Hakan Emre Ünal’ın etkileyici performansıyla hayat bulan “N’Olcak Bu Yusuf Umut’un Hali” oyunu, 14 Ocak’ta Münchner Volkstheater’da izleyiciyle buluşacak. Tiyatro Hemhal yapımı oyunda Yusuf Umut, tanımlayamadığı ama vazgeçemediği bir özgürlük arayışı içinde kendi yolculuğunu anlatıyor.
”Ben Yusuf Umut. Genelde böyle söyleyince hangisini kullanıyosun diye soruyolar. Ben ikisini de sevmiyom diyom. O yüzden ikisini de kullanıyom. Dedem demiş illa Yusuf koyun. Peygamber ismi, mübarek olur. Annem de Umut istemiş. İşte Yusuf Umut. Ben olmuşum.” Yusuf Umut, çekyatların, kuralların ve sınırların ötesine geçerek, aradığı ortamı bulabilecek mi?
Hakan Emre Ünal’ın Yusuf Umut karakterine hayat verdiği etkileyici yapımın yazarları Alis Çalışkan ve Hakan Emre Ünal, yönetmenler ise Ayşe Draz ve Nezaket Erden.
“N’Olcak Bu Yusuf Umut’un Hali“, daha önce Münih’te yine Pera Stage organizasyonuyla gösterilen “Sevgili Arsız Ölüm: Dirmit“in izinden giderek Münihli izleyiciye Almanca üstyazılar eşliğinde Türkçe sunulacak.
Oyuncu Aziz Çapkurt, efsanevi yönetmen Martin Campbell’ın Dirty Angels adlı Hollywood yapımında dünyaca ünlü yıldız Eva Green ile birlikte izleyici karşısına çıkıyor.
Casino Royale ve Golden Eye gibi unutulmaz James Bond filmleriyle tanınan yönetmen Martin Campbell’in yeni filmi Dirty Angels büyük ilgi topladı.
Aziz Çapkurt ve Martin Campbell
Dünyaca ünlü kadro Aziz Çapkurt filmde, Eva Green (The Dreamers- Casino Royale), Amerikalı oyuncular Ruby Rose (John Wick) ve Christopher Backus (Mindhunter), Borat filmiyle Oscar ve Golden Globe aday gösterilen Maria Bakalova ve Fauda dizisinin yıldızı Rona-Lee Shimon gibi Hollywood’un önde gelen oyuncularıyla birlikte yer alıyor.
Soldan sağa: Reza Brojerdi, Maria Bakalova, Christopher Backus, Ruby Rose, Rona-Lee Shimon, Jojo Gibbs, Emily Bruni, Aziz Çapkurt
Sürükleyici bir hikâye Dirty Angels, sinemaseverlere hem nefes kesici bir aksiyon hem de etkileyici duygusal sahneler sunuyor. Film, Afganistan’da IŞİD ve Taliban arasında sıkışıp kalan bir grup genç kızı kurtarmak için sağlık görevlisi kılığına giren cesur bir kadın ekibinin hikayesini anlatıyor. Aziz Çapkurt, bu cesur kurtarma ekibinin bir parçası olan Abbas adlı bir karakteri canlandırıyor.
Çekimleri geçen kış gerçekleştirilen ve üç ay süren film için oyuncular altı haftalık bir hazırlık kampında yakın dövüş teknikleri, ateşli silah eğitimi ve rehine kurtarma eğitimi aldılar.
13 Aralık’ta ABD ve Avrupa’da vizyona giren Dirty Angles filminin yakın zamanda Türkiye‘de de vizyona girmesi bekleniyor.
Aziz Çapkurt ve Eva Green Dirty Angels setinde
Aziz Çapkurt hakkında Aziz Çapkurt, 1981 yılında Kars’ta doğdu ve uzun yıllar Türkiye’de başarılı sinema filmlerinde yer aldı. Annemin Şarkısı filmindeki performansıyla 51. Antalya Film Festivali’nde ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ödülünü kazandı. Uluslararası arenada da başarısını kanıtlayan Çapkurt, Emmy ödüllü yönetmen Jamie Payne’in yönettiği Apple TV+ Amerika’nın bilim kurgu dizisi Invasion ve Helen Mirren’ın başrolde olduğu HBO yapımı Catherine The Great gibi önemli projelerde rol aldı. Oyuncu, Türkiye’de Berkun Oya’nın ‚Bir Başkadır’ ve Disney+’ın ‘Kaçış’ dizilerindeki dikkat çekici performanslarıyla biliniyor.
Çapkurt’un son olarak yer aldığı İngiliz yönetmen Nadia Fall’un “Brides” filmi ise Ocak ayında Sundance Film Festivali’nde uluslararası prömiyerini yapacak.
Gärtnerplatztheater klasik ve modern eserleri sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor. Sahnelenen önemli eserlerden biri de Fransız besteci Georges Bizet’nin Carmen’i. Dünyanın en çok izlenen operası olan Carmen, 20 Aralık’ta izleyicilerine bir kez daha sanat ve müzik şöleni sunmaya hazırlanıyor.
Eser, Fransa’da 3 Mart 1875’te ilk sahnelendiğinde büyük tepki çekmiş ve olumsuz eleştirilere maruz kalmış. Bu eleştiriler yüzünden Bizet, ilk gösterimden sadece üç ay sonra henüz 37 yaşındayken üzüntüden ölmüş ve eserinin dünyanın en meşhur ve en çok izlenen operası olduğunu maalesef görememiştir.
