Perşembe, Aralık 4, 2025
Startseite Blog Sayfa 81

Üç dinden tek Tanrı’ya müzik

Münih’te 3 büyük dünya dininin müziği, 18 Mart’ta Gasteig’da birlikte yankılanacak. Farklı dinlere mensup yüz ellinin üzerinde müzisyen, solist ve semazen, Ortaçağ’dan Barock’a üç büyük dinin ayrıştırıcı değil birleştiriciliğini vurgulayacak.

Daha önce 2012 ve 2015 yıllarında büyük beğeni toplayan ‘Tek Tanrı’ya müzik’ konser serisinin 3.sünü yine ‘Respect Us’ düzenliyor. Münihli müzisyen Mehmet C. Yeşilçay, ressam Av. Dr. Temel Nal ile tercüman ve kültür aktivisti Tuncay Tükel, inisiyatif oluşum Respect Us’ın arkasındaki isimler. Eşit yaşam ve karşılıklı saygıyı amaçlayan oluşum, bu konserle dinlerarası barışı, dinin ayrıştırıcı değil birleştirici yönünü vurgulamak istiyor. Bach ve Vivaldi’nin eserleri, Ermeni kilise müziği, Sefarad ve Sufi müziğinin bir arada yankılanacağı konserde, müzikal yönetimi de üstlenen ‘ECHO Klasik’ ödüllü Mehmet Ç. Yeşilçay Pera Orkestrası ile Konyalı Semazenler de sahne alacak.

Konserde sahne alacak diğer isimlerden bazıları şöyle: Alevi Bektaşi Coşkun Karademir, Tasavvuf solisti Ahmet Çalışır, Filippo Mineccia, Leonor Amaral, Michal Elia Kamal, Klasik Türk Müziği sanatçısı İbrahim Suat Erbay…

18 Mart’ta Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi müzisyen, solist ve semazen’den oluşan 150 sanatçının sahne alacağı ‘Music for the One God’ isimli konser, Gasteig Kültür Merkezi’nin büyük salonu Philharmonie’de gerçekleşecek.

Bilet fiyatları 25 ile 55 Euro olan konserle ilgili detaylı bilgiye www.gasteig.de sayfasından ulaşılabilir.

OneGod_plakat

Weltfrauentag 2017 – Frauen noch immer benachteiligt

Zum Weltfrauentag am 08.03.2017 erinnert die Integrationsbeauftragte der Bayerischen Staatsregierung Kerstin Schreyer, MdL daran, dass in vielen Teilen der Welt und auch bei uns Frauen gegenüber Männern noch immer benachteiligt sind. 

Eines der größten Probleme ist die häusliche Gewalt. In neun von zehn Fällen sind international Frauen die Opfer. Auch ein Thema ist der Sexismus im Alltag; Frauen werden oft schon nur wegen ihres Geschlechts diskriminiert, manchmal gar „nur“ als Hausfrau und Mutter gesehen. Viele Probleme haben einen traditionellen Hintergrund, so beispielsweise die traditionelle Beschneidung von Frauen in einigen Teilen Afrikas und Asiens, die Zwangsheirat oder den Tod durch Ehrenmorde.

Es gibt viele Frauen, die aus anderen Kulturkreisen zu uns kommen und denen das Ankommen in unserer Gesellschaft erschwert wird. Für diese Gruppe fordert die Integrationsbeauftragte weitere Anstrengungen in Politik und Gesellschaft, damit diese lernen, mit unseren Regeln, Normen und Umgangsformen umzugehen und gleichzeitig Ihre Rechte, wie die Religionsfreiheit, das Recht auf körperliche Unversehrtheit oder die Gleichberechtigung von Mann und Frau einzufordern.

„Frauen sind der Schlüssel zur gelingenden Integration. Wenn wir Sie erreichen gewinnen wir auch die Familien und die Communities, denen Sie angehören“, so Kerstin Schreyer.

8 Mart’ta hayatı istiyoruz

Biz her sene 8 Mart’a tarihsel bir önem vererek hazırlanır, o gün dünyanın tüm kadınlarıyla birleşmenin coşkusunu yaşarız. Ama bu sene dünya kadınlar günü bambaşka bir tarihsel öneme, hayati role sahip. Dünya çapında kadın düşmanlığının yükseldiği bir yıl geçirdik, kadınlar da buna cevaben dünya çapında Uluslararası Kadın Grevi’ne hazırlanıyor.

