Pandemi nedeniyle geçtiğimiz yıl iptal edilen 25. Türkiye Almanya Film Festivali (FFTD) bu yıl 18 ile 25 Temmuz tarihleri arasında yapılacak. Almanya’nın en önemli kültürlerarası festivallerinden olan FFTD, her iki ülkeden toplam 34 filmden oluşan heyecan verici programı ve etkileyici konuklarını Nürnbergli seyirciyle buluşturacak.
Anons (Yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun)
Festival bu yıl Anons filmi ile ilk kez açık hava sinemasında açılış yapacak. Gemeinschaftshaus Langwasser’de gerçekleşecek olan açılışa filmin yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun ve yapımcısı Reyhan Bulut’un yanı sıra Ercan Kesal, Tevfik Başer, Muammer Brav, Luk Piyes ve Recai Hallaç da katılacak.
Yaşam boyu onur ödülünün bu yılki sahipleri Senta Berger ve Genco Erkal
Festivalde daha önce Margarethe von Trotta, Ediz Hun, Filiz Akın, Ara Güler, Yavuz Turgul, Kadir İnanır, Şener Şen, Türkan Şoray, Mario Adorf, Ferzan Özpetek, Edgar Reitz gibi isimlere de verilen yaşam boyu onur ödülü bu yıl ‘ülkelerinin sinemasını nesiller ötesinde kalıcı olarak etkileyen ve uluslararası alana taşıyan toplumsal duyarlılığını sanatına yansıtan’ Senta Berger ve Genco Erkal’a veriliyor. Festivalde Senta Berger’in Siyahtan Önceki Parlak Renkler (Satte Farben vor Schwarz ) filmi ile Genco Erkal ve Ercan Kesal söyleşisi “Biz tiyatroyla devrim yapabileceğimize inanıyorduk” adlı 2020 yapımı portre belgesel de gösterilecek.
Kız Kardeşler (Yönetmen Emin Alper)
Almanya’nın en önemli kültürlerarası festivali olmasıyla da ünlü olan festivalde gösterilecek olan 34 filmin yarısı Almanya yarısı ise Türkiye yapımı. Bu filmlerin 21’i festivalin uzun ve kısa metraj yarışma bölümünde yarışacak. En iyi film, en iyi kadın oyuncu ve en iyi erkek oyuncu, Mahmut Tali Öngören ve seyirci ödüllerinin verileceği yarışmaların uzun metraj seçici kurulunda jüri başkanlığını Tevfik Başer, kısa metrajda ise Nuran David Çalış üstlenecek. Sinema dünyaları bölümünde ise yarışma dışı on sinema filmi ve üç belgesel gösterilecek. Festival genelinde gösterilen filmlerin ikisi uluslararası ilk gösterim olacak: Granadada Tutuklama (yönetmen Nuran Davıd Calış) ve ‘Biz tiyatroyla devrim yapacağımıza inanıyorduk’.
Görülmüştür (Yönetmen Serhat Karaaslan)
Festivalde gösterilecek filmlerin yanı sıra konuklarla söyleşiler ve atölye çalışmaları da olacak. Sekiz gün boyunca sürecek olan festival, Türkiye ve Almanya sanat dünyalarının yoğun diyaloglarına sahne olacak. 25. Türkiye Almanya Film Festivali, 24 Temmuz akşamı yapılacak ödül töreni ve festival partisi ile son bulacak.
Gipsy Quenn (Yönetmen Hüseyin Tabak)
Pandemi nedeniyle kısa bir ara vermek zorunda kalan FFTD, bu yıl 25. kez iki ülkenin kültürünü, sinemacısını, sanatçısını ve izleyicisini bir araya getirmeye kaldığı yerden devam ediyor. Bu yıl ilk kez temmuz ayında, açık hava gösterimleriyle ve korona maskeleriyle…
Kadına yönelik her türlü şiddetin, ayırımcılığın, istismarın, ötekileştirmenin yok edilmesine karşı oluşturulan bir taslaktı İstanbul Sözleşmesi. Çok kapsamlı bir içeriğe sahipti. Sağlık, göçmenlik, mültecilik, cinsiyet, engellilik durumu, psikoloji, cinsel eğilim veya yönelim, cinsel kimlik ya da medeni hal durumlarında ayırımcılığın yapılmaması veya yapılan ayırımcılığın ortadan kaldırılması hatta işlenen suçların en ağır şekilde cezalandırılmasına yönelik çok kapsamlı bir sözleşme idi.
2011 yılında ilk imzayı atan ülkelerden biriyken ne oldu da 2021 yılında anlaşmayı fesheden bir ülke olduk? Biraz araştırınca anlıyorsunuz aslında. Özellikle bu ülke vatandaşları için nedenini tahmin etmek çok da zor değil. “Toplumu ve aile kurumunu parçalayan bir sözleşmedir. Bu sözleşme geçerliliğini koruduğu sürece gelecek nesillerimiz adına güzel cümleler kurabilmemiz mümkün değildir. Bu anlamda ilgili sözleşme evlâdu ahfâdımızın din, iman, takva, iffet, hayâ ve medeniyet gibi olmazsa olmaz değerlerimizi muhafaza ederek yaşayabilmesine potansiyel bir engeldir…” şeklinde bir bildiri yayınladı tarikat liderleri. (bknz. Independent Türkçe- 07 Temmuz 2020) Bir de üstüne “inancımıza, kültürümüze, meşrebimize aykırı tartışmaları ortadan kaldırmak için sözleşmeden çekilme kararı aldık” dedik ve konu kapandı. Hangi kültürün, hangi meşrebin bir parçasıdır sokak ortasında katletmek? Hangi inancın parçasıdır çocuklarının gözü önünde, kurşunla, bıçakla ya da sopayla delik deşik ederek bir cana kıymak?
Halbuki neydi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ilk maddeleri? *Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. *Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
Bu kadar basit olmamalı bir insan hayatı. Sonra sahne tekrar zalime kalır. Yine son sürat katletmeye devam eder vicdansızca. Adeta arkasını sağlama almışçasına. Sanki karşısındaki insanla hiç aynı sofrada oturmamış gibi. Sanki karşısındaki insanla hiç gülmemiş, omuzunda hiç ağlamamış gibi. Sanki karşısındaki insan hiç saçını okşamamış, kendisini hiç sevmemiş, derdine ortak olmamış, mutluluğunu hiç paylaşmamış gibi.
