtiliyor. Aslında bazı ülkelerde parlamento seçimlerinde dahi ancak yüzde 50’lik orana yaklaşılması göz önünde bulundurularak bu bir başarı olarak kabul edilebilir. Hele seçmenlerin oylarını vermek için ne kadar zahmete girmek zorunda kaldıklarını da dikkate alırsak bu başarının ayrıca altını çizmek gerekir. Umarım ki aynı başarıyı, örneğin Alman vatandaşlığı almış Türk asıllı göçmenler 24 Eylül seçimlerinde de gösterirler ve yoğun bir şekilde seçimlere katılırlar.

Evet, bu referandum sonucunun sevineni ve üzüleni olacak, ama kazananı ya da kaybedeni olmayacak. Hele kazananı hiç olmayacak.

Neden mi?

Referandum konusu anayasa.

Bilindiği gibi anayasalar ülkelerde yaşayan insanların ortak yaşam anlaşmalarıdır. Ne kadar çok insan bu anlaşmanın altına imza atmış olursa, bu ortak yaşam o kadar sağlam olur.

Alman anayasası bu şekilde hazırlanan anayasalardan birisidir. O nedenle Almanya’da anayasal yurttaşlık kavramı önemlidir. Kendisini herhangi bir nedenle Alman diye tanımlamayan kişiler kendisini anayasa ile özdeşleştirir. Alman anayasa (Temel Yasa ± Grundgesetz) birinci maddesi bir manifesto niteliğindedir. ™Die Würde des Menschen ist unantastbar.∫ Yani İnsan onuru dokunulmazdır. Bundan sonraki yazılan tüm maddeler birinci maddeye uyarlanarak yazılmıştır. Tüm eksikliklerine rağmen, özellikle Almanya’da yaşayan azınlıklar açısından görülen eksikliklere rağmen, Alman anayasası rakipsizdir. Bunun en büyük nedeni anayasanın oluşumunda tüm toplumsal katmanların katkısının olmasıdır.

Türkiye’deki anayasa tartışması, meclisten geçirilmesinden kamuoyunda tartışılmasına ve oylanmasına kadar birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Ve oylama bittikten sonra bu anayasa yeniden tartışmaya açılacak ve Türkiye yeni tartışmaların içinde yıpranacaktır.

Ancak bu yazıda dikkat çekmek istediğim başka bir konu var. Başında belirttiğim gibi sevinen veya üzülenler olacak olsa da bu anayasa sürecinin sadece kaybedenleri olacak. Ve bu kaybedenlerin başında biz Avrupa’da yaşayan Türkler olacağız.

Her ne kadar bizim ikamet ettiğimiz yerlerdeki günlük yaşantımıza herhangi bir katkısı olmasa da, anayasa tartışması günlük yaşantımızın en etkili gündemini oluşturdu. Alman siyasetinde son dönemde gelişen ve eleştiri ile karalamanın birbirine karıştırıldığı bir süreç ve Türkiye’den buna karşı gösterilen olağanüstü aşırılıktaki tepkiler bir bakıma bizim günlük yaşantımıza yansıdı. Her yerde Türkiye konuşulmaya ve her yerde bulunan Türkler, Türkiye uzmanı yapılmaya çalışıldı. Okullarda dahi Türk çocukları artık Türkiye siyasetinin tartışıldığı bireyler haline getirildi. Bu yer yer tartışmalara ve tepkilere yol açtı.

Türkiye’den gelen Nazi Almanyası benzetmeleri, Şansölyeye karşı Nazi Metodu uyguluyor suçlamaları, her ne kadar Almanya devlet yönetimi tarafından çok fazla önemsenmemiş olsa da halk arasında infial yarattı. Sokakta ve mahallelerde yıllardan beri Türk komşuları ile yanyana yaşayanlar arasında özellikle Türkiye’den gelen söylemlerin olumsuz etkilerinin hissedildiği gözlemlendi. Kendi aralarında toplanan bazı Almanların mahallelerindeki Türk manavdan bir süre alışveriş yapmayacaklarına dair mektup gündemi meşgul etti. Bunun yayılmaması sevindirici, ama bazı başlangıçların olması bile kendi içinde tehlikeli boyutlara yol açabilir. Bazı siyasi partilerin eylül ayında yapılacak seçimlerde göçmen konularını gündeme getirecek olmaları, başta İslam yasası, çifte vatandaşlıkta geri adım atılması gibi konuları gündeme getirmek için uğraş vermeleri de Alman siyasetinde göçmen konusunun yine olumsuz anlamda etkilenmesine yol açacaktır.