Operanın hikâyesi 1830 civarlarında İspanya’nın Sevilla şehrinde geçer ve çingene kız Carmen’in aşk maceralarını anlatır. Bir an gözlerinizi kapatıp Flamenko tınılarının ılık Akdeniz esintisi ile doldurduğu Sevilla sokaklarında olduğunuzu ve kalabalığın arasında uçuşan kırmızı elbisesi ile kendini müziğin büyüsüne bırakmış dans eden güzeller güzeli Carmen’i hayal edin.
Carmen, özgürlüğüne ve kendisine aşık, güzelliğinin ve baştan çıkarıcılığının farkında olan bir Çingene kızıdır. Şehrin neredeyse bütün erkekleri de güzelliğinin en ince detayına kadar hayrandır ona.
Ancak, Carmen’in büyüsü, genç ve dürüst bir asker olan onbaşı Don Jose’yi henüz teslim alamamıştır. Askeri disipline ve toplum kurallarına riayet eden Don Jose nişanlısıyla evlilik hazırlığı yapmaktadır. Bütün erkekleri güzelliği ve yaşam enerjisi ile kendine hayran bırakıp peşinden koşturtan Carmen, tüm hayranlarını bir kenara itip gözünü genç ve deneyimsiz Don Jose’ye dikmiştir. Tabi ki Carmen’in güzelliğinin etkisi altına girmesi çok uzun sürmemiştir Don Jose’nin.
Carmen’in büyüsü, Don Jose’nin düzenli ve itaatkâr hayatını kısa sürede altüst eder. Carmen ise Don Jose’yi baştan çıkardıktan sonra yeni maceralara yelken açmak ister ve Don Jose’nin aşkına ve fedakarlıklarına rağmen kendini, yakışıklı ve görkemli bir matador olan Escamillo’nun kollarına bırakır.
Carmen’in aşkı uğruna nişanlısından ayrılan, ordudan atılan ve hayatı altüst olan Don Jose ise kıskançlık ve saplantı dolu bir karanlığa sürüklenir. Don Jose’nin, Carmen’e olan aşkı, uğradığı ihanetin ardından kıskançlık ve öfkeyle harmanlanarak bu üçlüyü trajik ve kanlı bir sona taşıyacaktır. Bir yandan Carmen’in dizginlenemeyen ruhu, bir yandan Don José’nin çöken dünyası ve Escamillo’nun heybetli duruşu, bu öyküyü adeta İspanyol güneşi altında pişen acı bir aşk şarkısına dönüştürür.
Aşk, tutku, özgürlük, ihanet, kıskançlık ve trajediyle dokunmuş bu hikâye, müzikle birleşerek yaklaşık 150 yıldır izleyicilerini büyülemeye dünyanın her yerinde ve Gärtnerplatztheater’da devam etmekte.
Müziği, koreografisi, kostümleri, sahne düzeni, sanatçıları ve performansları ile her açıdan eşsiz bir deneyim yaşayacağınıza ve gecenin sonunda Gärtnerplatztheater’dan muazzam duygularla adeta büyülenmişçesine çıkacağınıza hiç şüpheniz olmasın. Bu harika gösterinin etkisinin yıllar boyu yüreğinizde, zihninizde ve hafızanızda yer alacağına eminim.
Gärtnerplatztheater’ın zengin içerik ve etkinlik takvimini tiyatronun resmi sayfasından takip edebilirsiniz.
8 Aralık Pazar günü Münih’te gerçekleşen Krampuslauf’un, Almanya’ya gelişimin birinci yıldönümüne denk gelmesi benim için ilginç bir çakışma oldu. Bu çakışmanın bendeki yansımalarını ve Krampuslauf’u anlatmaya çalışacağım. An’da yaşarken bazen çok yavaş, bazen de çok hızlı geçtiğini hissederiz zamanın. Ama geri dönüp baktığımızda daima “ne kadar hızlı geçmiş” deriz. Ve işte, geçip giden zamanın ardından dönüp bakarak bu cümleyi kurduğumuzda, geçen o zamanın bir muhasebesini yapıyoruzdur aslında. O hızlı akışta sürüklenmiş giderken sormayız ve sorgulamayız çoğunlukla. Ama bir yerde durup bu sorgulamaları yapmaya başlarız ya da hayat bizi buna zorlar. Başarı ve mutluluk getiren bir süreç ise, bunun hazzını ve gururunu yaşayıp yelkenlerimizi yepyeni umutlarla doldurarak devam ederiz yolculuğumuza. Hatalar, hüzünler ve hayal kırıklıkları ağır bastıysa eğer, endişeler ve korkular sarar her yanımızı. Ve hatta kabuslar, karabasanlar çöker üstümüze, kışın zor, karanlık ve kasvetli havası gibi. Hayat bir şekilde hatırlatır ve gösterir bize doğruları ve yanlışları. Ve ödülünü sunmakta olabildiğince ağırdan alıp cimri davranabilirken, cezaları kesmekte ve hataların sonuçlarını önümüze koymakta sabırsız ve bonkör davranabilmektedir.