En son Trump’ın başkan olmasıyla da gördük ki, tehlike büyük. Kadın düşmanlığıyla ünlü otoriter liderler seçimler kazanıyor, en eski nefret biçimi olan kadın düşmanlığı; mizojini yeniden yükselişte. Ne yazık ki sadece Türkiye’de değil, dünya çapında kadınların mücadeleyle kazandığı haklara saldırı var.

Türkiye’de ise kadınların kaderini doğrudan etkileyecek referandum sürecindeyiz. Dolayısıyla bu sene içeride ve dışarıda güçlü “Hayır” diyerek, tüm kadınlar için kadın düşmanlığını durdurmanın peşindeyiz. Hayır’ımız ne kadar kuvvetli olursa, dünyanın tüm kadınları için hayırlı olacak. Çünkü tehlike sadece bazı otoriter liderlerle de sınırlı değil; genel olarak sağcı ve köktendinci siyaset güç kazanıyor. Bu tüm topluma zarar veriyor ama kadınlar üzerinde başka türlü bir bedeli var; yıl boyunca birçok örneğini yaşadığımız gibi bu otoriter rejimlerin ilk hedefi hep kadınlar oluyor. Polonya’da sağcı parti ve Katolik kilisesi kürtajı yasaklamaya çalıştı. Ortadoğu’da İŞİD ve cihatçı örgütler, İran’da fetvalar, Türkiye’de AKP ve siyasetin tam olarak erkeklerin eline verileceği referandum dayatması var. Arjantin ve Güney Amerika’da faili meçhul kadın cinayetleri sürüyor, Rusya’da kadına yönelik şiddeti aile içine hapsetmeye çalışan yasal geri adımlar atılıyor… Daha birçok örnek sayılabilir.

Hiç şüphesiz kadınlar, hiçbir ülkede, hiçbir saldırıya sessiz kalmadılar. Afganistan, Suudi Arabistan dahil olmak üzere tüm ülkelerde direndiler bu sene, direniyorlar. Ancak elbette yüzyılımızda nasıl olup da böylesi bir geriye gidiş yaşadığımız cevaplanması gereken önemli bir soru. Ve işin aslı, yaşadığımız tüm ağır sorunların kaynağında, aklın ve kolektif siyasetin gerilemesi, eşitlik fikrinden uzaklaşmış olmamız yatıyor. Bu dünyada en sevilecek şey ‘eşitlik’ iken bu ülküden uzaklaşmanın bedelini en ağır ödeyenler de kadınlar.

Durum bizim için bizi Ortaçağa geri götürmek isteyenlerle geleceği isteyenler arasında bir savaş anlamına geliyor.

Son günlerde Avrupa Parlamentosunda dahi kadına yönelik ayrımcı sözler edilebilmesi işte bu iklimin sonucu sayılabilir. Tarihin en eski önyargısı; nefreti mizojini adeta tüm kıtalarda yeniden hortluyor. Tüm bu sebeplerle bu sene 8 Mart, kadınların asla Ortaçağ’a geri dönmeyeceklerini herkese göstereceği gün olacak. Mücadeleyi yükseltmemiz, bunu dünya çapında güçlerimizi birleştirerek göstermemiz çok önemli. Böyle yaparak çok temel haklarımıza karşı başlatılan saldırıları durdurabilir, tarihin yönünü kadınlar lehine değiştirebiliriz.

Tıpkı bundan 100 yıl önce olduğu gibi.

Evet, bu sene aynı zamanda, 1917’de kadınların “ekmek ve barış” talepleriyle, Petrograd sokaklarını doldurduğu, büyük bir devrimi başlatan 8 Mart eylemlerinin de 100’üncü yıldönümü olacak. Bir asır önce Rusya’da, savaşın yokluğa sürüklediği kentler, kadınların “ekmek” isyanlarıyla çalkalanıyordu. Sonunda 23 Şubat’ta -bizim takvimimize göre 8 Mart günü- binlerce Rus kadın, işçi, asker eşleri, çocuklarıyla birlikte sokakları doldurdu. İzleyen günlerde yürüyüşlere halkın da katılımıyla isyan büyüdü ve çarlık rejimi yıkıldı.

