Cuma, Ekim 17, 2025
Startseite Blog Sayfa 80

F.re.e ve Araba Günleri 2017’den kareler

Münih’te 22-26 Şubat tarihleri arasında yapılan F.re.e Turizm ve Tatil Fuarı, 133 bin ziyaretçiyle geçen yılın rekorunu kırdı. 65 ülkeden bin 300 katılımcının olduğu fuara, Münih Araba Günleri de eşlik etti. Ziyaretçilerin tatil ve arabalarla ilgili bilgi edinip satın alabildiği fuarda Türkiye, 300 metrekarelik standta 27 katılımcıyla yer aldı. Fuarla ilgili yapılan kapanış açıklamasında yetkililier, en fazla ilgiyi Akdeniz salonunun gördüğünü belirttiler.

Tatil ve Turizm Fuarı F.re.e

Münih’te başlayan ” F.re.e” Turizm ve Tatil Fuarı’na katılan toplam 65 ülke arasında Türkiye 300 metrekarelik standıyla yer alıyor.

Her yıl yapılan ve dünyaca ilgi gören fuarda T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın şemsiyesi altında 300 metrekarelik standta, 6 bölgeden 27 katılımcı yer almakta.

22-26 Şubat tarihleri arasında gerçekleşen olan fuardaki Türkiye standını ziyaret eden T.C. Münih Başkonsolosu Mesut Koç, Ekonomi Ataşesi İsmet Salihoğlu ve basına bilgi veren Stand yöneticisi Bakanlığın Frankfurt Ataşesi Osman Şahin, ilk kez kurdukları özel bir internet bağlantısı ile fuara katılan acenta ve tur operatörlerine ‘reservasyon ve satış imkanı’ sağlandığını belirti.

Tur operatörleriyle otelcilerin buluşma yeri olan ulusal standın tüm masrafının Bakanlık tarafından karşılandığını da vurguluyan Ataşe Osman Şahin, Türkiye’nin sadece deniz-güneş-kum arayanların değil, çevre duyarlı doğa içinde tatil yapmak istiyenlere de Antalya Olimposta olduğu gibi ağaçtan yapılmış konaklama sağlandığını, standta yer alan katılımcılar ile tanıtımın yapıldığını söyledi.

Geçen yıl turizm sayısında yüzde 30 düşüş yaşayan Türkiye’nin bu yılki turizm hedefinin 2015’te ülkeyi ziyaret eden 5,5 milyon Alman sayısını tekrar yakalamak olduğunu belirten Şahin, “Şubat ayında turizmciler ve tur operatörleriyle Ankara’da buluşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başlattığı “komşunu da al gel” projesiyle 2023 yılında 50 milyon turist sayısına ulaşmayı bekliyoruz. Korku yaratan yanlış algıya karşı Alman konukların ülkemize güvence içinde gelebileceklerinin anlatılmasında hepimize görev düşüyor.” şeklinde konuştu.

Başkonsolos Mesut Koç, ataşeler İsmet Salihoğlu, Osman Şahin ve basın mensuplarıyla birlikte ulusal standta yer alan katılımcı firma ve kuruluşları, ziyaret ederek bilgi aldı. Bu yılki F.re.e fuarında Türkiye standında yer alan şirket ve belediyeler şöyle: Türk Hava Yolları, Didim, Kaş-Kalkan, Manavgat, Side, Kemer, BATAB, Bulut yatçılık, Mukarnas Spa Resort, Argos Yatçılık, Defne Hotels, Xafira Delux Resort, Bulut Turs, Club Calimera, Side Sun Hotel, Seashell Resort, Side Roayal Palace, Papillon Hotels, Barut Hotels, Adalya Hotels, Yıldırım Reisen, Turan Prince Hotels, bentour Reisen, Kamelya Collektion, Otium Hotel, Ela Qualıty Resort, Titan Hotel.

Free-web3

Free_TRstand_web

Muhteşem Üçlü; Nihaylard

Münih’in tanınan müzisyenleri Aylin Aykan, Nihan Devecioğlu ve Ardhi Engl’in bir araya gelerek oluşturduğu Nihaylard, Münih’te birlikte verdikleri ilk konserle dinleyicileri büyüledi.

Teker teker isimlerini Münih ve Almanya dışında da duyuran üç müzisyenin bir araya gelerek oluşturdukları ve isimlerinin baş harflerinden oluşan Nihaylard trioda, piyanist Aylin Aykan,

multi-enstrümentalist Ardhi Engl ve konser ve opera şarkıcısı Nihan Devecioğlu yer alıyor.

Real München derneği tarafından organize edilen ve kültür dairesi desteğiyle ücretsiz gerçekleşen konserde üçlü, geleneksel halk türküleri, Alevi deyişleri, tasavvuf ve saray müziğinden örnekleri yorumladı.

‘Dut Ağacı’ ile başlayan konserde, ‘Ayrılık’, ‘Ah Nice Bir Uyursun’, ‘Dibedan Üstündeyim’,‘Çemberimde gül oya’, Çayeli’nden Öteye’ Uzun İnce Bir Yoldayım’ gibi eserlere yer verildi.

Tek bölümden oluşan konserin sonunda dinleyicilerin yoğun isteğiyle Nihaylard üçlüsü ‘Çayeli’nden Öteye’ türküsünü yineledi.