Neden? Psikolojisi bozuk diye. Neden? Biri ona yan gözle baktığı için. Eteği biraz kısa diye. Neden? Yemek soğuk diye. Birlikte yaşayamadığı için ayrılmak istedi diye. Neden? Töre böyle uygun gördü diye. Neden? Cinsel eğilimi ya da dış görünüşü farklı diye. Kıskandığı için. Namusundan şüphe ettiği için. Uyuşturucunun etkisinden çıkamadığı için… Üstelik sadece kadınlarla da değil dertleri. Hiçbir şeye saygıları, tahammülleri yok! Çocuklar, ağaçlar, hayvanlar hatta güzel yapılar, özel değerler… Bu kez neden dersiniz? Çok ağladı diye. Görüntü kirliliği yapıyor diye. Çok havladı diye. Yer işgal ediyor diye. Oraya çok güzel villalar, siteler, alışveriş merkezleri yapılır diye… Bu liste böyle uzar gider.
Büyük usta Yaşar Kemal’in de dediği gibi; Bu ülkede dört şey olmayacaksın: kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı…
MOR TABUTLAR -Caner TEMİZ
Sanırım fazla söze gerek yok. Caner Temiz’in 2017 yılında kaleme aldığı Mor Tabutlar gündemi çok net ifade etmiş. Okunası…
Tanıtım Bülteninden: Son yıllarda ülkemizdeki en temel sorunlardan birisi “Kadın Cinayetleri” olsa gerek. Zira gün geçmiyor ki yeni bir kadın cinayetiyle karşılaşmayalım. Modern dünyada duyulmaması gereken gerekçelerle hayatları sonlanan kadınlara yönelik bu şiddet, toplum nezdinde de neredeyse kanıksanmış durumdadır.
Bu can yakıcısı soruna ilişkin herkesin, her kesimin bir fikri olmasına rağmen çözümü noktasında herhangi bir adım atılmaması da sorunu her geçen gün biraz daha büyütmektedir. Sorunun nedenselliğine ilişkin sosyo-ekonomik, sosyo-psikolojik ya da sosyo-kültürel birçok neden sıralanabilir. Bu olguları konunun uzmanlarına inceleme konusu olarak bıraksak bile neredeyse toplumsal patolojiye dönüşme eğilimi gösteren bu durum, bireysel çabalara da ihtiyaç duymaktadır. Bu kitap; tam da bu nedenle, “Kadın Cinayetleri” ne yönelik bireysel duyarlılık geliştirmek ve toplumsal farkındalık yaratmak adına hazırlanmıştır.
“Öpmeye kıyamazsın kıyarlar. Bakmaya doyamazsın kıyarlar. Sevmeye doyamazsın kıyarlar. Koklamaya doyamazsın kıyarlar. Kıyarlar bu ülkede güzel olana. Kıyarlar acımadan. Kıyarlar korkmadan. Kıyarlar her gün, her gün kıyarlar…”
SEVİLEN -Toni MORRISON
Ahh kadınlar. Bin yıldır dünyanın her yerinde, her kuşakta bir dışlanma, bir hor görülme, değersiz hissettirilme gerçeğinden kaçamamış. Tabi ki azımsanamayacak bir kitleyi tenzih ederek yazıyorum bunu. Onlar iyi ki varlar. İyi ki hep var oldular.
1800’lü yılların Amerika’sında yaşayan, daha doğrusu yaşam mücadelesi veren siyahi kadınlarından bahseden bir kitap var sırada. Kölelik cehenneminden bahseden bir çalışma.
Yazım tekniğine, üslubuna hayran bırakan 2019 yılında kaybettiğimiz yazar Toni Morrison’un kaleminden Sevilen, 1988 yılında Pulitzer ve 1993 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş. Kitap, köleleştirilen Afro-Amerikalı bir kadın olan Margaret Garner’in gerçek yaşam hikayesinden esinlenerek yazılmış. Köle avcılarının elinden kaçmayı başaran ama onların her daim takibinden kaçamayan Sethe köleliğe geri döneceğini anladığında, yakalanmadan önce iki yaşındaki kızı Denver’i öldürür ve hemen sonrasında kendisini öldürmek üzereyken yine köle avcıları tarafından yakalanır. Ne pahasına olursa olsun bir anne çocuğunu öldürebilir mi? Bunun savunulacak bir yanı olabilir mi? Yargılamadan, suçlamadan görebilmek mümkün mü acı bir şekilde tecrübe edilmiş bir yaşamı? 1873 yılında yaşanmış bu olay ve Sethe’nin dramatik hikayesi içinizi burkacak…
ANNA KARENİNA -Lev N. Tolstoy Yaşamı boyunca birçok kez büyük sıkıntılar yaşamasına rağmen hayatı anlamaya çalışmaktan hiç vazgeçmemiş Tolstoy. O hayatı anlamaya çalışmış ama kendisi anlaşılamamış. Eserleri, yeteneği, kişiliği dünya çapında tanınmasına, kabul görmesine rağmen bazen Marksist kesimin bazen de dindar kesimin acımasız eleştirilerine maruz kalmış. Ama kendisinin de benimsediği ‘sanat sanat içindir’ felsefesiyle 82 yaşına kadar asla edebiyata olan inancında vazgeçmemiş. Ardında onlarca ünlü roman ve uzun öykü, yüzlerce hikâye, mektup, günlük bırakmış. Ne yazık ki soğuk bir kış mevsiminde, bir tren istasyonunda zatürre ’den hayatını kaybetmiştir.
Anna Karenina 1873-1877 yılları arasındaki dönemde, bir Rus dergisinde dönem dönem bölümleri yayınlanmış ve ilk kez 1878 yılında roman olarak yayınlanmıştır. 1870’lerin Rusya’sın da toplumun zengin kesimine ve yaşam tarzlarına değindiği bu roman birçok eleştirmen tarafından olumlu ya da kimi zaman olumsuz ve acımasız bir şekilde eleştirilmiştir. Romada birbirinden bağımsız iki aşk macerası anlatılırken aynı zamanda dönemin eğitim reformu ve kadınların sosyal, kültürel durumları da ele alınır. Baş karakter Anna Karenina, bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç Karenin ile evli, şık ve güzel bir kadındır. Fakat sevgisiz ve monoton olan evliliği onun başka birine âşık olmasına engel olamamıştır. Toplum baskısına rağmen bu yasak ilişkisine uzun yıllar devam etmiştir. Birbiri ardına yaşanan olaylar ve entrikalar sonunda içinde bulunduğu durumun bunalımından kurtulamaz ve intihar eder.