Tarih çok enteresan; 2017’de bu sefer ABD’li kadınlar, yüzyıl önceki eylemleri örnek alarak uluslararası grev çağrısında bulundular. Trump’ın devrinde 8 Mart’ı tekrar aslına uygun tarzda politikleştirmek gerektiğini ifade ediyor, tüm ülkelerden kadınları da mücadeleye çağırıyorlar. Grev eylemi çağrısı, şimdiden elliye yakın ülkede karşılık buldu, Almanya, Polonya, İrlanda, Güney Kore, Arjantin, Meksika, Peru, Nikaragua, tüm Güney Amerika, Macaristan, Rusya, Avustralya, İskoçya, İsveç, İtalya ve daha bir çok ülkede kadınlar greve hazırlanıyor. Türkiye’de bunlar içinde. Kimi ülkelerde kürtaj yasakları, kimisinde kadın cinayetlerine, kimisinde çocuk yaşta zorla evlendirilme öne çıkıyor. Ama istisnasız tüm ülkelerden kadınlar, kilisesinin, dinin kadınlar artan baskısına karşı özgürlüğünü savunuyor, patriyarkal topluma; ekonomik, sosyal tüm eşitsizliklere karşı mücadele ediyor.

Dünyada kadın düşmanlığının arttığı bu dönem, Türkiye’de ülke tarihinin gördüğü en ayrımcı iktidara denk geldi. Kadına “fıtrat” gereği evde oturup çocuk doğurup bakması gereken bir eşya olarak bakan bu çağdışı görüşün ağır sonuçlarını yaşıyoruz: kadın cinayetleri arttı, cinsel şiddet her yere yayıldı, kadınlar için evler, ana caddeler, otobüsler, okullar, yurtlar her yer güvensiz hale geldi. Doğum kontrol yöntemlerine ulaşım zorlaştı, kürtaj yasal ama hizmete ulaşmak çok zor. Türkiye’de kadın işsizliği çok yüksek; Avrupa birincisiyiz ama hükümet kadınları daha çok eve gönderecek yeni yasalar çıkarıyor. Kısacası kadınları her anlamda kapatmaya, yok saymaya çalışan bir siyaset var. Ve şimdi bu iktidarın mutlak güç olmak üzere “başkanlık” dayatması ile karşı karşıyayız. Bizim için 8 Mart yaklaşan referandumun gölgesinde geliyor. Ama biz de yıl boyunca tıpkı dünyadaki kadın kardeşlerimiz gibi, asla sessiz kalmadık, önemli direniş ve kazanımlara imza attık. Çocuk istismarını, tecavüzü, erken yaşta zorla evlendirmeyi yasallaştırmaya çalışan “utanç önergesini” durdurduk, yaşam tarzına saldırılarda geri adımlar attırabildik. Türkiye’nin OHAL koşullarında direnerek kazanım elde edebilen kadınlar oldu. Yıl boyunca, tüm topluma umut ve cesaret veren kadınlar, şimdi 8 Mart’ı da referandumu aydınlatan bir ışığa dönüştürebilir.

8 Mart’ta meydanlarda ne kadar güçlü olursak, o kuvvet sandığa da yansıyacak.

Yüzyıl önce olduğu gibi, bu sene “utanç önergesini” durdurduğumuzda olduğu gibi, referandumda da kazanabiliriz. ‘Hayır’ oylarının üstün gelmesini sağlamanın dinamiği biz kadınlar olabiliriz. Olmalıyız da; kadınların sesinin her gün kan dondurucu biçimde ölümle kesilmesini ancak böyle durdurabiliriz, kadınlar ancak “Hayır’la” yaşayabilir.

Defalarca gördük ki, kadınların birlikte güçlü ve ortak mücadelemizle zoru başarabiliyoruz. 8  Mart’ta, Türkiye’de ve dünyada tüm kadınların birleşmesi, birlikte kadın düşmanlığına “Hayır” dememiz, dünya çapında da bir kuvvet yaratacak.