“Hayatı seviyorum, o da beni seviyor”

Anadolu’nun bağrında, tam olarak Sivas, Yıldızeli’nde 8 çocuklu bir ailenin 5. çocuğu olarak doğmuş Timur Seyfi Ölmez. İki yaşında geldiği Münih’te, lise yıllarında kurduğu `Noise Pollution’ (gürültü kirliliği) adında bir rock grubunda solistlik yapmış. Fransızca-İngilizce simultane tercümanlık öğrenimi sırasında gittiği Paris’teki Cours Florent okulunda oyunculuk dersleri almış. Tercümanlık diplomasını ise aldığı gibi dolaba koyup oyunculuğa başlamış. Münih’te, Fassbinder’in Kerhaneci (Katzelmacher) oyunununda yönetmen Hans Christian Müller tarafından keşfedilmiş. 95 yılında Müller’in `Kronstadt’a Hoşgeldiniz’ filminde başrol oynayarak sinema dünyasına giriş yapmış.
Artık 22 yıllık oyuncu olan Tim Seyfi ile Münih’te Maxvorsadt semtinde komşu olduğumuz günlerde tanışmıştık. Karizmatik, pozitif, enerji doluydu ve oyunculuğa başlayalı bir iki yıl olmuştu. Tim Seyfi, hala karizmatik, pozitif ve enerji dolu ama artık sinema dünyasında çok sağlam bir yere sahip. 40’ı aşkın uzun metraj, biriyle en iyi erkek oyuncu ödülü aldığı kısa filmler ve diziler de dahil toplam yüzün üzerinde yapım var zulasında. Kusturica, Fatih Akın, Tony Gatlif gibi yönetmenlerle çalışmak da her oyuncunun harcı değil.
Türkçe ve Almanca’nın yanı sıra Fransızca, İngilizce ve İtalyanca da biliyor. Almanya dışında başta Fransa olmak üzere neredeyse tüm Avrupa yapımlarında kolaylıkla yer almasında bunun payı büyük. Sayısı her yıl artan başrolleri var. Bir de Hollywood’a göz kırptığı Amerikan dizileri… Kendi deyimiyle `İki sene sonra çok başka şeyler konuşuyor olabiliriz.’ Ama önce buyrun bizim için keyifli bir hasret giderme de olan söyleşimiz. Umarım siz de keyifle okursunuz.

2016 senin için oldukça yoğun bir yıl oldu, 5’i başrol olmak üzere 9 projede yer aldın. Nasıl hissediyorsun? 22 yıl önce başladığın oyunculukta şu an geldiğin yeri hayal ediyor muydun?
Bu yıl çok çalıştım. Sorumluğumun yüksek olduğu rollerdi. Evet, şu anda hayalimi yaşıyorum, diyebilirim. Hayalim, ulusalararası çalışabilen bir oyuncu olmaktı. Farklı rollerde, yeni şeyler keşfedebileceğim işlerde olmak istiyordum. Ve ben bunu özellikle son 3-4 yıldır yaşıyorum. Son yıllarda 5-6 Fransız filminde oynadım; biriyle Cannes’a katıldım, Kanada’ya gittim. Amerikan dizisinde oynadım. Alman filmlerinde yer alıyorum. Çok farklı rollerde oynuyorum; komiser, katil, haham, imam… Şu anda her şey çok güzel. Bazen algılamakta zorlanıyorum. Yılda 30-40 senaryo geliyor, içime sinenleri seçme şansına sahibim ve bu bir ayrıcalık; herkese nasip olmadığının farkındaydım.

Buradaki Türkiye kökenli oyuncular göçmen rollerinde sıkışıp kaldıklarından şikayet ederler. Sende bu öyle görünmüyor. Hatta Alman yapımlarında Duvara Karşı ile başlayan bir Bavyeralı ağırlığın var sanki?
Evet, ilk Bavyeralı rolüm Duvara Karşı’daydı. Bir Türk’ün Bavyeralı olabileceğini yine bir Türk’ün (Fatih Akın) göstermesi gerekiyormuş. (gülüyor) Ondan sonra politikacısından, aşağı Bavyeralı polis memuruna kadar birçok Bavyeralı rolüm oldu. Ama açıkçası benim için karakterin nereli olduğunun bir önemi yok. Önemli olan karakterin enteresan olması. Zaten artık göçmen rolleri eskisi gibi sırf manavdan, dönerciden ibaret değil. Oyunculuğumun ilk yıllarında ben de bu tip rol teklifleri alıyordum. Ama beş dil bildiğimi, farklı roller de oynayabileceğimi hep hatırlattım. Son on beş yıldır oynadığım rollerin çoğu Alman.
Bu sene oynadığım roller arasında bir Fransız, bir Arap, Bavyeralı ve Yahudi kökenli bir Polonyalı var. Kara kaş kara göz tipine çok uymadığım ve isminden de hemen anlaşılmadığı için de belki. Çoğunlukla film bitince nereli olduğumu soruyorlar. Sürekli aynı tip roller oynamak zorunda kalsam sıkılır, oyunculuğu bırakırdım galiba.

Rollerini seçerken nelere dikkat ediyorsun?
Kendim izler miydim? Bu soruyu düşünerek karar veriyorum. Çok severek izlediğim bir Fransız dizisinden teklif alıp oynamıştım. Bu müthiş bir duygu… Yeni bir şeyler öğreneceğim, enteresan karakterler olmasına dikkat ediyorum. Arkasında duramayacağım rollerde olmak istemiyorum. İçime sinmeli.