Gökay Sofuoğlu
-Almanya Türk Toplumu Genel Başkanı

Göçmen Kadınlar Birliği ve DİDF Münih’ten ortak 8 Mart kutlaması

Göçmen Kadınlar Birliği (GKB) ve Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) Münih, Englschalkingerstr. 185 adresinde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliği düzenledi.
‘Emeğimizin karşılığını almak için birleşiyoruz!’ sloganıyla davet edilen kadınlar, kadına yönelik şiddete, kadın cinayetlerine, baskılara ve savaşa karşı dayanışmayı güçlendirmek için bir araya geldi.

Sunuculuğunu Livan Zengin’in yaptığı etkinlik kadın mücadelesinde hayatını kaybeden kadınlar için saygı duruşuyla başladı. Açılış konuşmasını GKB yürütme kurulu adına yapan Tülin Çokdeğerli, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün tarihçesine değinerek ‘Yıl 2017 ama kadınlar hala düşük ücrete çalışıyor, çocuk bakımı hala çalışan kadının önünde büyük bir sorun, hala kadınlar tacize, tecavüze, çocuk yaşta evlendirilip köleliğe ve törelere kurban ediliyorlar.’ dedi. Dünya genelinde ve Almanya özelinde kadın sorunlarına değinen Çokdeğerli, ‘Kapitalizm, kadın emeğini, bedenini, doğurganlığını denetim altına alıyor. Bu yüzden bugün mücadeleyi en başta kapitalist sisteme yönelik sürdürmeliyiz’ diyerek ‘ekmek ve gül’ talebinin tüm dünyada olduğu gibi Almanya’da da geçerli olduğunu hatırlattı.
Yaklaşan anayasa referandumuyla ilgili de konuşan Çokdeğerli, ‘Göçmen Kadınlar Birliği ve DiDF olarak yaşamlarımıza müdahale edilmesine, hak ve özgürlüklerimizin kısıtlanmasına hayır diyoruz’ şeklinde konuştu.

Daha sonra Livan Zengin, Nuri Zengin, Çiğdem Fayık, Ayten Doğan şiirler okudu, kadınların mücadelesini anlatan kısa bir film gösterildi. Etkinlikte Göçmen Kadınlar Birliği tiyatro grubu, Aziz Nesin’in 27 Mayıs öncesi sıkıyönetim döneminde yazdığı ‘Mutlu Kedi’ adlı oyununu sahneledi.

Etkinlik, Derya Dalkaya, Yaren, Cihan Yaman ve Nazım Nas’ın söylediği türkü ve şarkılarla devam etti ve çekilen halaylarla son buldu.