O halde, Trump’ın kadın düşmanlığına direnen Amerikalı kadın kardeşlerimizin dediği gibi; “Öyleyse, neyi bekliyoruz? Beklediğimiz, biziz”.

Bir kişi bile eksilmeyeceğiz. Kadınlar yaşayacak. Hayatı isteyen kadınlar kazanacak.

Gülsüm Kav
-Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi

Zeki Müren Anıldı

Münih’te faaliyet gösteren Bahri Çetintaş TSM Korosu, Anton Fingerle Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir konserle Zeki Müren’i vefatının 20. yılında andı. TRT’nin sevilen yorumcusu Mine Geçili’nin de misafir sanatçı olarak katıldığı konsere ilgi yoğundu.

İki bölümden oluşan konserde Zeki Müren’in sevilen şarkıları koro ve solo halinde seslendirildi. Sunuculuğunu Bülent Somak’ın yaptığı konserin ilk bölümünde koro şefi Bahri Çetintaş, genç yorumcu Ekrem Samioğlu ve

Kübra Aydın solo performanslarıyla dikkat çekti. Bahri Çetintaş, `Zehretme Bana Hayatı’, Ekrem Samioğlu, `Şimdi Uzaklardasın’ ve Kübra Aydın `Bu Hazan Yine Kalbim’ gibi şarkıları başarıyla yorumladı.

Konserin ikinci bölümünde ise Zeki Müren’e ithaf ettiği ilk albümü `Gece Kirpikli Kadın’la tanınan Mine Geçili sahne aldı. Sempatik tavırlarıyla da büyük beğeni toplayan TRT’nin sevilen yorumcusuna, davetliler hemen her şarkıda eşlik etti.

Konseri, aralarında T. C. Münih Başkonsolosu Mesut Koç’un da olduğu yaklaşık 300 davetli izledi.

Konser fotoğrafları için tıklayın…

Bir damgalar töreni: 89. Oscar Ödülleri

89. Oscar ödülleri sahiplerini buldu. Dolby Tiyatrosu’nda Justin Timberlake’in ‘Can’t Stop the Feeling’ performansı ve ünlü komedyen Jimmy Kimmel’in sunumuyla başlayan tören, tarihe iz bırakacak damgalarla doluydu. Sunucu Kimmel’in Trump göndermeleri, oyuncu Meryl Streep’in ayakta alkışlanması ve İranlı yönetmen Ashgar Farhadi’nin mesajı ve tabii en iyi film ödülünün yanlış açıklanması ve sonra düzeltilmesi…

Jimmy Kimmel’in gece boyunca Trump göndermelerine açılış konuşmasında teşekkür ederek başladı. Kimmel şu ifadeleri kullandı: “Şu anda bu yayını dünyada milyonlarca insan canlı izliyor. Artık bizden nefret eden 225 ülkede izleniyoruz. Bu harika bir şey. Ülke şu anda bölünmüş vaziyette. Çok fazla tavsiye aldım. ‘İnsanları birleştirmen, insanları bir araya getirecek bir şeyler söylemen lazım’ dediler. Ben bunu yapamam. Bu salonda tek bir ‘Cesur Yürek’ var, o da bizi birleştirmeyecek. Başkan Trump’a teşekkür etmek istiyorum. Geçen sene Oscarlar ırkçı gibi gözüküyordu. Artık onun sayesinde böyle bir şey yok. Filmler için ne kadar harika bir yıl. Siyahiler Nasa’yı, beyazlar da cazı kurtardı. İlerleme dediğiniz budur işte.”.

Yanlışlıkla en iyi film ödülü aldığı açıklanan ve sonra düzeltilen La La Land filmi, en iyi yönetmen (Damien Chazelle) de dahil toplam 6 dalda Oscar aldı. En iyi film ödülünü Moonlight alırken, en iyi erkek oyuncu Casey Affleck, en iyi kadın oyuncu Emma Stone seçildi. En iyi yardımcı erkek oyuncu seçilen Mahershala Ali, bu dalda ödül alan ilk Müslüman oyuncu olarak da dikkat çekti.