En son vizyona giren filmin Çakallarla Dans’tan alınan sonuçtan memnun musun?
Evet, bir buçuk milyona yakın gişe yaptı. Ben orada nazi subayı benzeri bir karakteri canlandırdım. Murat Şeker’le daha önce de çalışmıştım. Onun ilk uzun metraj filmi, benim de ilk Türkiye yapımım olan `İki Süper Film Birden’le başlangıcı yaptık. Sonrasında Aşk Tutulması ve Çakallarla Dans 4.

Es war einmal in Deutschland (Bir zamanlar Anadolu’da) yeni çekildi. Moritz Bleibtreu’un da oyuncular arasında olduğu iddialı bir film. Biraz bahseder misin?
Evet, 10 Şubat’ta Berlinale galası var. Çekimleri yeni bitti sayılır. Sam Garbarski yönetiminde çekildi. Almanya’da savaş sonrası başka yerlere kaçmaya çalışan 3-5 Yahudi arkadaşın hikayesi. Gidebilmek için paraya ihtiyaçları var. Ben orada bir bohçacıyı oynuyorum. Tarihi bir film, güzel bir aşk hikayesi var. Trajikomedi.

Bir de Fransız rolleri oynacak kadar Fransız yapımlarının içindesin.
Evet, son yıllarda birçok Fransız yapımda bulundum. En son Toril adlı bir filmde yer aldım. Orada bir boğa güreşçisini oynuyorum. Çiftliğinde üç yüz elli boğası olan eski bir torero. Fransa’da vizyona yeni girdi, festival turunda. Sanırım Türkiye’de de vizyona girecek.

Amerikan dizilerinde de oynadın, ufukta Hollywood görünüyor mu?
Berlin Station diye bir dizide oynadım. Şu anda ayrı bir Amerikan dizisinden haber bekliyorum. Bizim işimizde bir telefonla hayat değişebiliyor. O dizi olursa üç aylığına Amerika’ya gideceğim. İki yıl sonra bambaşka şeyler konuşuyor olabiliriz. Benim tipimde oyunculara son yıllarda çok ihtiyaç var. İngiliz ve Amerikan yapımı filmlere Almanya ve Fransa’dan çağrılan çok oyuncu oldu. Her şey olabilir, neden olmasın?

Oldukça farklı yapımlar ve rollerde yer alan biri olarak şimdiye kadar kendinle en özdeşleştirdiğin rolün hangisi oldu?
Her rolde kendinden bir şeyler vardır ama adeta kendimi bulduğum karakter Komiser Pascha diyebilirim. Su Turhan’ın kitabını okuduğumda ona `bu kitabı benim fotoğrafıma bakarak mı yazdın?’ diye sordum. Hem Türk, hem Bavyeralı. Camiye de gider, rakısını da içer. Karakterin tuttuğu takımlar bile benimkiyle aynı; FC Bayern ve Fenerbahçe…
O kadar ki, hayatımda ilk kez bir prodüksiyon şirketine `bu rolü istiyorum’ diye bir mektup yazdım. Ajans aracılığıyla yollattım mektubu. Ajansım biraz tereddüt etti ama `Casting’e çağırsınlar, alırım rolü’ dedim. 22 yılda ilk kez yaptım bunu. Yaklaşık 6 hafta sonra casting’e çağırdılar. Benden sonra da `rolün sahibini bulduk’ diye bıraktılar. Sonrasında yapım şirketine hazırlık aşamasında danışmanlık yaptım. Çok şey kazandırdım onlara, çok memnunlar. İki bölüm çektik. Hayatımın en güzel rollerinden biri oldu. Kızkardeşim galaya geldiğinde “Abi iyiymiş yaa, hiç yorulmamışsındır; kendini oynamışsın.” dedi.

Birçok oyuncunun birlikte çalışmak için can attığı Kusturica, Tony Gatlif, Fatih Akın gibi önemli yönetmenlerle çalıştın. Bir yapımında olmayı çok isterim dediğin bir yönetmen kaldı mı?
İskandinav filmlerini severim. Kuzey Avrupa filmlerini severim. Danimarkalı Anders Thomas Jensen’in çok titiz işleri var; Men & Chicken veya Adem’in Elmaları gibi. Fransız yönetmenleri severim. Türkiye’de Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz geliyor aklıma. Her ülkede var galiba birkaç yönetmen.
Şu da ilginç ama bana birkaç kez oldu; arkadaşlar arasında `şu yönetmenle çok çalışmak isterim’ dedikten bir hafta sonra o yönetmenden teklif geldi. Kusturica ve Tony Gatlif’le öyle oldu. Geromino için ajanstan telefon geldiğinde şaka yaptığını sanmıştım. İçten ve beklentisiz istediğim zaman oluyor galiba.

Birçok uluslararası yapımda yer aldın; Almanya, Fransa, Türkiye… Ülkeler arasında yapımlardaki farklılıklar nelerdir?
Ülke diyemem ama her prodüksiyon farklıdır. Örneğin Türkiye’de Murat Şeker’le üç filmde bulundum, mükemmeldi. Türkiye’de başka setler de gördüm; senaryo eline çekim günü geçiyor, `hadi oyna’ deniyor. Fakat Almanya ile ilgili bir gerçek var; planlamaları çok iyi. Aylar öncesinden çekim saatini biliyorsun. Tabii bu diğer taraftan esnek olamamak anlamına da gelebiliyor. Fransız yapımlarının güzel olan tarafı şu; oyunculuk çok ön planda. Mizansene iyi zaman ayırıyorlar. Almanya ise daha teknik. Aslında Fransa, Almanya ile Türkiye karışımı olduğu için ayrıca güzel bence. Ama profesyonel yapılan işlerde büyük farklılıklar olmuyor. Normalde bir günün masrafı 20 binden başlayıp 150 bine kadar çıkıyor. Dolayısıyla tüm ekip, oyuncular da dahil bunun bilincinde çalışıyor.