Tolstoy romanda aşk, evlilik, ihanet, ölüm, sadakat, tutku ve bağlılık gibi önemli konuları muhteşem bir gözlem yeteneğiyle ele almıştır. “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”
Daha önce Ümitvar ve Yaşlanıyoruz isimli çalışmalarını yayınlayan sanatçı Sezgin İnceel’in yeni teklisi Kaldırım, dinleyicisiyle buluştu. Üç versiyonu bulunan şarkı, her düzenlemede başka mekanda geçen bir keşfi anlatıyor.
İnceel, yeni şarkısıyla ilgili, “Kaldırım, bir kendini arama yolculuğu. Sıkışıp kalmış hayatların içinde bir nefes alma molası. Bu arayış içinde Akustik versiyonuyla sahil kasabalarına, Meydan Edit’le şehrin keşmekeşine ve 34 Remix’le izbe kulüplere uğruyor. Hepsi aynı Sezgin’i farklı mercekler altında anlatıyor” diyor. Ve dinleyicilerini, sorularına yanıtlar arayan cinsiyetsiz ve yaşsız kahramanının yolculuğuna davet ediyor.
Söz ve müziği İnceel’e ait şarkının Sahil Kasabası Akustik düzenlemesi Manuel Stübinger ve Sezgin İnceel, Meydan Edit düzenlemesi Stas Mishchenko, 34 Remix’i ise Çiçek Çocuk imzası taşıyor. Mix ve mastering’ler Furkan Sakızlı’ya ait. Şarkının klibinde yer alan performans sanatçısı Selen Lun aynı zamanda klibin prodüktörlüğünü de üstleniyor.
Pandemi nedeniyle bu yıla ertelenen EURO 2020’nin kupası geçtiğimiz cuma günü Münih’te sergilendi. Henri Delaunay Kupası, 11 Haziran’da turnuva başlayana kadar birer günlüğüne turnuvaya ev sahipliği yapacak 11 şehri dolaşacak.
Henri Delaunay Kupası’nın Münih turu sırasında, başta belediye binasının balkonu ve Alianz Arena olmak üzere şehrin benzersiz noktalarında fotoğrafları çekildi. Belediye binasının balkonunda çekilen fotoğrafta Münih 2. Belediye Başkanı Katrin Habenschaden ve EM elçileri Philipp Lahm ile Celia Šašić’in yanı sıra EURO 2020’nin maskotu Skillzy de kupanın yanında poz verdi. Belediye Başkanı Habenschaden, uzun süre beklenen EURO 2020 için milli takıma başarılar ve futbolseverlere iyi eğlenceler dilerken kendisinin de bir futbolsever olduğunun altını çizdi.
11 Haziran ile 11 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek olan Avrupa Futbol Şampiyonası kapsamında Münih’te oynanacak maçlarda F Grubu’ndaki Almanya, Fransa (15 Haziran), Portekiz (19 Haziran) ve Macaristan (23 Haziran) ile ön tur maçlarında karşı karşıya gelecek. Münih’te ayrıca 2 Temmuz’da gerçekleşecek olan çeyrek final maçı da oynanacak. Maçlarda seyirci kısıtlamaları, eyaletin o günlerde geçerli olan korona önlemleri kararnamesine göre belirlenecek.
Turnuvada Türkiye ise İtalya (11 Haziran), Galler (16 Haziran) ve İsviçre (20 Haziran) ile birlikte A Grubu’nda mücadele edecek.
Avrupa Futbol Şampiyonası maçlarına ev sahibi yapacak şehirler şunlar: Londra, Münih, Roma, Glasgow, Amsterdam, Sevilla, St. Petersburg, Budapeşte, Kopenhag, Bakü, Bükreş.
Images by Tobias Hase/Referat für Bildung und Sport
Almanya’nın en büyük belgesel festivali DOK.fest Münih, bu yıl da yine pandemi nedeniyle Almanya çapında online yapılıyor. 23 Mayıs’a kadar devam edecek olan DOK.fest’te yer alan 43 ülkeden 131 filmin arasında Berlin’de yaşayan sanatçı Pınar Öğrenci’nin ilk belgeseli olan ‘Gurbet Artık Bir Ev’ ve İsviçreli yönetmen Jonas Schaffter’in ‘Arada’ belgeseli de yer alıyor.
Gurbet Artık Bir Ev Pınar Öğrenci’nin ilk belgesel filmi olan ‘Gurbet Artık Bir Ev’, 1980’ler Berlin’indeki ayrımcı kentsel politikaların Türkiyeli ‘misafir işçi’ler üzerindeki etkilerini gösteriyor. Belgeselde Mimar Heide Moldenhauer’in IBA fuarı için (Internationale Bauausstellung) 80’li yıllarda Kreuzberg’te çektiği fotoğraflar ve farklı arşiv malzemeleri ile 40 yıl sonra fotoğraftaki insanlarla yapılan röportajlar da yer alıyor.
Arada İsviçreli yönetmen Jonas Schaffter’in ‘Arada’ belgeselinde ise İsviçre’de doğup büyüyen 3 kişinin yurtdışı edildikten sonra Türkiye’deki yaşamlarına ve bu durumla nasıl başa çıktıklarına bakılıyor.
Late Bird Festivalpass DOK.fest Münih @home kapsamında gösterilen toplam 131 filmin 90’ı bu festivalde Almanya’da ilk gösterimini, 28’i ise dünya prömiyerini yaptı. 23 Mayıs’a kadar devam edecek olan festival son haftasında sunulan 50 Euro’luk “Late Bird Festivalpass’ bileti ile festivaldeki tüm filmleri izlemek mümkün. (Detaylı bilgi için buraya tıklayın)
Çekilişle DOK.fest için 5 adet festvialpass PiYASA Magazin İnstagram ve Facebook hesaplarından katılabileceğiniz çekilişle 5 kişiye festivalpass hediye ediyoruz. Çekilişe Cuma günü (21.05.2021) saat 12.00’a kadar İnstagram ve Facebook hesaplarımızdan katılabilirsiniz.
Münih’te yaşayan Antalya doğumlu genç bir yönetmen Sevgi Hirschhäuser. Pandemiden hemen önce Antalya’da çektiği ilk uzun metraj filmi Toprak ile dünya çapında onlarca ödül aldı ve almaya da devam edecek gibi görünüyor. Her ne kadar filminin kendi memleketi Antalya’da gösterime alınmamasına üzülmüş olsa da, film yolculuğunda özgüvenle ilerlemekte kararlı. Şu sıralar hazırlık aşamasında olan yeni filmini de yine Antalya’da çekmeyi planlıyor. Sevgi Hirschhäuser ile filmi Toprak’ı, yönetmenliği ve Antalya-Münih hikayesini konuştuk.