En iyi yabancı film ödülü ise The Salesman filmi ile İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin oldu. 2012 yılında Bir Ayrılık filmiyle yine bu ödülü almış olan Farhadi, bu seferki törene Trump’ın Müslüman ülkelere uyguladığı vize yasağından dolayı katılmayacağını bildirmişti. Ödülü Farhadi adına alan Anousheh Ansari, Farhadi’nin şu mesajını okudu; “Bu değerli ödülü ikinci kez almak büyük bir onur. Bu gece sizlerle olmadığım için özür dilerim. Gelmeme sebebim, ülkemin insanlarına duyduğum saygı ve saygısızca davranılan diğer 6 ülkenin insanına olan saygım. Sinemacılar kameralarını ortak insani değerlere çevirebilir ve farklı ülkeler, uluslar ve dinlerle ilgili önyargıları yıkabilir. Empatiye her zaman olduğundan daha fazla ihtiyacımız var.”

Altın Küre Ödül Töreni’ndeki konuşmasından sonra Donald Trump’ın ‘abartılmış bir oyuncu’ yorumunda bulunduğu Meryl Streep ise sahneye çıkarken dakikalarca ayakta alkışlandı. Jimmy Kimmel, Streep’i şu sözlerle anons etti: “Abartılmış, ilham uyandırmayan, hiç etkileyici olmayan vasat kariyerinde 50 filme imza atan Meryl Streep’e haketmediği bir alkış verebilir miyiz?”
Meryl Streep Altın Küre’ye damga vuran konuşmasında şöyle demişti: “Şimdi bu odadaki hepimiz Amerikan toplumun dışlandığı kesimlerden birine ait… Hollywood, yabancılar ve basın. Bizler kimiz, Hollywood değil miyiz zaten? Başka yerlerden birçok insanız. Ben New Jersey’de doğdum, büyüdüm ve eğitim aldım. Viola, Güney Carolina’da doğdu, Rhode Island’ın Central Falls şehrine geldi. Sarah Paulson Florida’da doğdu ve Brooklyn’de bir tek annesiyle büyüdü. Sarah Jessica Parker Ohio’lu yedi veya sekiz çocuktan biriydi. Amy Adams, İtalya’da dünyaya geldi ve Natalie Portman Kudüs’te doğdu. Doğum belgeleri nerede? ve Ryan Gosling, diğer güzel insanlar gibi, Kanada’da doğdu. Dev Patel ise Kenya’da doğdu, Londra’da büyüdü, Tazmanya’da büyüyen bir Hintli’yi oynuyor. Yani Hollywood yabancılarla var. Onları tekmelersek, sanatsal olmayan futbol ve karma dövüş sanatlarından başka izleyecek bir şeyiniz olmaz.”

 

2017 Oscar ödüllerinin sahipleri şöyle:

En iyi film ödülü: Moonlight

En iyi yönetmen ödülü: La La Land filmiyle Damien Chazelle

En iyi erkek oyuncu ödülü: Manchester By The Sea ile Casey Affleck

En iyi kadın ödülünü La La Land ‘deki rolüyle Emma Stone

En iyi orijinal senaryo: Manchester by the Sea

En iyi uyarlama senaryo: Moonlight

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Viola Davis, Fences

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Mahershala Ali, Moonlight

En İyi Yabancı Film: The Salesman, İran

En İyi Belgesel: O.J: Made in America

En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı: Suicide Squad

En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı: Suicide Squad

En İyi Ses Kurgusu: Arrival

En İyi Ses Miksajı: Hacksaw Ridge

En İyi Kısa Animasyon Filmi: Piper

En İyi Animasyon Filmi: Zootopia

En İyi Prodüksiyon Tasarımı: La La Land

En İyi Görsel Efekt: The Jungle Book

En İyi Film Kurgusu: Hacksaw Ridge

En İyi Kısa Belgesel: The White Helmets

En İyi Kısa Film: Sing

En İyi Görüntü Yönetmenliği: La La Land

En İyi Film Müziği: La La Land

En İyi Özgün Şarkı: City Of Stars, La La Land

F.re.e ve Araba Günleri 2017’den kareler

Münih’te 22-26 Şubat tarihleri arasında yapılan F.re.e Turizm ve Tatil Fuarı, 133 bin ziyaretçiyle geçen yılın rekorunu kırdı. 65 ülkeden bin 300 katılımcının olduğu fuara, Münih Araba Günleri de eşlik etti. Ziyaretçilerin tatil ve arabalarla ilgili bilgi edinip satın alabildiği fuarda Türkiye, 300 metrekarelik standta 27 katılımcıyla yer aldı. Fuarla ilgili yapılan kapanış açıklamasında yetkililier, en fazla ilgiyi Akdeniz salonunun gördüğünü belirttiler.