Kadim Ritüeller ve Mitolojik Bağlantılar Bu ödül ve ceza mekanizması binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca farklı biçim ve yöntemlerle nesilden nesile aktarılmıştır. Bu aktarımların günümüzdeki yansımalarının kökenleri ise eski inanış ve mitolojik ritüellerde karşımıza çıkıyor. Zaman içinde ortaya çıkan yeni inanç ve toplum sistemlerine rağmen, çok eskilere dayanan bu kadim bilgi ve gelenekler, yeni ortaya çıkan sistemlerin içine çok güzel entegre olarak sarsılmaz bir yer edinmişlerdir. Pagan ve Şaman dönemlerimize ait ritüellerin varlığını hala devam ettiriyor olması bunun en büyük kanıtıdır. Binlerce yıllık birikim ve mirasın var olduğu bu kollektif ağ, çoğumuzun farkında bile olmadığı kadim bilgileri taşımaktadır.
Krampuslauf’un Tarihçesi ve Kültürel Önemi Münih ve Alpler bölgesinin tarihi ve kültürel zenginliğini yaşatan ve yüzyıllardır kutlanan Krampuslauf bu kadim öğretilerin günümüze yansıması ve mirası olarak varlığını sürdürmektedir. Bu ritüelin kökenleri, binlerce yıl öncesine, Pagan ve Şaman dönemlerine dayanır. Pagan inançlarında Krampus, doğanın ve kışın zorluklarını ve insan ruhunun karanlık yanlarını temsil eder. Her yıl Aralık ayında Noel’de Sendlinger Straße’de gerçekleşen bu etkinlikte 300’den fazla Krampus kostümlü insan geçit töreni yapar. Kötülüklerin ve yanlışların cezalandırılması, iyiliklerin ödüllendirilmesi anlatılır. Ve tabi ki çocuklar dahil alandaki herkesin yüzlerinin güldüğü eski masallardan çıkmış fantastik bir sahneye dönüşür. Krampus ve St. Nicholas, iyilik ve kötülüğün dansını sergilerken, izleyiciler geçmişin büyüsüyle günümüzün enerjisini bir arada hisseder. Bu etkinlik, sadece bir gelenek değil, aynı zamanda kışın karanlık yüzünü aydınlatan bir kutlamadır.
Şaman ritüellerinde ise Krampus, ruhani bir yolculuk ve içsel dönüşümün sembolüdür. Kötülükleri ve hataları geride bırakmak, yeni bir yılın getirdiği umutlarla yola devam etmek için bir arınma ritüelidir.
Hayat, tüm zıtlıkları barındırırken, bu zıtlıkların çatışmasıyla ilerleme ve gelişme yolunu benimsemiştir. Krampuslauf hikayesi de böyle bir zıtlığın tezahürüdür belki de.
St. Nicholas ve Krampus Burada kısaca da olsa St. Nicholas’tan bahsetmek gerek. Zira, ikisi arasında hem bir işbirliği hem de bir görev dağılımı vardır.
St. Nicholas, 4. yüzyılda Türkiye’nin Antalya Demre bölgesinde yaşamış bir piskopostur ve Noel Baba figürüne ilham vermiştir. Yardımseverliğiyle bilinen, çocuklara hediyeler dağıtan bu şirin, ak sakallı, tombul figür, her yıl 6 Aralık’ta çocuklara hediyeler dağıtılarak anılır. Ancak, hayatta her şeyin bir karşıtı olduğu gibi, St. Nicholas’ın da bir karşıtı vardır: Krampus.
St.Nicholas büyüleyici masallardan çıkıp gelmiş bir kahramanken, Krampus dağınık ve hırpani tüyleri, uzun ve sivri boynuzları ve dişleri ve tabi ki cehennemi gözleri ile dehşet ve korku saçan kabuslar diyarının efendisidir. Her ikisi de bir çocuğun hayal dünyasında var olabileceği gibidir.
Krampus, St. Nicholas’ın yardımcısıdır ve yıl boyunca çocukların kötü davranışlarını gözden geçirir. Şehir şehir dolaşarak kötü çocukları cezalandırır. Kötü davranışların karşılığı olarak çocukların dünyasında korku salar. Bu belki de, hayatın sadece ödül ve mutluluktan ibaret olmadığını, iyinin ve doğrunun yanı sıra kötülüğün ve yanlışların ve elbette bunların sonuçlarının da var olduğunu çocuklara anlatma biçimi olmuştur ataların.
Elbette çocuklar dahil hepimiz her yaşta hatalar ve yanlışlar yapıyoruz. Bunları yapmamak ne kadar önemliyse de, en az bunun kadar önemli olan şey hatalardan dersler çıkartarak yola devam edebilmek ve bazen yolu değiştirmeyi göze alabilmektir. Salt korku salarak travmatik izler bırakmak yerine adeta kendimizi ve yaşadıklarımızı doğrusuyla yanlışıyla kucaklamayı, bunun sorumluluğunu almayı sağlayacak şekilde evrimleşmiştir Krampus kutlamaları. Yapılan hatalara, yanlışlara ve kötü davranışlara bir veda partisidir yeni yıla girerken.
Almanya’ya gelişimin yıldönümünün hemen öncesinde, tam da bu bir yılın sorgulamasında olduğum, neleri doğru, neleri yanlış yapmıştım dediğim bir dönemde Krampus ile tanışmak benim adıma oldukça anlamlı idi.