Öncelikle tebrik ederim. Yazıp yönettiğin ilk uzun metraj filmin Toprak, ödülden ödüle koşuyor. Başta Amerika’nın çeşitli şehirlerinden olmak üzere, Almanya, İtalya, İspanya gibi dünya çapında birçok ülkeden birçok dalda ödül aldın. Toplam kaç ödül oldu, sayabildin mi? Teşekkür ederim. Sizin gibi değerli insanların bize ayırmış olduğu vakit ve destekleri bizim bu güzel konuma ulaşmamıza yardımcı oldu. Toprak filmi şimdiye kadar uluslararası 35 ödül aldı. İlk filmimde bu kadar ödüle layık görülmek beni ve ekibimdeki herkesi çok gururlandırıyor.
Bavyera Güzel Sanatlar Akademisi tarafından verilen Hof Film Festivali’nin ‘En İyi İlk Yapım Ödülü’nü de (Hofer Gold) aldın. Edgar Reitz ve Bernhard Sinkel gibi ünlü yönetmenlerden oluşan jüri, ödülü açıklarken “benzersiz ve resimleriyle ayırt edici anlatım” ifadesini kullandı filminle ilgili. Birinciliği bekliyor muydun? Öğrendiğinde neler hissettin? Toprak filmi uluslararası festival yolculuğunda dolaşıyordu. Dünya prömiyeri için Colorado’ya ve Almanya prömiyeri içinde de Hof Film Festivali’ne ( Hofer Film Tage) alınmıştı. Bu festivale daha önce arkadaşlarımın projelerine yardımcı olduğum için alınan filmlerin gösterimine davetli olarak katılmıştım. Festivali çok beğeniyordum, 54 yıllık prestijli bir festival ve organizasyonun temeli herkesin birbiri ile tanışması ve kaynaşmasına odaklanmış güzel platformlardan oluşuyor. Her bütçeden film yapımcısını birbiri ile kaynaştırma hedefini üstlenmiş, bolca kartvizitlerin elden ele dolaştığı etkili ve verimli bir festival.
Toprak festivale alındığı zaman, bu ailenin bir parçası olabilmek benim için zaten büyük mutluluk verici ve anlamlıydı. İlk işim kendime bir kartvizit çıkartmak oldu. Avrupa’nın göbeğinde önemli bir festivalin parçası olmak hepimizi çok mutlu etmişti. Film hem online hem de sinemada gösteriliyordu. İzleyicilerle soru-cevap yapmak heyecan vericiydi. Kendi gösterimlerimiz bittiği an hemen eşimle diğer filmleri izlemeye gidiyorduk. Böylece diğer yarışan birbirinden müthiş filmleri izliyorduk, yönetmenleri dinliyorduk. Çok güzel filmler izlediğim için bu festivalde ödül beklentim hiç yoktu, zaten festivale seçilmek benim bütün beklentilerimi karşılamıştı.
İlk ödüller dağıtılmaya başlandığında, ödül kazanan filmler, izlediğim ve çok beğendiğim iki-üç ülke yapımı, yüksek bütçeli filmlerdi, içimden bende böyle harika filmler yapmayı diledim. Bütün önemli ödüller zaten dağıtılmıştı geriye en büyük ödül kalmıştı. Büyük ödülün açıklanacağı gün biz Chris ile organizasyona geç kalıyorduk, festivalden bir görevli bizi telefonla aradı. Yeri, saati hatırlattı. Alana eşimle gelmiştik; ceketimizi astık, içeriye girmemiz ile bir sürü basın mensubu, kamera ve ortada bir konuşma kürsüsü olduğunu gördüm. İçeride bizden başka hiç film yönetmeni olmayınca çok şaşırmıştım. Sonra kameralar kaydetmeye başladı, kürsüdeki kişi konuşmaya başladığında bizden kameranın yanında beklememiz istenmişti. Ben diğer katılımcıların nerede olduğuna bakmak için arkaya baktığımda insanlar gülümsüyordu. Chris anlamış olacak ki, elini sırtıma koymuş duygulu bakıyordu. Toprak’ın festivalin altın ödülü kazananı olduğu açıklandığında filmin posterinin asılı olduğu pano kameraya çevrilmişti.
Sevgi Hirschhäuser Hofer Gold jüri üyelerinden olan yönetmen Edgar Reitz ile birlikte
Haberim olsaydı ya da küçük bir beklentim olsaydı gerçekten güzel bir konuşma hazırlardım. Bu kadar müthiş bir andı. Elbette ki hiç beklemediğim için çok duygulandım, oraya çıkınca göz yaşlarımı tutamadım. O anı asla unutamayacağım. İki değerli Alman yönetmen Edgar Reitz ve Bernhard Sinkel bize unutulamayacak bir anı bıraktı. Covid testlerimizi yaptırdıktan sonra kendileriyle tanışmamız da çok heyecanlıydı ve onlarla vakit geçirip konuşmak çok güzeldi. Onların bir sonraki projelerimde hikaye yazım ve oluşum aşamasında destek olacakları için çok mutluyum. Bavyera Güzel Sanatlar Akademisi’nin isteği üzerine bütün bu durumu ve süreci konu alan bir klip çekiyorum ve online olarak yayınlanacak. Bu süreci kendi gözümden yöneterek ölümsüzleştirmek benim için ayrı bir onur olacak.
Sevgi Hirschhäuser Hofer Gold jüri üyelerinden olan yönetmen Bernhard Sinkel ile birlikte
Toprak Antalya’da annenin köyünde çekilmiş. Gerçek bir hayat hikayesine mi dayanıyor? Toprak, etkilendiğim gerçek hayat hikayeleri ile okuduğum haberlerin yine etkilendiğim kısımlarını derleyerek ve kuzenim Burak’ın hayatından ilham alarak ortaya çıkarttığım ilk filmim.
Film, 17 yaşındaki Burak karakteri ve dayısı Cemil karakteri üzerinden anlatılıyor. Toprak 106 dk, az diyaloglu, mümkün oldukça sahneleri ile duyguları iletmeyi deneyen ve özellikle köy hayatındaki zaman akışını hissettirmek adına yavaş tempolu yazılmış, çekilmiş ve kurgulanmış bir bağımsız film. Filmin yönetmenliğini, senaryosunu ve kurgusunu ben, görüntü yönetmenliğini eşim Chris Hirschhäuser ve yapımcılığını ikimiz birlikte üstlendik.