Etkinlik fotoğrafları için tıklayın…

İstanbul’da 8 Mart mitingi

Bu sene Kadınlar Günü Türkiye’deki kadınlar için diğer senelere göre daha anlamlıydı.
Gerek rejim değişikliği ve başkanlık tartışmaları, gerekse OHAL koşullarından dolayı sokağa çıkıp hakkını savunmanın neredeyse imkansız olduğu bir dönemdeyiz. Dolayısıyla bu sene 8 Mart kutlamalarına yüksek bir katılım beklenmiyordu. Fakat beklenenin aksine gerek 6 Mart’ta Bakırköy’deki miting, gerekse 8 Mart’ta Taksim’deki Feminist Gece Yürüyüşü geniş katılım gördü. 6 Mart Pazar günü Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda İstanbul 8 Mart Kadın Platformu’nun düzenlediği mitingde kadınlar “Yaşam hakkımız, özgürlüğümüz, emeğimiz, bedenimiz için hayır diyoruz” sloganıyla seslerini duyurdu. Eşitsizliğe, her türlü erkek şiddetine “Hayır” diyen kadınlar alanda renkli görüntüler oluşturdu. Mitinge HDP Milletvekilleri, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Kadın Meclisleri, EMEK Partisi, Türk Tabipler Birliği (TTB), Eğitim-Sen, Mor Dayanışma, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Nar Kadın Dayanışması, Kampüs Cadıları, İlerici Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisi, Aka-Der, Halkevci Kadınlar, Anarşist Kadınlar, Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın Komisyonu gibi çok sayıda kadın örgütü katıldı. 8 Mart’ta Taksim İstiklal Caddesi’nde saat 19.00’da başlayan yürüyüş ise ayrı önem taşımaktaydı. Bombalardan, saldırılardan ve gözaltılarından dolayı yabancı müzik gruplarının bile gelmeye çekindiği Taksim’de, hele ki İstiklal’de, binlerce kadının korkmadan özgürlükleri için toplanması; ırkçılığın, ayrışmanın rekor seviyeye ulaştığı şu günlerde bunca kadının hep beraber dayanışma mesajı verebilmesi tarif edilemez güzellikte bir görüntüydü.
Yürüyüşün ardından ise Tünel Meydanı’nda basın açıklaması yapıldı. Basın açıklaması sonrası kadınlar birlik içinde halay çekti.

Deniz YILDIRIM

IST-8Mart_deniz

IST 8Mart_7

Diğer fotoğraflar için tıklayın…

Üç dinden tek Tanrı’ya müzik

Münih’te 3 büyük dünya dininin müziği, 18 Mart’ta Gasteig’da birlikte yankılanacak. Farklı dinlere mensup yüz ellinin üzerinde müzisyen, solist ve semazen, Ortaçağ’dan Barock’a üç büyük dinin ayrıştırıcı değil birleştiriciliğini vurgulayacak.

Daha önce 2012 ve 2015 yıllarında büyük beğeni toplayan ‘Tek Tanrı’ya müzik’ konser serisinin 3.sünü yine ‘Respect Us’ düzenliyor. Münihli müzisyen Mehmet C. Yeşilçay, ressam Av. Dr. Temel Nal ile tercüman ve kültür aktivisti Tuncay Tükel, inisiyatif oluşum Respect Us’ın arkasındaki isimler. Eşit yaşam ve karşılıklı saygıyı amaçlayan oluşum, bu konserle dinlerarası barışı, dinin ayrıştırıcı değil birleştirici yönünü vurgulamak istiyor. Bach ve Vivaldi’nin eserleri, Ermeni kilise müziği, Sefarad ve Sufi müziğinin bir arada yankılanacağı konserde, müzikal yönetimi de üstlenen ‘ECHO Klasik’ ödüllü Mehmet Ç. Yeşilçay Pera Orkestrası ile Konyalı Semazenler de sahne alacak.

Konserde sahne alacak diğer isimlerden bazıları şöyle: Alevi Bektaşi Coşkun Karademir, Tasavvuf solisti Ahmet Çalışır, Filippo Mineccia, Leonor Amaral, Michal Elia Kamal, Klasik Türk Müziği sanatçısı İbrahim Suat Erbay…

18 Mart’ta Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi müzisyen, solist ve semazen’den oluşan 150 sanatçının sahne alacağı ‘Music for the One God’ isimli konser, Gasteig Kültür Merkezi’nin büyük salonu Philharmonie’de gerçekleşecek.

Bilet fiyatları 25 ile 55 Euro olan konserle ilgili detaylı bilgiye www.gasteig.de sayfasından ulaşılabilir.

OneGod_plakat

Weltfrauentag 2017 – Frauen noch immer benachteiligt

Zum Weltfrauentag am 08.03.2017 erinnert die Integrationsbeauftragte der Bayerischen Staatsregierung Kerstin Schreyer, MdL daran, dass in vielen Teilen der Welt und auch bei uns Frauen gegenüber Männern noch immer benachteiligt sind. 