St. Nicholas da Krampus da iflah olmaz yetişkin benliklerimize değil, içimizdeki çocuğa hitap ediyorlar. O çocuğun varlığını bize her daim hatırlatarak, saflığı ve umudu yaşatıyorlar. Krampus’un karanlık figürü bile, hatalarımızdan ders almayı ve daha iyi bir geleceğe yelken açmayı öğretiyor. İçimizdeki o çocuk var oldukça, umut da var olmaya devam edecek.
Yeni yılda, St. Nicholas’ın bolca hediye getirdiği ve Krampus’un ise sadece yüzlerimizde tatlı gülümsemeler bıraktığı güzel günlerimiz olsun.
FDP (Hür Demokratlar Partisi), Federal Meclis seçimleri için Münih seçim bölgesindeki adaylarını basınla buluşturdu. Almanya genelinde 23 Şubat 2025 tarihinde yapılacak Federal Meclis seçimleri için FDP, Münih milletvekili adaylarını tanıttı.
Münih’te dört seçim bölgesinden adaylar, kendilerini basına tanıtırken, “Ekonomi olmadan hiçbir şey olmaz” anlayışıyla ortak bir hedefe odaklandıklarını vurguladılar.
Yaklaşık 300 bin kayıtlı seçmenin bulunduğu Münih’in Doğu Bölgesi adayı, 57 yaşında, iki çocuk babası ve Havacılık ve Uzay Teknolojisi Yüksek Mühendisi Mahmut Türker, kendisini tanıtırken şu ifadeleri kullandı: “1971 yılında, 4 yaşındayken misafir işçi statüsünde aile birleşimiyle geldiğim Almanya’da, hayalim olan havacılık mesleği için eğitimimi tamamlayarak diploma aldım. Almanya’nın önde gelen havacılık şirketlerinden birinde 25 yıldır çalışıyorum ve 30 yıldır da FDP ailesi içinde siyaset yapıyorum.”
Münih’in dört FDP adayı:(soldan sağa) Daniel Föst, Mahmut Türker (arkada), Julika Sandt, Lukas Köhler (önde)
Türker, sosyal, ekonomik, eğitim ve çalışma alanlarında liyakat ve fırsat eşitliğini ön planda tutan programını Alman kökenli olmayan seçmenlere anlatmak amacıyla toplantılara katılacağını ve birebir görüşmeler yapacağını belirtti.
Almanya’da, Aralık ayı başında koalisyon hükümetinin dağılması nedeniyle, Federal Meclis seçimleri 23 Şubat 2025 tarihine çekilerek erken seçim kararı alındı. Federal Meclis seçimleri normal şartlar altında Eylül 2025’te olacaktı.
Almanya’daki göçmen kökenli kabare sanatçılarının öncüsü ve yazar Şinasi Dikmen “sonu kötü biten bir meslektir” diye tanımladığı emekliliğe ara verip, yeniden sahneye dönüyor. Yıllar önce kabareyi bırakarak kendisini emekliye ayıran Şinasi Dikmen, “Emeklilik her yiğidin işi değildir. Sonu kötü biten bir meslektir. En iyisi çalışmaktır“ diyerek, yeniden sahneye dönüyor. Ama bu sefer oyuncu olarak değil, yazdığı mizah yazılarını tiyatro sahnesinde okumak üzere…
Son olarak iki yıl önce Frankfurt’ta kurduğu kabare tiyatrosu “Die Käs”in (Die Kabarett Änderungsschneiderei) 25’nci, kendisinin Almanya’ya gelişinin 50’nci yılı ve aynı zamanda 75’nci yaşgünü dolayısıyla düzenlenen programda özel bir kabare sunumuyla sahneye çıkan Dikmen, önümüzdeki dönemde ayda bir düzenlenecek okuma programlarıyla tiyatro sahnesinde olacak. Dikmen, kabare sanatçısı olarak 30 yıllık sahne kariyerini 2015 yılında sonlandırmıştı. Sanatçı “Die Käs”de gerçekleştirilecek Almanca okuma programlarında “kendisi, Türkler ve Almanlar, Almanya Türkleri hakkında, Türklerle Almanlar arasındaki ilişkiler üzerine” kaleme aldığı mizah yazılarını okuyacak. Yani hicivlemeye, eleştirmeye ve de güldürmeye devam edecek. Dikmen’in “Kan şekeri ile yüksek tansiyon arasında” (Zwischen Blutzucker und Bluthochdruck) başlıklı ilk programı 22 Aralık Pazar günü saat 12:00’da gerçekleşecek. Program, sonrasında “Die Käs”de nisan ayına kadar ayda bir kez devam edecek.