Toprak filmi Antalya’nın Serik ilçesinde, köyde çekildi. Burası aynı zamanda anneannem ve dedemin yaşadığı yer. Konunun geçeceği mekan için tek başına duran, yalnız bir evi tercih ettik. Evin sahibi Ramazan abimiz çok anlayışlı bir insandı, bize yardımcı olmak için elinden geleni yaptı. Birbirimizi çok severiz, hala kendisi ile iletişimdeyizdir ve oyuncumuz Numan Çakır köye evlerine ziyarete gider ve orada kalır. Setin işleyişinde annem ve babam her eksik olayın ucundan tutup yılların sinemacısı gibi sette yardımcı oldular. Annemin tüm yardımlarının yanı sıra sette, klaket vurmuşluğu da olmuştur.
Hepimiz birbirimizden çok şey öğrendik ve bu deneyimi asla unutmayacağım. Bağımsız bir film ortaya çıkardığınızda müthiş bir gurur duyuyorsunuz. Toprak güzel bir film ve daha iyilerini yapana kadar en güzel ve anlamlı filmim Toprak’tır.
Burak Aydın ve Numan Çakır
Filmde Numan Çakır gibi tecrübeli bir oyuncunun yanında ilk kez kamera karşısına çıkan kuzenin Burak Aydın var. Bu senin için nasıl bir deneyimdi? Toprak filminde Burak karakterini canlandıran Burak Aydın, benim kuzenim. Toprak onun ilk uzun metrajlı film projesi oldu. Burak gelecekte oyuncu olmak ve filmin içinde yer almak istiyordu. Bu filmden önce kendisinin senaryo ezber kabiliyeti olup olmadığını henüz keşfetmiş değildim. Kendisine senaryoyu verdiğim zaman karakterin diyalogları yanında diğer oyuncuların da diyaloglarını öğrenmişti ve bana sahneleri canlandırıyordu. İstekliydi ve bunu yapabileceğine ikna olduk. Toprak filmi ile “En iyi Erkek Oyuncu” ödülü için adaylıkları oldu.
Toprak filminde Cemil karakterini canlandıran oyuncumuz Numan Çakır, tanınan, muhteşem bir sinema ve dizi oyuncusu. İlk projenizde ünlü biri ile senaryo paylaşmak inanın çok zor bir durum oluyor. Geceniz gündüzünüz ‘acaba ne diyecek’ düşüncesiyle geçiyor. Karakteri yazarken kendisinin çok güzel oynayacağından emindim ama kendisi benimle ve bu filmde ilk oyunculuk deneyimi olacak Burak ile çalışmak isteyecek miydi? Senaryoyu okuyup geri döndüğünde olumlu bir cevap aldım. Senaryoyu çok beğendiğini ve şimdiden hislerinin oluştuğunu söylemişti. Gerçekten bana ‘evet’ demesi ile kendimi daha güçlü hissettim ve onunla çalışmak büyük bir onurdu. Numan Çakır, Toprak filmi ile Amerika’da 3 kez “En iyi Erkek Oyuncu” ödülünün sahibi oldu. Numan Bey ve Burak’ın hızlı uyum süreci sahneleri hayal ettiğim gibi işleme ve çıkartmamı sağlamıştı.
Filmimizde yer alan ekip arkadaşlarım sayesinde oldu bütün başarımız; bir bütün olduk ve her başarı hepimizin emeği ile oldu. Tutkulu ve güzel bir şekilde çalıştık ve bu bütünlük uluslararası gezecek kadar hak kazandı. Birlikte çalışmak hayatımın bir dönüm noktası oldu. Gerçek film yapmayı, filmi çekerken öğrenmiş oldum.
Filmin aynı zamanda yapımcılığını da kendin yaptın. Bütçe konusunu nasıl çözdün? Destek aldın mı? Filmi kendi biriktirdiğimiz bütçemizle çektiğimize, cebimizden film çekmek için para harcadığımıza inanamıyorlar. Bağımsız film yapmak tam da böyle bir şey. Chris ile film pdodüksiyonu için birlikte bütçe biriktirdik. Film ekipmanlarımız zaten vardı. Ekipmanları ikimiz Münih’ten Antalya’ya uçakla getirdik, çok heyecanlı ve yorucu bir dönemdi.
Toprak dünyanın farklı uçlarındaki festivallerden birçok ödül aldı ama filmin çekildiği yer ve senin de memleketinde 57. Antalya Film Festivali’ne kabul edilmedi. Gerekçe olarak ne dendi? Neler hissettin? Annem ve babam ikisi de Antalya’nın yerlisidir. Ben de Antalyalıyım ve şehrimi çok seviyorum. Dünyada farklı ülkeler gezmiş biri olarak Atatürk’ün dediği gibi; “Hiç şüphesiz ki Antalya, dünyanın en güzel yeridir.” Küçüklüğümden beri annemle festival filmleri izlemek için Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne giderdik. Benim en heyecanlandığım ve en mutluluk duyduğum yerdir. Antalyalı bir yönetmen olarak, filmi Antalya’da çekmemiz, filmde Antalyalı tiyatrocuların yer almış olması ve üstüne üstelik o dönem uluslararası 10 ödülün sahibi olmamamıza rağmen, filmimizin Türkiye gösterimini kendi şehrimin, kendi festivalinde başaramamış olmak beni üzmüştü. Festivale girmek için yeterli olmadığımızı, pandemi sürecinde sınırlı film kapasitesi olduğunu açıklamışlardı. Aynı pandemi sürecinde yurtdışı festivalleri bizleri ödüller ile onurlandırıyor ve dünya basınında başarımızdan söz ediliyordu.
Yeni film yapmaya adım atmış yapımcıların desteklenmeye ihtiyacı var, özellikle başka ülkelerde yarışma sürecine girmiş olanların, başarıya ulaştığında değil. Önemli olan ilk adımda destek olabilmek.
Bu filmde edindiğin tecrübelerden sonra ikinci filmde yapmamalıyım dediğin bir şey var mı? Kendime güvenmemezlik yapmamalıyım! Kendime daha fazla güvenmeliyim. Hiçbir zaman oldu bu iş dememeliyim; daha iyisini nasıl yapmalıyım diye düşünmeliyim. Sektöre hizmet eden filmler yapmamalıyım. Toprak gibi özgün ve risk alan, evrensel dilli filmler yaparak dünyanın diğer ucuna ulaşmaya devam etmeliyim.