Bu arada söylemeden edemeyeceğim, seni Sean Penn’e sadece biz benzetmiyoruzdur herhalde?
(gülüyor) Çok sevdiğim bir oyuncudur. Bir keresinde annem telefon etti, `Oğlum televizyonda filmin oynuyor.’ dedi. Filmi bana anlatırken farketti ben olmadığını. Sean Penn’miş. Çok beğendiğim bir oyuncu olduğu için benzetmeleri kabul edebiliyorum. Oyunculuğu ve hayattaki duruşuyla hayran olunası biri.

Peki Tim Seyfi nasıl biri? Başarını destekleyen özelliklerin neler?
(gülüyor) Şanslı biri. Buna gerçekten inanıyorum. Tamam çok çalıştım, çabaladım ama yine de şans payı çok büyük. Kalabalık ailede büyümek insanı pozitif yapıyor galiba, bütün kardeşlerim de öyledir. Olumlu düşüncelerin insana döndüğüne inanıyorum. Hayatı seviyorum. O da beni seviyor.
Karamsar değilim ama hayalperest de değilim  Sahip olduğum güçlü özellikleri biliyorum. Eksik olanları geliştirmeye çalışıyorum. Çocuk gözüyle, merakla atılıyorum yeni işlere, büyük heyecan duyuyorum. Kararlarımı verirken içgüdülerimi dinlerim, şimdiye kadar beni hiç yanıltmadılar.

Oyunculuğa başlamadan önce hayatında büyük yeri olan müzik ve tiyatroya devam ediyor musun?
Rock grubumuzun olduğu günler güzeldi ama oyunculuğa başladıktan sonra müzikle pek uğraşamadım. Sadece sevdiklerimin özel günlerinde onlara şarkı yazıyorum. Tiyatroyu da son birkaç yıldır yoğunluktan devam ettiremiyorum. Yazmayı seviyorum, bir kitap projem oldu ama onu da ertelemek zorunda kaldım zamansızlıktan.

Son olarak genç oyuncu adaylarına tavsiyelerin nelerdir?
Çok istemek, çok çalışmak ama çok sevmek. Sürekli uğraşmak, kendini geliştirmek. Kendini geliştirebilmek için de önce kendini tanımak gerekiyor. Oyunculuğa tüm zamanını vermen gerekiyor. Bunu yapmazsan, meslek olmaz; hobi kalır.

HT-TimSeyfi_web
Tim Seyfi, Hamide Türker

 

Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali 4 Mart’ta başlıyor

Nürnberg’de bu yıl 22.’si yapılacak olan Türkiye-Almanya Film Festivali için geri sayım başladı. Almanya’nın en önemli film festivalleri arasında yer alan festival, 4 Mart ile 12 Mart tarihleri arasında gerçekleşecek.

Onur ödülleri açılış töreninde verilecek
Türkiye-Almanya Film Festivali, 4 Mart’ta gerçekleşecek olan açılış töreniyle başlayacak. Açılış töreninde onur ödülleri de sahiplerine kavuşacak. Bu yıl görsel estetiğin ödüllendirildiği festivalde, onur ödülleri fotoğraf sanatçısı Ara Güler ve görüntü yönetmeni Jürgen Jürges’e verilecek.

Jüri Başkanları belirlendi
Bu yıl Barış Karademir, Uğur Polat, Petra Kashmiry ve Ercan Kesal’dan oluşan uzun metraj film yarışmasının jüri başkanlığını 19. film festivalinin de onur konuğu olan Edgar Reitz yapacak. Kısa film yarışması jüri başkanlığını ise, sinemacı, fotoğraf sanatçısı ve öğretim görevlisi Tevfik Başer üstlenecek. Jüride ayrıca şu isimler yer alacak: Selen Uçer, Amir Hamz, Ute Schreiner.

Yarışma bölümü
Festivalin yarışma bölümü, uzun metraj, kısa film, seyirci ödülü ve Öngören Demokrasi ve İnsan Hakları Ödülü olmak üzere dört daldan oluşuyor. Bu yıl 9 filmin katıldığı uzun metraj yarışma bölümünde en iyi film, en iyi kadın oyuncu ve en iyi erkek oyuncu ödülleri verilecek. Festivalin kısa film bölümünde yarışacak 10 film ise, 98 ülkeden başvuran toplam 1498 film arasından seçilerek belirlendi. Kısa filmler, 10 Mart tarihinde gösterilecek ve orjinal dilde, ingilizce alt yazılı olacak. Mahmut Tali Öngeren anısına verilen Öngören ödülü ise, festivale katılan tüm filmler arasından, demokrasi ve insan hakları konularını filminde işleyen bir yönetmene veriliyor. Bin Euro değerindeki bu ödülle, yönetmenlerin zorlu koşullarda da olsa temel insan haklarının ve bu hakların ihlallerinin sinemasal anlatımlarla hatırlanmasını onurlandırmak amaçlanıyor.