Sahneyi bıraktıktan sonra kabareden çok önce başladığı ve tüm yaşamı boyunca sürdürdüğü yazma uğraşısına daha da ağırlık veren Dikmen, bu arada Frankfurt ve çevresinde birkaç okuma etkinliğine katılmıştı, zaman zaman tiyatrodaki çalışmalara destek veriyordu. Ancak zamanının önemli bir bölümünü Türkiye’de geçiriyor ve kendisini “emekli” olarak görüyordu. Ünlü sanatçı bunca zaman sonra, oyuncu olarak olmasa da neden yeniden sahneye dönmek istediğini şöyle açıklıyor: “Tüm çalışanlara emeklilik anlatılır. Sen çalış, sonra emekli olursun, istediğini yaparsın, istediğini yersin, istediğin yere gidersin! Ama kazın ayağı öyle değil. Emekliliğin ilk yıllarında hergün işe gitmek zorunluluğu ortadan kalktığı için yaşamının ritmini ve biçimini değiştirirsin. Ama vücudun ve beynin bunu kabul etmez. Öğleye kadar yatmak, evden hiç çıkmadan haftalarca yemek masası – tuvalet – yatak odası arasında deli danalar gibi dolaşmak seni hasta eder. Gezilere gidebilecek bol zamanın olduğu söylenmiştir ama sende uzaklara gitmek için yeterli para yoktur. Eşinin Afrika’da aslan görmek, Kanada’da beyaz ayı peşine düşmek gibi niyeti yoktur. Sen ise iki defa Roma’ya gidersin, üç defa Paris’e, ne bilim Peru’ya.. Bir insan vücudu hangi Roma’ya, hangi Paris’e kaç gün dayanır? Bir insan beyni kaç Barcelona ister? Hareket etmediğin için senin farkında olmadığın tansiyon utanmazca kendini gösterir. Kan şekerin yükselir, erkeksen prostatın bas bas bağırır, kadınsan ‘dizlerim, dizlerim’ dersin. Yani emeklilik her yiğidin işi değildir. Sonu kötü biten bir meslektir. Onun için en iyisi çalışmaktır.”
Almanca mizaha yeni bir soluk Almanya’ya bir hastanede sağlık görevlisi olarak çalışmak üzere 1972 yılında gelen Şinasi Dikmen’in Almanya’daki Türk toplumu, Almanlar ve Türk-Alman ilişkilerine ilişkin mizah yazıları 70’li yılların sonlarından itibaren önce Almanca ve daha sonra da Türkçe gazetelerde yayınlanmaya başladı. Bu arada Ulm Şehir Tiyatrosu’nda da sahneye çıkan Dikmen’in ilk kitabı 1983 yılında yayınlandı. Alman kabaresinin büyük isimlerinden Dieter Hildebrandt’ın ünlü televizyon programı “Scheibenwischer”de de bir süre yer alan Dikmen, 1986’da Muhsin Omurca’yla birlikte “Knobi Bonbon” kabare grubunu kurdu. 1997’ye kadar devam eden Knobi Bonbon, Almanya’daki mizah dünyasında yeni bir devir açtı; aynı zamanda bitmek tükenmek bilmeyen entegrasyon tartışmaları ve giderek artan yabancı düşmanlığının belirlediği ülke gündemine, göçmenler içinden entelektüel ve sanatsal bir müdahale olarak haklı bir prestij kazandı. Dikmen daha sonra eşi Ayşe Aktay’la birlikte Frankfurt’a gelip, kendi salonu olan bir kabare tiyatrosu kurma hedefini gerçekleştirdi. Aktay ve Dikmen’in 1997’de kurdukları, büyük zorluklarla işletip, kurumsallaştırdıkları tiyatro, yani “Die Käs”, artık bu alanda uzmanlaşmış profesyonel bir ekip tarafından yönetiliyor, günümüzde sadece Frankfurt’un değil, tüm Almanya’nın en çok bilinen, sevilen ve başarılı kabare mekanları arasında yer alıyor. Bu arada hepsi Almanca dört kitabı da yayınlanan Dikmen, yazmaya devam ediyor. “Die Käs”, 27 yıl önce “Alman mizahına Türkler’den kalkınma yardımı” iddiasıyla kurulmuştu. Şimdi kurucusu Şinasi Dikmen’i yeniden programına alarak bu iddiasını sürdüyor.
Münih sanat yaşamında önemli bir yere sahip olan Gaertnerplatz Theater’ın tarihi perdesi dün akşam „Die Piraten von Penzance” komedi operasının prömiyeri için açıldı. ‘Die ‘Piraten von Penzance’ koreografisi, kostümleri, dekoru, ışığı ve oyuncuların muhteşem performanslarıyla mizah ve müzikle dolu görsel ve işitsel bir şölen.
Sanatın, felsefenin ve bilimin en önemli ülkelerinden birisi olan Almanya’da yaşamak, bu alanlarda zihninizi ve ruhunuzu besleyecek sayısız etkinlik ve imkana da sahip olmak demek. Münih, bu anlamda oldukça önemli ve şanslı şehirlerden birisidir ve pek çok konser, tiyatro, müzikal, opera ve bale sahnesine ev sahipliği yapmaktadır. Bu sahnelerden biri, 4 Kasım 1865’te popüler düzeyde müzikal tiyatro kurma çabalarının yansıması olarak “zamanın estetik gereklerine ve ihtiyaçlarına uygun bir halk tiyatrosu yaratmak” misyonu ile açılan Gaertnerplatz Theater’dır.