Sence iyi bir film yapmak için en önemli şey nedir? İstek. Güzel bir senaryo, filmin izleyiciyle konuşabiliyor olması. Mesajın ne kadar evrensel olabiliyor ise sınırları aşabilecek, bir o kadar evrensel yazılması. Basit, alışılagelmiş bir fikrin hiç düşünülmeyen ve umulmayan yönünü keşfederek işleyebilmek.
Toprak filminin setinten bir görüntü
En başa dönersek; Turizm ve Otel İşletmeciliği mezunusun ama daha okulun bitmeden film sektörüne geçtin. Bu nasıl oldu? Ortaöğretim ve lise döneminde hem okuyor hem otelde staj yapıyor hem de karate kursuna gidiyordum. Bir gün karate kursumuza bir Alman film ekibi geldi. Karate hocamızın Hanshi İsmet Turna’nın, beni aradıkları kişi için önermesi ile film sektörüne girmiş oldum. İlk olarak Alman-Türk yapımı film setinde dövüş sahneleri için dublörlük yapmaya başladım. Bu büyük set, aynı zamanda eşim Chris ile tanıştığımız settir. Daha sonra İstanbul’da hafta sonları dublör olarak çalıştım. Bir yandan otelde çalışırken bunları organize edebilmek çok zor oluyordu. Zamanla film kurgusu, senaryo yazımı ve yönetmenlik çok ilgimi çekmeye başladı. Sahnelerin senaryodan filme dönüşme kısmı çok ilginç geliyordu. O dönemler Amerika’da kendi film festivalini organize eden arkadaşım beni festivaline davet etti ve Amerika’ya gidip üç ay boyunca farklı festivallere katılıp film yapımcıları ile tanıştım.
Akdeniz Üniversitesi Turizm Bölümü’nden mezun olduktan sonra otelde çalışıyordum ama filme ilgim olduğundan artık eminden. Filmi anlamak için farklı departmanlarda çalışmaya başladım; ses kayıt, kurgu renklendirme, dublörlük, ses asistanı derken kendi filmimi yapmak istediğime karar verdim.
Almanya’ya geliş macerandan bahseder misin biraz; Bu kararı vermek zor oldu mu? Münih’te yaşamak senin için nasıl? 2010 yılında ilk kez lisedeyken okul ile Almanya’ya gelmiştim. Alman disiplini dedikleri bu durumu ilk geldiğimde hissetmiştim. Arkadaşlarımız ve öğretmenlerimizle güzel vakit geçirmiştik ve Berlin’i çok beğenmiştim.
Daha sonra 2015’te Chris ile evlenip Münih’e taşındım. İkimiz de filmle ilgili insanlar olarak kendi filmimizi yapmak en büyük hayalimizdi. Almanya’ya Antalya’dan gelen biri olarak soğuk kışlardan ötürü yeni hayata alışmak benim için çok zordu ama düzen, şehirdeki sakinlik, bol iş imkanının olması, kendimi geliştirme konusunda avantajlı bir ülke olması benim hızlı ilerlememe yardımcı oldu.
Eşin Chris Hirschhäuser ödüllü bir görüntü yönetmeni. Birlikte çalışmanın zorlukları var mı? Chris fotoğrafçılık eğitimi almış ve daha sonra görüntü yönetmenliğine geçiş yapmıştır. Bu yüzden görüntüleri seçerken sinematografik güveniyorum. Birlikte projeler geliştirmekten çok mutluyuz ve benimle aynı heyecanı paylaşabiliyor olması çok güzel. Evliliğimizde genellikle tartıştığımız konular, ışık tonu, kamera açısı, lens seçimi, doğal ışık yakalayabilmek üzerine oluyor. Toprak filmi ile 4 kez “En iyi Sinematografi” ödülünün sahibi oldu.
Sırada ne var? Yeni proje hazırlıkları başladı mı? Birçok fikrim var ve farklı tarzlarda denemeler yapmak istiyorum. Bir sonraki filmim yine dram olacak ve senaryosu üzerinde çalışıyorum. Yine Antalya’da çekmeyi planlıyorum. Mekanlara ve konumuna hayran kaldığım bir çok yer var Antalya’da. Pandemi süresinin koşullarına göre ilerleyeceğiz.
Toprak filminin şimdiye kadar aldığı ödüller şöyle: 54th Internationale Hofer Filmtage 2020, Germany, Gold Preise
29th Woods Hole Film Festival 2020 Woods Hole, USA, Best Cinematography,Best Emerging Filmmaker, Best Drama Feature, Best Actor
18th Ischia Film Festival 2020 Ischia, Italy, Best Cinematography
15th Cyprus International Film Festival, Cyrus, Best Director
14th The Buffalo International Film Festival, NY, USA, Gold Bison – Best Narrative Feature
14th Lone Star International Film Festival,Texas USA, Best Of The Fest
10th Oceanside International Film Festival, USA, Best Feature Film, Best Actor
10th Weyauwega International Film Festival, Wisconsin, USA,Honorable Mention: Best Feature Film
9th Evolution Mallorca International Film Festival, Spain, Best Feature Film
8th WOFF World of Film International Festival, UK, Honorable Mention: Best Feature Film
6th Peak City International Film Festival, USA, Best Directing Feature Foreign, Best Feature Foreign Language
6th Las Vegas International Film and Screenwriting Festival, Las Vegas, USA, Best Drama Feature Film
6th Montelupo Fiorentino International Film Festival, Toscana, Italy, Best Feature Film
6th SIFW – Sierra International Film Festival Bolivia, Plurinational State of, Best Feature Film
5th Sherman Oaks Film Festival, USA, Best Cinematography, Best Actor in a Supporting Role
4th Miami Independent Film Festival 2020 Miami, USA, Best Feature Film
4th Virgin Springs Cinefest 2020, Best Debut Filmmaker
4th Almaty Indie Film Festival, Almaty, Kazakhstan, Best Feature Film
3th Moody Crab Film Festival, Best Feature Film
2th Wallachia International Film Festival, Romania, Special Jury Mention
1st Tamil Nadu International Film Festival, Tamil Nadu, India, Best Director
Florence Film Awards 2020, Florance, Italy, Best Cinematography
Rocky Mountain International Film Festival 2020, USA, Best International Feature Film
Kadoma International Film Festival 2020, Japan, Honorable Mention
Mile High Film Awards, Best International Feature Film
29th Arizona International Film Festival 2020 Arizona, USA, Best Foreign Feature
4th International Film Festival of Ahmednagar, India, Best Music, Best Cinematography
“Düşlere yolculuk…”“Bir dünya kurduk senin için, gönlünce yaşa…”“Her gemi biraz deniz, her yanım mavi, her yanım yel…”“Bi’ düşün kendinle nerede en son yürüdün içinde huzurun şehrinde”“Nazar boncuğu takardım, sen benim olsaydın eğer…”“Çizdim kendi aklımca hayatın resmini…”“Rakı balık hazır, mezeleri getir…”“Şimdi ben de bir çay koydum, içiyorum keyifli…”” Anason kokarken sofralar…”“Manzaraya daldım, ses çıkarma; gerçek can sıkar, beni uyandırma…”
Dünyanın en büyük bira şenliği Oktoberfest, bu yıl da Covid-19 nedeniyle iptal edildi. En son 2019 yapılan ve tüm dünyadan 6 milyonun üzerinde ziyaretçisi olan Oktoberfest, 211 yıllık tarihinde 26. kez yapılmıyor.