Eines der größten Probleme ist die häusliche Gewalt. In neun von zehn Fällen sind international Frauen die Opfer. Auch ein Thema ist der Sexismus im Alltag; Frauen werden oft schon nur wegen ihres Geschlechts diskriminiert, manchmal gar „nur“ als Hausfrau und Mutter gesehen. Viele Probleme haben einen traditionellen Hintergrund, so beispielsweise die traditionelle Beschneidung von Frauen in einigen Teilen Afrikas und Asiens, die Zwangsheirat oder den Tod durch Ehrenmorde.

Es gibt viele Frauen, die aus anderen Kulturkreisen zu uns kommen und denen das Ankommen in unserer Gesellschaft erschwert wird. Für diese Gruppe fordert die Integrationsbeauftragte weitere Anstrengungen in Politik und Gesellschaft, damit diese lernen, mit unseren Regeln, Normen und Umgangsformen umzugehen und gleichzeitig Ihre Rechte, wie die Religionsfreiheit, das Recht auf körperliche Unversehrtheit oder die Gleichberechtigung von Mann und Frau einzufordern.

„Frauen sind der Schlüssel zur gelingenden Integration. Wenn wir Sie erreichen gewinnen wir auch die Familien und die Communities, denen Sie angehören“, so Kerstin Schreyer.

8 Mart’ta hayatı istiyoruz

Biz her sene 8 Mart’a tarihsel bir önem vererek hazırlanır, o gün dünyanın tüm kadınlarıyla birleşmenin coşkusunu yaşarız. Ama bu sene dünya kadınlar günü bambaşka bir tarihsel öneme, hayati role sahip. Dünya çapında kadın düşmanlığının yükseldiği bir yıl geçirdik, kadınlar da buna cevaben dünya çapında Uluslararası Kadın Grevi’ne hazırlanıyor.

En son Trump’ın başkan olmasıyla da gördük ki, tehlike büyük. Kadın düşmanlığıyla ünlü otoriter liderler seçimler kazanıyor, en eski nefret biçimi olan kadın düşmanlığı; mizojini yeniden yükselişte. Ne yazık ki sadece Türkiye’de değil, dünya çapında kadınların mücadeleyle kazandığı haklara saldırı var.

Türkiye’de ise kadınların kaderini doğrudan etkileyecek referandum sürecindeyiz. Dolayısıyla bu sene içeride ve dışarıda güçlü “Hayır” diyerek, tüm kadınlar için kadın düşmanlığını durdurmanın peşindeyiz. Hayır’ımız ne kadar kuvvetli olursa, dünyanın tüm kadınları için hayırlı olacak. Çünkü tehlike sadece bazı otoriter liderlerle de sınırlı değil; genel olarak sağcı ve köktendinci siyaset güç kazanıyor. Bu tüm topluma zarar veriyor ama kadınlar üzerinde başka türlü bir bedeli var; yıl boyunca birçok örneğini yaşadığımız gibi bu otoriter rejimlerin ilk hedefi hep kadınlar oluyor. Polonya’da sağcı parti ve Katolik kilisesi kürtajı yasaklamaya çalıştı. Ortadoğu’da İŞİD ve cihatçı örgütler, İran’da fetvalar, Türkiye’de AKP ve siyasetin tam olarak erkeklerin eline verileceği referandum dayatması var. Arjantin ve Güney Amerika’da faili meçhul kadın cinayetleri sürüyor, Rusya’da kadına yönelik şiddeti aile içine hapsetmeye çalışan yasal geri adımlar atılıyor… Daha birçok örnek sayılabilir.