Münih’in tarihi dokusunun içinde yer alan Gaertnerplatz Theater, sanatseverlerin gönlünde taht kurmakla birlikte Münih sanat yaşamı için çok kıymetli bir yere sahiptir. 150 yıldan fazla bir süredir bitmeyen ve bitmesini hiç istemeyeceğimiz büyülü bir hikaye anlatan bu tarihi tiyatro, dünyaca ünlü pek çok oyunu sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor. Adını aldığı, Münih’in sembol meydanlarından Gaertnerplatz’da bulunan Gaertnerplatz Theater, buraya ayrı bir anlam katmaktadır. Sanatın çeşitli dallarını kucaklayan bu tiyatro, operet ve operanın büyüleyici dünyasında kendine sarsılmaz bir yer edinmiştir. Yenileme çalışmalarının ardından 2017’de tekrar açılan tiyatro, sadece bir bina değil, aynı zamanda bir kültür mabedidir. Her perde aralandığında, müziğin ve dramatik anlatımın eşsiz dansını sunarak izleyicileri hayal dünyalarının derinliklerine çeker.
Gaertnerplatz Theater şu anda “Carmen”, “Hänsel und Gretel”, “Les Misérables” ve “Die Piraten von Penzance” gibi oldukça önemli ve muhteşem müzikal ve operalara ev sahipliği yapmaktadır. Tiyatronun takvimine buradan ulaşabilirsiniz.
Die Piraten von Penzance: Macera ve Mizah Dolu Bir Gece Gaertnerplatz Theater’ın tarihi perdesi dün akşam (29.11.2024) „Die Piraten von Penzance” komedi operasının prömiyeri için açıldı. ‘Die ‘Piraten von Penzance’ koreografisi, kostümleri, dekoru, ışığı ve oyuncuların muhteşem performanslarıyla mizah ve müzikle dolu görsel ve işitsel bir şölen. Gilbert ve Sullivan’ın bu klasik opereti, esprili diyalogları ve unutulmaz melodileri ile sanatseverleri büyüleyecek. Gelin, korsanların ve sevginin iç içe geçtiği bu eşsiz hikayeye tanıklık edin. Gaertnerplatz Theater’da, sanatın kalbinin attığı bu muhteşem gösteriyi kaçırmayın!
In The Penguin übernimmt Colin Farrell die Rolle des skrupellosen Verbrechers Oswald Cobblepot, besser bekannt als der Pinguin. Die Serie setzt nach den Ereignissen des Films The Batman an und zeigt, wie Cobblepot die chaotischen Zustände in der Stadt nach den Anschlägen des Riddlers ausnutzt, um das Machtvakuum für sich zu nutzen. Doch der Weg an die Spitze der Unterwelt ist gefährlich: Korruption, kriminelle Rivalen und tödliche Bündnisse stellen ihn vor große Herausforderungen.
Colin Farrell liefert eine beeindruckende Leistung und lässt die Figur des Pinguins regelrecht lebendig werden. Seine intensive Darstellung und beeindruckende Transformation machen The Penguin zu einer düsteren, faszinierenden Reise durch Gothams finsterste Gassen. Die Serie greift Themen wie Gier, Macht und Korruption auf und beleuchtet die moralische Verwahrlosung einer Stadt, die kaum mehr zu retten scheint. Erzählt wird der Aufstieg eines Antihelden, der inmitten von Intrigen und Brutalität eine Spur von Chaos und Zerstörung hinterlässt.
Sky / WOW ‧ 2024 ‧ Crime, Drama, Thriller ‧ 1 Staffel ‧ FSK 16 Das könnte dir auch gefallen: The Batman, Peaky Blinders, Boardwalk Empire
Undercover im Seniorenheim
Ermittler Charles (Ted Danson) wird auf eine ungewöhnliche Mission geschickt: Er soll undercover in einem Altersheim ermitteln, um ein gestohlenes Familienerbstück zu finden. Was zunächst wie ein klassischer Kriminalfall aussieht, entwickelt sich schnell zu einer Reise voller Überraschungen, bei der Charles nicht nur den Bewohnern des Heims näherkommt, sondern auch sich selbst und seinen Beziehungen eine neue Perspektive gibt.
Die Serie verbindet charmante Charaktere mit einer spannenden und gleichzeitig herzerwärmenden Story. Besonders die liebevoll gezeichneten Senioren und die Dynamik zwischen Charles und seiner Tochter machen Undercover im Seniorenheim so sehenswert. Das Altersheim als Schauplatz sorgt für humorvolle, aber auch bewegende Momente, während die Handlung durch gekonntes Storytelling sofort fesselt.
Netflix ‧ 2024 ‧ Drama, Krimi, Komödie ‧ 1 Staffel ‧ FSK 12 Das könnte dir auch gefallen: The Kominsky Method, Only Murders in the Building
Whiplash (2014)
Whiplash erzählt die Geschichte des jungen Schlagzeugers Andrew Neiman (Miles Teller), der in einer renommierten Musikschule darum kämpft, von seinem strengen Lehrer, Terence Fletcher (J.K. Simmons), anerkannt zu werden. Fletcher ist berüchtigt für seine extrem harten Trainingsmethoden, bei denen er seine Schüler bis an ihre Grenzen und darüber hinaus treibt, um wahre Meister zu formen. Andrew wird immer mehr von Fletcher gefordert, was ihn zur Frage zwingt, wie viel er bereit ist, für seinen Traum von musikalischer Perfektion zu opfern.
Die explosive Dynamik zwischen Andrew und Fletcher, meisterhaft gespielt von Miles Teller und J.K. Simmons, ist das Herzstück des Films. Besonders Simmons Darstellung des gnadenlosen Lehrers brachte ihm den Oscar als bester Nebendarsteller ein. Mit intensiven Szenen und einer packenden Musikuntermalung fängt Whiplash den wilden, entschlossenen Kampf um Perfektion ein.