Yarışacak uzun metraj filmler:
Albüm (Yönetmen: Mehmet Can Mertoğlu)
Freddy/Eddy (Yönetmen: Tini Tüllmann)
Çatısız Ev (Yönetmen: Soleen Yusef)
Beyaz Geceler (Yönetmen: Thomas Arslan)
Kor (Yönetmen: Zeki Demirkubuz)
Rauf (Yönetmen: Barış Kaya, Soner Caner)
Rüzgarda Salınan Nilüfer (Yönetmen: Seren Yüce)
Kısa Dönem Hafıza Kaybı (Yönetmen: Andreas Arnstedt)
Yılların Arasında (Yönetmen: Lars Henning)

Yarışacak kısa filmler:
7 Santimetre (Yönetmen: Metehan Şereflioğlu)
12 Saat (Yönetmen: Ercan Selim Öngöz)
Baka (Yönetmen: Arvid Klapper)
Dost (Yönetmen: Iván Sáinz-Pardo)
Ben Tsubasayım (Yönetmen: Bilal Korkut)
Mayday Relay (Yönetmen: Florian Tscharf)
Samira (Yönetmen: Charlotte A. Rolfes)
Mavi ve Siyah (Yönetmen: Şahin Korkmaz)
Valentina (Yönetmen: Max Kidd)
Yeryüzündesin. Bunun Bir Tedavisi Yok. (Yönetmen: Umut Beşkırma)

Öngören Ödülü:
Babamın Kanatları (Yönetmen: Kıvanç Sezer)
Bana Söz Ver (Yönetmen: Marcus Vetter, Karin Steinberger)
Mayday Relay (Yönetmen: Florian Tscharf)
Bizsiz Olmaz! (Yönetmen: Sigrid Klausmann)
Samira (Yönetmen: Charlotte A. Rolfes)
Valentina (Yönetmen: Max Kidd)

Yan etkinlikler
Festival boyunca düzenlenen yan etkinlikler bölümünde bu yıl kaçırılmaması gereken bir panel var: Almanya NSU Davası’ndan ders çıkardı mı? konulu panel 6 Mart’ta saat 20.45’te Künstlerhaus’ta yapılacak. Bir durum değerlendirmesi ve analizin yapılacağı panele katılacak konuşmacılar arasında yönetmen Züli Aladağ ve NSU Davası Müşteki Avukatı Yavuz Narin’in yanısıra Friedrich Burschel (Rosa Luxemburg Vaktı)  ve Alf Meier (gazeteci) de var. Paneli Nürnbergli gazeteci Georg Escher yönetecek.
Festival kapsamında Nürnberg Belediyesi’nin düzenlediği geleneksel öğlen okumalarına ise festival konukları ve ekibi katılıyor. Ayten Akyıldız (8 Mart), Adil Kaya (09 Mart), Ercan Kesal ve Recai Hallaç (10 Mart)’ın katılımıyla gerçekleşecek okumalar saat 14.00’da başlıyor ve giriş ücretsiz.
Dünya müziği buluşmalarının yapıldığı Festival Lounge’da bu yıl 09 Mart’ta Mustafa Nuri, 10 Mart’ta Kretische Musik Band ve Aziza A. sahne alıyor. Festival Lounge, KunstKulturQuartier binasının 1. katında bulunuyor.

Ödül töreni 11 Mart’ta
4 Mart 2017 tarihinde açılış galası ile başlayacak olan 22. Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali, 12 Mart tarihine kadar sürecek. Festival boyunca yarışma ve yarışma dışı film gösterilerinin yanı sıra çeşitli etkinlikler yapılacak. Ödül töreni 11 Mart tarihinde K4 Festsaal’de saat 21.00’de gerçekleşecek. 12 Mart’ta ise ödül alan filmler gösterilecek. Festival boyunca tüm filmler, Filmhaus Nürnberg, KommKino, Künstlerhaus ve Tafelhalle’de gösterilecek.

22. Türkiye Almanya Film Festivali’nin onur konukları

Almanya’nın Nürnberg kentinde bu yıl 22.si gerçekleşecek olan Türkiye Almanya Film Festivali 04 Mart’ta başlayacak. Festivalde bu yıl görsel estetik ödüllendirilecek. Festivalin 2017 Onur Ödülü görüntü yönetmeni Jürgen Jürges ve fotoğraf sanatçısı Ara Güler’e veriliyor.

‘Sanatsal çalışmaları ile uluslararası görsel estetiği nesiller ötesinde kalıcı olarak etkileyen iki sanatçıyı ödüllendireceklerini’ belirten festival yöneticileri bu kararlarını şöyle açıklıyor: “50’li yıllardan bu yana Türkiye’nin sanat algılayışının küreselleşmesinde öncü rol almasından dolayı Sayın Ara Güler’e Festivalin onur ödülü verilmektedir. Güler insanı her zaman çalışmalarının merkezinde tutan tarzıyla dünyanın değişik kültürlerinden insanları bizlere yakınlaştırmış, adeta komşu kılmış, özgün perspektifiyle sinemacıların uluslararası ve kültürlerarası bakış açısını derinden etkilemiştir. Güler, görsel estetiğin, kültürel köprülerin, hümanizmin ve özgünlüğün referansıdır. Tanıdığımız birçok sinema eserlerinin görsel çarpıcılığını ve yoğunluğunu „Ara Güler ekolüne” borçluyuz.