Münih Anakent Belediye Başkanı Dieter Reiter’in deyimiyle ‘acı ama şaşırtmayan’ haberi Bavyera Başbakanı Markus Söder ile bugün yaptıkları basın açıklamasında duyurdu. Söder, Oktoberfest’in geçen yıl da olduğu gibi farklı önlemler alınarak yapılamayacağını ‘Biraz Oktoberfest olmaz!’ sözleriyle vurguladı.
Oktoberfest’ten sorumlu Münih Çalışma ve Ekonomi Dairesi Başkanı Clemens Baumgärtner de konuyla ilgili, “Şenliği bu yıl yapabilme ümidimiz 3. Covid-19 dalgası ile yok oldu. İptal kararı doğru ve makul. Oktoberfest insan hayatını tehlikeye atamaz. Bu hem şenliğimize hem markamıza zarar verir.“ dedi.
Tüm dünyada Münih denince ilk akla gelen Oktoberfest, aynı zamanda bölge için önemli bir ekonomik faktör. Dünyanın en büyük şenliği her yıl 6 milyon ziyaretçiyi çekiyor ve ekonomik değeri 1 milyar Euro’nun üzerinde.
Şimdiye kadar 186 kez yapılan Oktoberfest, daha önce çoğunlukla savaş dönemlerinde olmak üzere enflasyon ve kolera salgını döneminde de iptal edilmişti.
Das fünfte, reifste Werk der Band Ganz aktuell und wegen der Pandemie etwas verspätet ist am Freitag das Album „Kısmet“ von Kolektif İstanbul erschienen. In der Türkei bei Ada als komplettes Album und in Europa vorerst nur die Single und das Video „Kabadan Bombicka“ bei Trikont.
Ich konnte mir das Album vorab anhören und kann sagen: Das Warten hat sich wirklich gelohnt. Das Album bringt einerseits die typische Mischung aus balkan-türkischen und jazzigen Elementen. Diesmal sind wieder viele Gäste dabei, die das Album zu einem musikalischen Ohrenschmaus der Extraklasse, ja zu einem Balkanatolia 2.0 werden lassen. Und die vielen Instrumente. Diesmal wird u.a. das Tarogato gefeatured, ein ungarisch-rumänisches Instrument, das dem Sopransax ganz nah verwandt ist. Weitere Instrumente sind Kaval, Zurna, Cümbüş, Tambur, die Istanbuler Lavta (Politiko Laouto), u.v.a.
Den Albumteaser gibts hier:
Zu den Stücken – Besonders sind die Arrangements Eröffnet wird das Album mit dem Titelstück „Kısmet“. Gleich zu Beginn ein Lied, zu dem man unbedingt tanzen möchte. Es basiert auf einem Ciftetelli, einem freien Tanzstil, der in der ganzen Welt des Balkans und Orients verbreitet ist. Die erste Single-Auskopplung „Kabadan Bombiçka“ ist eine echte Gute-Laune-Tanz-Nummer. Hierzu gibt es auch ein Video, an dem der Solo-Tänzer Ismail mitwirkt. Der Kabadan ist ebenfalls ein Volkstanz, der insbesondere bei den bulgarischen Türk*innen seine Wurzeln hat.
Auf dem von Richard komponierten Stück „Tadım Tuzum‘“ singt die sehr erfolgreiche türkische Newcomerin Melike Şahin, die früher bei Baba Zula war und gerade ihr erstes Soloalbum veröffentlicht hat. Das Lied beginnt mit dieser unglaublichen Orgel, doch dazu gleich mehr… Wenn das kein Hit wird, unglaublich…
In „M Köcek“ wird ein klassisches Stück von Edvard Grieg in eine für die Band typischen Balkanversion umgewandelt mit orientalischen Trommeln, einem Streichtrio und einem auf 9/8-Rhythmus basierenden jazzigen Solo an der Farfisa-Orgel. Die Farfisa ist eine fast schon vergessene E-Orgel, die u.a. Ray Manzarek von den Doors spielte. Der Keyboarder des Kolektif Tamer hat diese Farfisa gerüchteweise übrigens im Sperrmüll gefunden, repariert und sie dann optimal in das Klanggebäude der Band integriert. M Köcek ist eine Referenz auf den später von den Nazis verbotenen Film M des deutschen Regisseurs Fritz Lang aus dem Jahr 1931. Im vermutlich im Mai erscheinenden Video zu diesem Stück werden Teile des alten Films mit Material von Kolektif Istanbul verwoben. Ich warte gespannt darauf.
Von ihren letzten Konzerten kennen viele schon das thrakische Lied „Feridem“. Çoooook tatlı singt Aslı und durch die Orgel und die sonstige Orchestrierung wird es ein wunderbar weiches Lied, das sich in die Ohren schmiegt.
Besonders gefallen mir die beiden Tavernenstücke: „Ona Tek, Bana Duble“ kommt mit zuerst überragendem Gesang von Aslı und dann wilden Rhythmen. Wirklich erstaunlich, was man in drei Minuten so unterbringen kann. Und im Rembetiko „Bahar“ klagt Ülkü Abbaya so über ihr Unglück, dass ich davon eine Gänsehaut bekomme. In beiden Liedern gibt es auch Spitzen-Klarinettensoli von Talat.
„Minnoş”ist auch wieder dabei, allerdings in einer Version mit Akkordeon, Cümbüş und Kaval, die mir noch besser gefällt als die Single von 2020.