Prime Video ‧ 2014 ‧ Drama, Musik ‧ FSK 12 Das könnte dir auch gefallen: Der Solist, A Star is Born
Münih’te yaşayan akademisyen-müzisyen Sezgin İnceel, göçmenlik, aidiyet ve kimlik konularını işlediği yeni şarkısı “Kaktüs” ile müzikseverlerle buluşuyor. Söz ve müziği Sezgin İnceel’e, düzenlemesi ise Stas Mishchenko’ya ait olan bu eser, modern hayatın sınırlarına, toplumsal cinsiyet rollerine ve bireyin yalnızlığına dair çarpıcı bir başkaldırış niteliğinde.
Klibin yönetmenliğini, Münih’te yaşayan sanatçı Cana Bilir-Meier üstlendi. Meier, klip için California’daki ünlü Joshua Tree Parkı’nda kaktüsler ve çöl manzaraları çekti. Klip, hem doğal ortamların sert güzelliğini hem de kaktüslerin dirençli yapısını yansıtarak, şarkının verdiği güçlü mesajı görselleştiriyor. İnceel, “Kaktüs” şarkısını, kaktüslerin dayanıklılığından esinlenerek yarattığını belirtiyor; göçmen kimliği ve kültürel aidiyeti sorgularken, toplumsal cinsiyet rollerine de dikkat çekiyor. Şarkıda geçen “Kadın erkek olmadık, bir kaktüs olup dünyaya dayandık” dizesiyle, bu kalıpları aşan ve bireyin kendi yolunu bulma çabasını ortaya koyan bir bakış sunuyor.
Sanatçı, Almanya’daki günlük yaşamın kasvetli havası ve kişisel ilişkilerde örülen görünmez duvarlardan ilham alarak yazdığı bu şarkının kariyerindeki en gurur duyduğu çalışmalardan biri olduğunu ifade ediyor.
Kaktüs: O kadar yalnızım ki iş güç kariyer fayda etmiyor Bu ülke duvarlarını yıkmış ama insanlar yenilerini örüyor O kadar karanlık ki perde açık kapalı fark etmiyor O kadar kararsızım kalbimin çarpması hiç durmuyor Beraber olmadık sadece sarılıp içimize aktık Yalanlar atmadık sadece konuşup kuyulara baktık Kadın erkek olmadık bi kaktüs olup dünyaya dayandık Uykuya dalmadık ama rüya olup bri filmde uyandık
Münih’te Türkiye Grubu tarafından düzenlenen geleneksel Münih Kitap Sergisi, geçtiğimiz pazar günü gazeteci ve yazar Barış Pehlivan’ın katılımıyla gerçekleşti. Okurlarının yoğun ilgisiyle karşılaşan Pehlivan, Sergide Türkiye’nin güncel meselelerini ele aldığı konuşmasının ardından kitaplarını imzaladı.
Barış Pehlivan, coşkulu karşılama için katılımcılara teşekkür ederek başladığı konuşmasına “Ama biraz canınızı sıkmaya geldim. Beni çağırdıysanız bunu da göze almışsınızdır, diye düşünüyorum.” sözleriyle dikkat çekti. Cesur gazeteciliğiyle tanınan Pehlivan konuşmasında Türkiye’nin güncel meselelerine dair geniş bir değerlendirme yaptı. Yenidoğan çetesi skandalından Narin cinayetine, Fethullah Gülen ve tarikatların devlet üzerindeki etkisinden adalet sistemi ve Sinan Ateş suikastına kadar birçok kritik konuya değindi. Muhalefetin rolüne ilişkin eleştiriler de yönelten Pehlivan, toplumsal dönüşüm için daha etkin bir örgütlenmenin gerekliliğini vurguladı.
Yenidoğan çetesi skandalıyla ilgili konuşan Pehlivan, “Dosyayı okudukça öfkemiz katlanıyor. Maalesef şu an sizin duyduklarınız, bizim anlatabildiklerimiz, henüz ortaya çıkan gerçekler buz dağının çok küçük bir bölümü,” dedi. Olayın yeni bir mesele olmadığını belirten Pehlivan, 2008’de Ankara’da yaşanan ve bir ayda 49 yenidoğanın ölümüyle sonuçlanan haberleri hatırlattı. “Ankara’da yeni doğan bebeklerin cesetlerini karton kutuda ailelerine teslim ettiler. Sonra valilik, hastane sahiplerinin, doktorların, baş hekimlerin soruşturulmasına izin vermediği için o dosya kapatıldı. Aradan 16 yıl geçti ve hala o kırk dokuz bebeğin nasıl öldüğünü bilen yok.” diyen Pehlivan, Türkiye’deki sağlık sisteminin özelleştirilmesiyle başlayan çürümenin, tarikatların devlet içindeki etkisiyle daha da derinleştiğini belirtti.