Jürgen Jürges’e olağanüstü sinemasal tutarlılığı ve usta yönetmenler ile Türkiye sinemasına katkıları için festivalin onur ödülü verilecektir. Jürges, görüntü, ışık, mekân ve perspektif açısından duyarlı kalitenin garantörü olmuştur her zaman. Sanatındaki hakimiyeti ile bir görüntü yönetmeni olarak birlikte çalıştığı yönetmenlerin eli ve gözü olmuştur. Alman sinemasının da uluslararası alana taşınmasında etkin rol oynamıştır. Türkiye sinemasına „Made in Germany” terimi Jürgen Jürges ile girmiştir. Duyarlı kamera çalışması ile en yüksek görsel kaliteyi hedefleyen sanatçı hem Türkiye hem Almanya sinemasına değer katmıştır.”

Jürgen Jürges ve Ara Güler‘e ödülleri 4 Mart’ta gerçekleşecek olan açılış galasında verilecek.


Jürgen Jürges: Sanat Sineması’nın Gözü

Filmografisi adeta Yeni Alman Sineması’nın tarihi gibi: Görüntü yönetmeni Jürgen Jürges. Birlikte çalışmadığı önemli Alman yönetmen yok gibi: Volker Schlöndorff’tan Rainer Werner Fassbinder ve Wim Wenders’e kadar. Kariyeri Volker Schlöndorff’un 1965 yılında çektiği, Robert Musil’in romanından uyarlanan, klasikleşmiş eseri Der junge Törless (Genç Törless) filminde kamera asistanlığıyla başlıyor. Ve kısa süre sonra en çok aranan görüntü yönetmeni olsa da, Rolf von Sydow’un yönetmenliğini üstlendiği Kressin stoppt den Nordexpress (Kressin Kuzey Express’ini durduruyor) adlı Tatort dizisinin bölümünde de çalışıyor. 1973 yılında Fassbinder ile birlikte çektiği Fontane’nin roman uyarlaması olan Effi Briest filmindeki olağanüstü siyah-beyaz görüntüleri ile büyük takdir topluyor. Ardından Fassbinder’in arkadaşı Uli Lommel ile Die Zärtlichkeit der Wölfe (Kurtların Şefkati) adlı filmi ve kısa süre sonra da Fassbinder ile yoğun görsel işbirliği yaptığı Angst essen Seele auf (Korku Ruhu Kemirir) geliyor.

1977/78 yılında Deutschland im Herbst (Almanya’da Sonbahar) üçlemesinin bir bölümünde ise Hans-Peter Cloos ile birlikte çalışıyor. Yönetmen Robert von Ackeren’in 1982’de çektiği Die flambierte Frau (Alevli Kadın) adlı başarılı yapıtında Jürges’in görüntüleri filmin tarzında belirleyici oluyor. Wim Wenders’in şiirsel eseri In weiter Ferne, so nah! (Ne Kadar Uzak O Kadar Yakın!) önemli ölçüde Jürges’in olağanüstü duygusal görüntülerinden besleniyor. Bu çalışması için 1994 yılında Alman Sinema Ödülü’ne layık görülüyor. Michael Haneke’nin Funny Games (1996) filmi ile birlikte yine klasikleşen bir esere önemli ölçüde katkıda bulunuyor. 1987 yılında Zülfü Livaneli’nin çektiği Yer Demir Gök Bakır ve bir yıl sonra yine Livaneli’nin Sis filminde görüntü yönetmeni olarak göz kamaştırıyor. 1998 yılında Yılmaz Arslan ile Almanya’da yaşayan genç bir Türkiyeli kadının odisesini anlatan Yara’yı çekiyor. Barış Pirhasan’ın yönettiği Usta Beni Öldürsene filmindeki çalışması için Ankara Film Festivali’nde En İyi Görüntü Yönetmeni ödülüne layık görülüyor (1998). Erden Kıral ile Avcı filminde çalışıyor ve yine Ankara Film Festivali ve SİYAD En İyi Görüntü Yönetmeni ödüllerini alıyor. Helmut Dietl onu Vom Suchen und Finden der Liebe (Aşkı Aramaya ve Bulmaya Dair) filmi için kamera arkasına alıyor. Ardından yönetmen Florian Gallenberger ile güçlü sahneleriyle dikkat çeken ve birçok kez ödüllendirilen tarihi dramı John Rabe’yi çekiyor. Tarz ve görüntü açısından farklı olan ve Daniel Kehlmann’ın çok satan romanından uyarlanan Ich und Kaminski (Ben ve Kaminski) için yönetmen Wolfgang Becker ile çalışıyor. Son çalışması ise yönetmen Peter Ott’un çektiği, Mehmet Aktaş’ın yapımcılığını üstlendiği ve IŞİD tarafından kaçırılan bir kadın doktorun hikayesinin anlatıldığı Das Milan Protokoll (Milano Protokolü, 2016) adlı psikolojik gerilim filmi.
22. Türkiye Almanya Film Festivali Nürnberg’te olağanüstü, adanmış ve duyarlı görsel çalışmaları için Jürgen Jürges’e onur ödülü verilecektir.