Hiç şüphesiz kadınlar, hiçbir ülkede, hiçbir saldırıya sessiz kalmadılar. Afganistan, Suudi Arabistan dahil olmak üzere tüm ülkelerde direndiler bu sene, direniyorlar. Ancak elbette yüzyılımızda nasıl olup da böylesi bir geriye gidiş yaşadığımız cevaplanması gereken önemli bir soru. Ve işin aslı, yaşadığımız tüm ağır sorunların kaynağında, aklın ve kolektif siyasetin gerilemesi, eşitlik fikrinden uzaklaşmış olmamız yatıyor. Bu dünyada en sevilecek şey ‘eşitlik’ iken bu ülküden uzaklaşmanın bedelini en ağır ödeyenler de kadınlar.

Durum bizim için bizi Ortaçağa geri götürmek isteyenlerle geleceği isteyenler arasında bir savaş anlamına geliyor.

Son günlerde Avrupa Parlamentosunda dahi kadına yönelik ayrımcı sözler edilebilmesi işte bu iklimin sonucu sayılabilir. Tarihin en eski önyargısı; nefreti mizojini adeta tüm kıtalarda yeniden hortluyor. Tüm bu sebeplerle bu sene 8 Mart, kadınların asla Ortaçağ’a geri dönmeyeceklerini herkese göstereceği gün olacak. Mücadeleyi yükseltmemiz, bunu dünya çapında güçlerimizi birleştirerek göstermemiz çok önemli. Böyle yaparak çok temel haklarımıza karşı başlatılan saldırıları durdurabilir, tarihin yönünü kadınlar lehine değiştirebiliriz.

Tıpkı bundan 100 yıl önce olduğu gibi.

Evet, bu sene aynı zamanda, 1917’de kadınların “ekmek ve barış” talepleriyle, Petrograd sokaklarını doldurduğu, büyük bir devrimi başlatan 8 Mart eylemlerinin de 100’üncü yıldönümü olacak. Bir asır önce Rusya’da, savaşın yokluğa sürüklediği kentler, kadınların “ekmek” isyanlarıyla çalkalanıyordu. Sonunda 23 Şubat’ta -bizim takvimimize göre 8 Mart günü- binlerce Rus kadın, işçi, asker eşleri, çocuklarıyla birlikte sokakları doldurdu. İzleyen günlerde yürüyüşlere halkın da katılımıyla isyan büyüdü ve çarlık rejimi yıkıldı.

Tarih çok enteresan; 2017’de bu sefer ABD’li kadınlar, yüzyıl önceki eylemleri örnek alarak uluslararası grev çağrısında bulundular. Trump’ın devrinde 8 Mart’ı tekrar aslına uygun tarzda politikleştirmek gerektiğini ifade ediyor, tüm ülkelerden kadınları da mücadeleye çağırıyorlar. Grev eylemi çağrısı, şimdiden elliye yakın ülkede karşılık buldu, Almanya, Polonya, İrlanda, Güney Kore, Arjantin, Meksika, Peru, Nikaragua, tüm Güney Amerika, Macaristan, Rusya, Avustralya, İskoçya, İsveç, İtalya ve daha bir çok ülkede kadınlar greve hazırlanıyor. Türkiye’de bunlar içinde. Kimi ülkelerde kürtaj yasakları, kimisinde kadın cinayetlerine, kimisinde çocuk yaşta zorla evlendirilme öne çıkıyor. Ama istisnasız tüm ülkelerden kadınlar, kilisesinin, dinin kadınlar artan baskısına karşı özgürlüğünü savunuyor, patriyarkal topluma; ekonomik, sosyal tüm eşitsizliklere karşı mücadele ediyor.