Tarikatların devlet kurumlarındaki etkisine ve Sağlık Bakanlığı’nda tarikatların nasıl örgütlendiğine dikkat çeken Pehlivan, bir tarikatın etkisini kırmak için başka bir tarikat mensubunun göreve getirilmesinin çürümenin boyutlarını gösterdiğini belirtti. Tarikatlarının bakanlık içindeki kadrolaşmalarını örnek göstererek, bu tür yapılanmaların sadece sağlık sistemini değil, tüm devlet mekanizmalarını nasıl felç ettiğini anlattı. Pehlivan, “Biz Fethullahçılarla neden yıllarca mücadele ettik? Çünkü bir tarikat ya da cemaat, devletin içinde; eğitimde, adliyede, emniyette ve askeriyede bu denli örgütlenmemelidir. Şeyh-mürit ilişkisi, sorgulamaya kapalı bir yapıdır. Gün gelir, devletin kanunlarını değil, şeyhinin sözünü dinler. Nitekim bu yüzden bu ülkenin halkına, sırf Amerika’daki şeyhleri öyle emretti diye, yetişmiş pilotlarıyla bomba yağdırdılar. Biz, Fethullah Gülen’in Türkiye’de kurduğu bu sistemle mücadele ediyorduk. Şimdi siz, 15 Temmuz’dan sonra sadece onlara düşman göründükleri için -ki bana kalırsa, düşman bile değiller- panzehir olarak başka tarikatları koyarsanız, hiçbir şey değişmez. Biri kırk yılda örgütlendiyse, diğeri otuz yılda örgütlenir.” şeklinde konuştu.
Devlet Bahçeli’nin son dönemlerdeki şaşırtıcı çıkışları ile ilgili, „Türkiye’de şu an yeni bir dönüşümün kavşağı var. Recep Tayyip Erdoğan bütün tarihi boyunca iktidarlarını hep ittifakla sürdürmeye çalıştı. Kimi zaman liberallerle, kimi zaman Kürt hareketiyle, kimi zaman Fethullahçılarla ittifak kurdu. Şimdi ise MHP ile ittifak kuruyor. MHP lideri, Erdoğan’ın kendisini sırtından atmaya çabaladığını görüp satrançta hamleleri kendi belirlemeye çalışıyor.“ şeklinde konuştu.
Türkiye’de büyük bir adalet ve güvenlik sorunu olduğunu da belirten Pehlivan, Sinan Ateş katliamını örnek vererek, „Bu davanın Sinan Ateş kimliğinden farklı bir anlamı var. Soruşturulmayan 17 kişi var. Cinayeti azmettiriciler ortaya çıkmazsa Türkiye’deki herkes güvenlik sorunu içinde yaşıyor.“ dedi. Yakında genel af konuşulacağını iddia eden Pehlivan, „Adalet Bakanlığı’nın resmi istatistiğine göre şu an Türkiye’deki cezaevlerinde 72 bin tutuklunun yatacak yeri yok. Beş kez hapis gördüm. Cezaevinin ne olduğunu biliyorum. O insanlar ya nöbetleşe yatıyorlar, ya cezaevinin yemekhanesinde yatıyorlar, ya koridorda yatıyorlar.” dedi.
Türkiye’nin büyük bir kırılma noktasında olduğunu düşündüğünü belirten Pehlivan, „Bunu belirleyen şey Kürt meselesi olacak, adalet konusunda genel af olacak ve ekonomi olacak.“ dedi.
Müzisyen Bekir Fırat’ın Anadolu’dan esintiler sunduğu dinletiye, yer yer Zerya da eşlik etti
Pehlivan, muhalefeti de sert bir şekilde eleştirdi. “AKP’nin en güçsüz döneminde geçen yılki seçim kaybedilmemeliydi.” diyen gazeteci, CHP liderinin 2024 seçimlerine yönelik, ‘Hatay’da seçtirecek başka birini bulamadım,’ açıklamasını, “Yirmi iki yıl önce doğan bir bebeği yetiştirseydiniz, şimdi belediye başkanı yapabilirdiniz!” sözleriyle eleştirdi. Halkın 22 yılda pasif, arkadaşından ve hatta kendinden bile korkar hale gelmesinde muhalefetin büyük bir payı olduğunu vurgulayan Pehlivan, “Demokrasi, dört beş yılda bir sandığa gidip oy atmak değildir. Ama maalesef muhalefet, Türkiye’deki insanları buna inandırdı.” ifadelerini kullandı. Nazım Hikmet’in “E kabahatin çoğu da sende, be kardeşim!” dizelerini hatırlatan Pehlivan, “Bu yüzden şimdi muhalefeti zorlamamız ve dönüştürmemiz gerekiyor.” dedi.
Yaptığı haberler nedeniyle şimdiye kadar beş kez cezaevine giren gazeteci, “Korkuya rağmen, korkunun esiri olmadan cesaret gösterip hakkınızı savunmanız gerekiyor. Kendinizden geçebilirsiniz ama çocuklarınız, torunlarınız, sevdikleriniz için bunu yapmalısınız.” ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı ve Halk TV’de program yapan Barış Pehlivan, etkinliğin soru-cevap bölümünde okurlarının sorularını da tek tek yanıtladı. Etkinlik, Pehlivan’ın ‘Sızıntı’, ‘Metastaz’, ‘Cendere’, ‘Mahrem’ ve ‘SS’ adlı kitaplarını imzalamasıyla son buldu.
Mehmet Bayer’in kurucusu olduğu Türkiye Grubu tarafından düzenlenen Münih Kitap Sergisi, yaklaşık otuz yıldır Türkiye’den yazar, gazeteci ve akademisyen konukları okurlarıyla buluşturuyor.