„Pirinsko Köçek” ist ein Halay oder doch eher ein Bauchtanz?. Egal. Jedenfalls sehr tanzbar und endlich spielt Richard mal wieder die Zurna.
„Aksaray’dan Geçer İken” ist ein altes Istanbuler Volkslied, auf dem Ceylan Ertems Gitarrist Cenk Erdoğan Yaylı Tambur spielt, klingt nach Cello und hört sich wirklich sehr exotisch an. Mit Mine Yeners Elektro-Tambur und Kolektif Istanbuls Arrangement wird das zu Volks-Rock’n Roll.
Die Melodie von „Balkon Köcek“ werden manche wiedererkennen. Auf der vorletzten CD von Ceylan Ertem war es als eine von Tamers Kompositionen zu hören. Die Kolektif-Version wurde instrumental eingespielt und hört sich hier eher wie ein Longa mit verzwickten Rhythmen an.
„Ahududu“, das vorletzte Stück, ist eine Verneigung an die türkische Roma-Musik mit einem wunderschönen Sax-Solo, Oryantal-Orgel und typischen westtürkischen Perkussionselementen. Aaah, ne zaman en sonunda göbek atabilir miyiz?
Pfiffig ganz am Schluss ist die kurze Zugabe „Edvard & Fritz“. Nochmal wird die Melodie von Edvard Grieg aus dem Stück M-Köcek, die Referenz auf den Film von Fritz Lang, aufgegriffen. Diesmal aber gepfiffen von dem argentischen Musiker Axel Krygier, mit dem die Band 2010 ein Nuevo Tango Turco Projekt realisierte.
Übrigens: Die Band verwendet keinen herkömmlichen Bass, sondern ersetzt diesen mit dem cool-funkigen Susafon (ähnlich der Tuba) von Ertan, der nebenbei in der Istanbuler Oper auch ganz klassisch Tuba spielt wenn er nicht gerade wegen Corona im Homeoffice ist.
Fazit: Die 13 Stücke der CD, auf Vinyl werden leider nur 11 passen, belegen wieder mal eindrucksvoll das breite und doch homogene Spektrum der Band. Die musikalischen Wurzeln der Band sind geblieben, die Band entwickelt sich immer mehr zu einem tragenden Bestandteil der türkischen Szene.
Genial: In der Türkei ist die Band beim lange schon existierendem Indie-Label ADA unter Vertrag. Hierzulande erscheint ihre Musik jetzt beim ebenfalls schon lange exisitierendem München-Giesinger Indie-Label Trikont. Die beiden Labels passen wirklich sehr gut zusammen und ergänzen sich treffend.
Trost: Und einen Trost gibt es für uns hierzulande, die wir noch auf den offiziellen Release warten müssen: In Europa wird das Album neben den Streaming-Plattformen auf CD und Vinyl erscheinen. In der Türkei wird es keine CD geben, nur Vinyl und Streaming.
Tournee: Jetzt brauchts nur noch eine Tournee. Aber daran arbeitet Trikont schon, die sind auch eine Booking-Agentur! Bitsin, bitsin bu pandemi!
Rewşan, Moda Sahnesi’nin “Sahneden Naklen” etkinlikleri çerçevesinde 16 Nisan Cuma günü konser verecek. Konserde; Tara Mamedova, Liena Benli ve Fotini Kokkala konuk sanatçılar olarak yer alacak.
Sanatçı, Moda sahnesinin HD görüntü-ses online altyapısıyla pandemi nedeniyle duraksayan müzikal serüvenine kaldığı yerden devam ediyor. Uzakları yakın kılan bu online konserle Rewşan’ın tüm dünyadan dinleyicileri konser performansını izleme fırsatını yakalayabilecek. Sanatçı; konser esnasında izleyicilerin çekip yolladıkları video ve mesajları, sosyal medya hesaplarından paylaşacak.
Rewşan’ın son albümü Tov’un (Tohum) Lansman konseri 2020’de Moda Sahnesi’nde gerçekleşmişti. Gulê, Gulîzera Min gibi hit besteler ortaya koyan albüm, Kürtçe geleneksel şarkıların ilk ve yeniden yorumuyla da oldukça beğeni topladı.
Her bütçeye göre düzenlenen konser biletleri 25 TL’den başlıyor. Rewşan ve Moda Sahnesi’ni desteklemek amacıyla daha yüksek fiyatlardan bilet almak da mümkün. Konser bileti almak için buraya tıklayın…
Rewşan Çeliker kimdir? Bitlis, Tatvan’da doğan sanatçı, Ankara Ün. PDR Bölümü’nden mezun olduktan sonra Bahçeşehir Üniversitesi’nde Oyunculuk Yüksek Lisansı yaparken aynı zamanda keman, armoni ve viyola eğitimi de aldı. Uzun süre Türkiye’nin pek çok yerindeki çeşitli festival ve etkinliklerde Pera Jazz Orkestrası, Haliç ve İTÜ Oda Orkestrası, Çağdaş Müzik Topluluğu ve İstanbul Film Müzikleri Orkestrası ile konserler verdi; Acustic Moods ve Horizon gruplarında keman ve vokal olarak yer aldı. Aynı yıllarda AB’nin kültürel projesi olan “Barış Melodileri Senfoni Orkestrası”‘ ile Ermenistan ve Gürcistan’da Orkestra Şefi Aram Talalyan ile çalıştı. Repertuvarında, 1930’lu yıllara dayanan Erivan ve Bağdat Radyosu Kürtçe müzik arşivi ve Ermeni kompozitör Gomidas Vartabed’in derlemeleri önemli bir yer tutmaktadır. Uzun yıllar seslendirme de yapan sanatçı, halen sinema ve tiyatroda oyunculuk yapıyor. Bir süredir Avrupa’nın kültürel ve müzikal başkentlerinde sahneye çıkan Rewşan, yurtiçi ve yurtdışı konserlerine devam ediyor.
* 2020’de CK Music Production etiketiyle “Tov” Albümü yayımlandı. *2019’da “Kirasê Te”, “Azîzakam”, “Bingol” ve “Desmala Min” olmak üzere 4 adet Single yayımladı. *Ev kayıtları ve unutulmaya yüz tutmuş şarkılardan oluşan ilk albümü “Ax Lê Wesê” 2018’de yayımlandı. *2014 yılında Kürtçe kadın sözlü geleneği ve kültürel bellek üzerine “Dengên Bakûr (Kuzeyin Sesleri)” belgeselini hazırlayıp sundu.