Tatil ve Turizm Fuarı F.re.e

Münih’te başlayan ” F.re.e” Turizm ve Tatil Fuarı’na katılan toplam 65 ülke arasında Türkiye 300 metrekarelik standıyla yer alıyor.

Her yıl yapılan ve dünyaca ilgi gören fuarda T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın şemsiyesi altında 300 metrekarelik standta, 6 bölgeden 27 katılımcı yer almakta.

22-26 Şubat tarihleri arasında gerçekleşen olan fuardaki Türkiye standını ziyaret eden T.C. Münih Başkonsolosu Mesut Koç, Ekonomi Ataşesi İsmet Salihoğlu ve basına bilgi veren Stand yöneticisi Bakanlığın Frankfurt Ataşesi Osman Şahin, ilk kez kurdukları özel bir internet bağlantısı ile fuara katılan acenta ve tur operatörlerine ‘reservasyon ve satış imkanı’ sağlandığını belirti.

Tur operatörleriyle otelcilerin buluşma yeri olan ulusal standın tüm masrafının Bakanlık tarafından karşılandığını da vurguluyan Ataşe Osman Şahin, Türkiye’nin sadece deniz-güneş-kum arayanların değil, çevre duyarlı doğa içinde tatil yapmak istiyenlere de Antalya Olimposta olduğu gibi ağaçtan yapılmış konaklama sağlandığını, standta yer alan katılımcılar ile tanıtımın yapıldığını söyledi.

Geçen yıl turizm sayısında yüzde 30 düşüş yaşayan Türkiye’nin bu yılki turizm hedefinin 2015’te ülkeyi ziyaret eden 5,5 milyon Alman sayısını tekrar yakalamak olduğunu belirten Şahin, “Şubat ayında turizmciler ve tur operatörleriyle Ankara’da buluşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başlattığı “komşunu da al gel” projesiyle 2023 yılında 50 milyon turist sayısına ulaşmayı bekliyoruz. Korku yaratan yanlış algıya karşı Alman konukların ülkemize güvence içinde gelebileceklerinin anlatılmasında hepimize görev düşüyor.” şeklinde konuştu.

Başkonsolos Mesut Koç, ataşeler İsmet Salihoğlu, Osman Şahin ve basın mensuplarıyla birlikte ulusal standta yer alan katılımcı firma ve kuruluşları, ziyaret ederek bilgi aldı. Bu yılki F.re.e fuarında Türkiye standında yer alan şirket ve belediyeler şöyle: Türk Hava Yolları, Didim, Kaş-Kalkan, Manavgat, Side, Kemer, BATAB, Bulut yatçılık, Mukarnas Spa Resort, Argos Yatçılık, Defne Hotels, Xafira Delux Resort, Bulut Turs, Club Calimera, Side Sun Hotel, Seashell Resort, Side Roayal Palace, Papillon Hotels, Barut Hotels, Adalya Hotels, Yıldırım Reisen, Turan Prince Hotels, bentour Reisen, Kamelya Collektion, Otium Hotel, Ela Qualıty Resort, Titan Hotel.

Free-web3

Free_TRstand_web

Muhteşem Üçlü; Nihaylard

Münih’in tanınan müzisyenleri Aylin Aykan, Nihan Devecioğlu ve Ardhi Engl’in bir araya gelerek oluşturduğu Nihaylard, Münih’te birlikte verdikleri ilk konserle dinleyicileri büyüledi.

Teker teker isimlerini Münih ve Almanya dışında da duyuran üç müzisyenin bir araya gelerek oluşturdukları ve isimlerinin baş harflerinden oluşan Nihaylard trioda, piyanist Aylin Aykan,

multi-enstrümentalist Ardhi Engl ve konser ve opera şarkıcısı Nihan Devecioğlu yer alıyor.