Jürgen Jürges: Kısa Biyografi
Jürgen Jürges 12 Aralık 1940’ta Hannover’de doğdu. Berlin’de Fotoğraf eğitimi aldıktan sonra 1963 yılında kadar Hans-Jürgen Pohland’a ait „art film GmbH“ şirketinde kamera stajı yaptı. Ardından kamera asistanı olarak çalıştı ve 1970 yılından itibaren birçok belgesel ama özellikle de uzun metraj filmlerde görüntü yönetmeni olarak görev aldı. Görütü yönetimi için birçok kez Alman Film Ödülü ve başkaca ödüllere layık görüldü. Son olarak Mart 2016’da sinemada görüntü yönetiminde üstün başarı için verilen „16. Marburg Kamera Ödülü“nü aldı.

 

Ara Güler: İstanbul’un Gözü
„Ayasofya Camii’ne bir şey çekerken benim için önemli olan, önüne geçen insan, yani insan hayattır!“

Ara Güler’in gündelik hayattaki insanı sanatının odak noktasına koyan keskin bakışı, kendisini erken yaşta bir efsane haline getirmiştir: 1961 yılında İngiltere’nin „Photography Annual“ dergisi tarafından dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak seçilmiştir. Birçok ulusal ve uluslararası ödüller peşi sıra gelir. Arşivinde bütün dünyadan 800.000’den fazla fotoğraf bulunur. Bunların birçoğu tüm dünyadaki müzelerde bulunabilir. Ara Güler’i Türkiye’nin en önemli fotoğrafçısı olarak adlandırmak yaşamı boyu ürettiği eserleri yanlış tarif eder. Doğrusu, Ara Güler eserleri ve fotoğraf anlayışı ile son 60-70 yılda dünyadaki yakın tarihi kalıcı olarak etkileyen uluslararası fotoğraf sanatçılarından biridir.

Birçok fotoğraf ve sinema sanatçısı için Güler’in, görsel alandaki öncülüğü yol gösterici olmuştur. Nice yönetmen estetiğini örnek almıştır. Başarısını Ara Güler ekolüne ve ondan aldıkları ilhama borçlu olan sinema filmi azımsanmayacak kadar çoktur. Ara Güler fotoğraf bir sanat dalı değildir: “Sanat olmasına lüzum yoktur fotoğrafın. Çünkü hakikatin parçasını yakalayan bir şeydir. Hakikat olduğu için fotoğraf mevcuttur. Gerisi imajinasyondur.”

Festival bu sıradışı, uluslararası üne sahip fotoğraf sanatçısını ödüllendirirken, 4 Mart 2017 tarihindeki açılış galasında bir de eserlerini ve sanatını konu alan yeni bir belgeseli gösterecektir (Bir İstanbul Efsanesi, Yönetmen: Osman Okkan, 2016).

Ara Güler: Kısa Biyografi
Ara Güler, Ermeni bir eczacı ailenin oğlu olarak 1928 yılında İstanbul’da doğdu. Çocukken sinemadan çok etkilendi ve Muhsin Ertuğrul’un yanında tiyatro ve oyunculuk eğitimi almaya başladı. 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde foto muhabir olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne devam ediyordu, ancak gazeteci olmaya karar verdi. Ardından „Time Life“ ve „Stern“ gibi dergiler için Ortadoğu muhabiri olarak çalıştı, „Magnum Photos“ üyeliğine kabul edildi. Alfred Hitchcock, Maria Callas, Indira Gandhi, Pablo Picasso ve Salvador Dali gibi dünyaca ünlü sanatçıların fotoğraflarını çekti. Fakat en büyük aşkı hep Boğaz’ın kenti, İstanbul oldu. Çalışmasının merkezinde her zaman insan duruyor. Gündelik sokak sahneleri, işportacılar, balıkçılar, çocuklar ve yaşlıların hayatlarıyla yüzleştirir bizi. Bunu yaparken de hissiyatına güvenir Ara Güler: Önemli olan ekipman değil, onun ardındaki göz. 88 yaşındaki sanatçı halen İstanbul’da yaşamakta ve çalışmakta. Ulusal ve uluslararası birçok ödüle sahip Güler, bu yıl Masters of Leica unvanına da layık görülmüştür.

Mehr als 50.000 Blaue Karten EU für hochqualifizierte Zuwanderer in Deutschland ausgestellt

Deutliche Zunahme von 2015 zu 2016 – Zuwanderer arbeiten oft in Berufsfeldern mit hohem Fachkräftebedarf

Seit ihrer Einführung im August 2012 haben bis einschließlich Dezember 2016 bereits 53.704 hochqualifizierte Zuwanderer eine Blaue Karte EU in Deutschland erhalten. Das geht aus einer Statistik hervor, die das Bundesamt für Migration und Flüchtlinge (BAMF) vorgelegt hat. Bis Ende 2015 hatten insgesamt 38.850 Menschen eine Blaue Karte EU erhalten.

Deutschland liegt bei der Erteilung der Blauen Karten EU innerhalb der Europäischen Union an der Spitze. 2015 lag der deutsche Anteil an erteilten Blauen Karten EU bei mehr als 85 Prozent. „An den Zahlen sehen wir ganz deutlich: Deutschland ist ein attraktives Land für hochqualifizierte Zuwanderer und die Blaue Karte EU eine gefragte Möglichkeit, um hierzulande arbeiten zu können“, sagt Dr. Uta Dauke, Vizepräsidentin des Bundesamtes.

Über 32.800 Blaue-Karten-Inhaber waren Ende Dezember 2016 noch in Deutschland aufhältig. Zudem haben mehr als 14.700 ehemalige Blaue-Karten-Inhaber inzwischen einen anderen Aufenthaltstitel in Deutschland – mehr als 90% davon einen unbefristeten.