Dünyada kadın düşmanlığının arttığı bu dönem, Türkiye’de ülke tarihinin gördüğü en ayrımcı iktidara denk geldi. Kadına “fıtrat” gereği evde oturup çocuk doğurup bakması gereken bir eşya olarak bakan bu çağdışı görüşün ağır sonuçlarını yaşıyoruz: kadın cinayetleri arttı, cinsel şiddet her yere yayıldı, kadınlar için evler, ana caddeler, otobüsler, okullar, yurtlar her yer güvensiz hale geldi. Doğum kontrol yöntemlerine ulaşım zorlaştı, kürtaj yasal ama hizmete ulaşmak çok zor. Türkiye’de kadın işsizliği çok yüksek; Avrupa birincisiyiz ama hükümet kadınları daha çok eve gönderecek yeni yasalar çıkarıyor. Kısacası kadınları her anlamda kapatmaya, yok saymaya çalışan bir siyaset var. Ve şimdi bu iktidarın mutlak güç olmak üzere “başkanlık” dayatması ile karşı karşıyayız. Bizim için 8 Mart yaklaşan referandumun gölgesinde geliyor. Ama biz de yıl boyunca tıpkı dünyadaki kadın kardeşlerimiz gibi, asla sessiz kalmadık, önemli direniş ve kazanımlara imza attık. Çocuk istismarını, tecavüzü, erken yaşta zorla evlendirmeyi yasallaştırmaya çalışan “utanç önergesini” durdurduk, yaşam tarzına saldırılarda geri adımlar attırabildik. Türkiye’nin OHAL koşullarında direnerek kazanım elde edebilen kadınlar oldu. Yıl boyunca, tüm topluma umut ve cesaret veren kadınlar, şimdi 8 Mart’ı da referandumu aydınlatan bir ışığa dönüştürebilir.

8 Mart’ta meydanlarda ne kadar güçlü olursak, o kuvvet sandığa da yansıyacak.

Yüzyıl önce olduğu gibi, bu sene “utanç önergesini” durdurduğumuzda olduğu gibi, referandumda da kazanabiliriz. ‘Hayır’ oylarının üstün gelmesini sağlamanın dinamiği biz kadınlar olabiliriz. Olmalıyız da; kadınların sesinin her gün kan dondurucu biçimde ölümle kesilmesini ancak böyle durdurabiliriz, kadınlar ancak “Hayır’la” yaşayabilir.

Defalarca gördük ki, kadınların birlikte güçlü ve ortak mücadelemizle zoru başarabiliyoruz. 8  Mart’ta, Türkiye’de ve dünyada tüm kadınların birleşmesi, birlikte kadın düşmanlığına “Hayır” dememiz, dünya çapında da bir kuvvet yaratacak.

O halde, Trump’ın kadın düşmanlığına direnen Amerikalı kadın kardeşlerimizin dediği gibi; “Öyleyse, neyi bekliyoruz? Beklediğimiz, biziz”.

Bir kişi bile eksilmeyeceğiz. Kadınlar yaşayacak. Hayatı isteyen kadınlar kazanacak.

Gülsüm Kav
-Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi

Zeki Müren Anıldı

Münih’te faaliyet gösteren Bahri Çetintaş TSM Korosu, Anton Fingerle Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir konserle Zeki Müren’i vefatının 20. yılında andı. TRT’nin sevilen yorumcusu Mine Geçili’nin de misafir sanatçı olarak katıldığı konsere ilgi yoğundu.

İki bölümden oluşan konserde Zeki Müren’in sevilen şarkıları koro ve solo halinde seslendirildi. Sunuculuğunu Bülent Somak’ın yaptığı konserin ilk bölümünde koro şefi Bahri Çetintaş, genç yorumcu Ekrem Samioğlu ve

Kübra Aydın solo performanslarıyla dikkat çekti. Bahri Çetintaş, `Zehretme Bana Hayatı’, Ekrem Samioğlu, `Şimdi Uzaklardasın’ ve Kübra Aydın `Bu Hazan Yine Kalbim’ gibi şarkıları başarıyla yorumladı.

Konserin ikinci bölümünde ise Zeki Müren’e ithaf ettiği ilk albümü `Gece Kirpikli Kadın’la tanınan Mine Geçili sahne aldı. Sempatik tavırlarıyla da büyük beğeni toplayan TRT’nin sevilen yorumcusuna, davetliler hemen her şarkıda eşlik etti.

Konseri, aralarında T. C. Münih Başkonsolosu Mesut Koç’un da olduğu yaklaşık 300 davetli izledi.

Konser fotoğrafları için tıklayın…