Die Blaue Karte EU wurde im August 2012 im Zuge der Hochqualifizierten-Richtlinie der Europäischen Union eingeführt. Sie ist ein befristeter Aufenthaltstitel für hochqualifizierte Zuwanderer aus Drittstaaten, der die Perspektive bietet, frühzeitig ein Daueraufenthaltsrecht zu erlangen. Die Blaue Karte EU erhalten Personen, die einen Hochschulabschluss und eine Arbeitsplatzzusage für eine Beschäftigung in Deutschland vorweisen können und ein bestimmtes jährliches Mindesteinkommen erzielen (2017: 50.800 Euro). Für Fachkräfte aus Berufen mit hohem Fachkräftebedarf, etwa den Bereichen Ingenieurwesen, Naturwissenschaft, Informatik und Humanmedizin gilt ein geringeres Mindesteinkommen (2017: 39.624 Euro).

Wie eine Studie des Forschungszentrums des Bundesamtes bereits Anfang Oktober 2016 zeigte, arbeiten rund 90 Prozent der Inhaber einer Blauen Karte in Deutschland in eben jenen Berufsfeldern mit hohem Fachkräftebedarf. Die hochqualifizierten Fachkräfte fühlen sich demnach in Deutschland überwiegend wohl und willkommen, sind mit ihrem Leben hierzulande zufrieden und hegen entsprechend langfristige Bleibeabsichten. Hauptherkunftsländer der Zuwanderer sind Indien, China, Russland, die Ukraine und Syrien.

Spielerische Integration

Die Abteilung Integration und Jugend der Stadt Dachau stellt dem Mehrgenerationenhaus und dem Bürgertreff Ost Spielekoffer zum Deutschlernen und Zahlenverständnis schärfen zur Verfügung.

“Der Mensch ist nur da ganz Mensch, wo er spielt.” Bei diesem Zitat denkt wohl keiner zurück an seine Schulzeit, an Vokabeln pauken und Grammatiktests. Auch für die Geflüchteten und die vielen engagierten Ehrenamtlichen ist Deutsch lernen und lehren ein hartes Stück Arbeit. Warum z.B. heißt es der Junge, aber das Mädchen? Oder können Sie erklären, warum es “der Löffel”, “die Gabel” und “das Messer” heißt? Nicht umsonst sagt man im Volksmund: deutsche Sprache, schwere Sprache. Da ist eine spielerische Ablenkung sehr erfrischend, bei der man ganz mühelos Vokabeln üben, oder im Deutschland Quiz viel über die eigene bzw. neue Heimat lernen kann.

Die Spiele gibt es ab sofort im Bürgertreff Ost und im Mehrgenerationenhaus zum Ausleihen. Wer möchte, kann auch einfach vor Ort mitspielen.

Nähere Informationen zu den Koffern und Ausleihzeiten unter folgenden Telefonnummern:

Bürgertreff Ost: 08131 6677855, Mehrgenerationenhaus: 08131 6150127

“Integration muss wieder sachlich diskutiert werden”

Enquete-Vorsitzender Taşdelen, MdL, diskutiert mit Nürnbergern über Diskriminierung 

Mit der steigenden Zahl an Flüchtlingen hat sich auch der öffentliche Diskurs zum Thema Integration verändert. Emotionsgeladene Diskussionen überlagert von Kampfbegriffen dominieren die Öffentlichkeit. Eine inhaltliche Auseinandersetzung findet meist nicht mehr statt. Mit der Veranstaltungsreihe „PASST!? Nürnberg diskutiert Integration“ möchte MdL Arif Taşdelen als Vorsitzender der Enquete-Kommission Integration des Bayerischen Landtags genau diese inhaltliche Debatte führen. Die Ideen und Anregungen aus den Veranstaltungen werden auch in seine Arbeit im Bayerischen Landtag einfließen.

An der dritten Veranstaltung der Reihe nahmen über 60 interessierte Bürgerinnen und Bürger aus der Metropolregion Nürnberg teil. Gemeinsam mit Angelika Weikert, MdL, diskutierte Taşdelen mit den Gästen über die Auswirkungen von Diskriminierung auf Integration sowie wirkungsvolle Gegenmaßnahmen.
„Die Diskriminierung in einem Lebensbereich hat oft auch Diskriminierung in anderen Lebensbereichen zur Folge. So entsteht ein Kreislauf, aus denen die Betroffenen nur schwer ausbrechen können,“ erläutert Taşdelen. Besonders verbreitet ist die Erfahrung von Diskriminierung auf dem Wohnungs- und Arbeitsmarkt. „Gerade dort sind Benachteiligungen auf Basis von Diskriminierung jedoch schwer nachzuweisen und zu sanktionieren“, ergänzt Detlev Janetzek, Antidiskriminierungsbeauftragter der Stadt Nürnberg.
Zentrales Anliegen des Abgeordneten ist es, Vorurteile durch mehr Möglichkeit zur Begegnung abzubauen und wieder mehr Sachlichkeit in die Diskussion zu bringen. „Wir müssen den Ton in der öffentlichen Debatte runterfahren,“ so Taşdelens Fazit.

Das nächste Integrationsforum findet zum Thema Wirtschaft und Arbeitsmarkt statt. Interessierte sind eingeladen, sich am 06.02. um 18 Uhr im Bratwurst Röslein, Rathausplatz 6, in die Diskussion einzubringen.