Real München derneği tarafından organize edilen ve kültür dairesi desteğiyle ücretsiz gerçekleşen konserde üçlü, geleneksel halk türküleri, Alevi deyişleri, tasavvuf ve saray müziğinden örnekleri yorumladı.

‘Dut Ağacı’ ile başlayan konserde, ‘Ayrılık’, ‘Ah Nice Bir Uyursun’, ‘Dibedan Üstündeyim’,‘Çemberimde gül oya’, Çayeli’nden Öteye’ Uzun İnce Bir Yoldayım’ gibi eserlere yer verildi.

Tek bölümden oluşan konserin sonunda dinleyicilerin yoğun isteğiyle Nihaylard üçlüsü ‘Çayeli’nden Öteye’ türküsünü yineledi.

“Hayatı seviyorum, o da beni seviyor”

Anadolu’nun bağrında, tam olarak Sivas, Yıldızeli’nde 8 çocuklu bir ailenin 5. çocuğu olarak doğmuş Timur Seyfi Ölmez. İki yaşında geldiği Münih’te, lise yıllarında kurduğu `Noise Pollution’ (gürültü kirliliği) adında bir rock grubunda solistlik yapmış. Fransızca-İngilizce simultane tercümanlık öğrenimi sırasında gittiği Paris’teki Cours Florent okulunda oyunculuk dersleri almış. Tercümanlık diplomasını ise aldığı gibi dolaba koyup oyunculuğa başlamış. Münih’te, Fassbinder’in Kerhaneci (Katzelmacher) oyunununda yönetmen Hans Christian Müller tarafından keşfedilmiş. 95 yılında Müller’in `Kronstadt’a Hoşgeldiniz’ filminde başrol oynayarak sinema dünyasına giriş yapmış.
Artık 22 yıllık oyuncu olan Tim Seyfi ile Münih’te Maxvorsadt semtinde komşu olduğumuz günlerde tanışmıştık. Karizmatik, pozitif, enerji doluydu ve oyunculuğa başlayalı bir iki yıl olmuştu. Tim Seyfi, hala karizmatik, pozitif ve enerji dolu ama artık sinema dünyasında çok sağlam bir yere sahip. 40’ı aşkın uzun metraj, biriyle en iyi erkek oyuncu ödülü aldığı kısa filmler ve diziler de dahil toplam yüzün üzerinde yapım var zulasında. Kusturica, Fatih Akın, Tony Gatlif gibi yönetmenlerle çalışmak da her oyuncunun harcı değil.
Türkçe ve Almanca’nın yanı sıra Fransızca, İngilizce ve İtalyanca da biliyor. Almanya dışında başta Fransa olmak üzere neredeyse tüm Avrupa yapımlarında kolaylıkla yer almasında bunun payı büyük. Sayısı her yıl artan başrolleri var. Bir de Hollywood’a göz kırptığı Amerikan dizileri… Kendi deyimiyle `İki sene sonra çok başka şeyler konuşuyor olabiliriz.’ Ama önce buyrun bizim için keyifli bir hasret giderme de olan söyleşimiz. Umarım siz de keyifle okursunuz.

2016 senin için oldukça yoğun bir yıl oldu, 5’i başrol olmak üzere 9 projede yer aldın. Nasıl hissediyorsun? 22 yıl önce başladığın oyunculukta şu an geldiğin yeri hayal ediyor muydun?
Bu yıl çok çalıştım. Sorumluğumun yüksek olduğu rollerdi. Evet, şu anda hayalimi yaşıyorum, diyebilirim. Hayalim, ulusalararası çalışabilen bir oyuncu olmaktı. Farklı rollerde, yeni şeyler keşfedebileceğim işlerde olmak istiyordum. Ve ben bunu özellikle son 3-4 yıldır yaşıyorum. Son yıllarda 5-6 Fransız filminde oynadım; biriyle Cannes’a katıldım, Kanada’ya gittim. Amerikan dizisinde oynadım. Alman filmlerinde yer alıyorum. Çok farklı rollerde oynuyorum; komiser, katil, haham, imam… Şu anda her şey çok güzel. Bazen algılamakta zorlanıyorum. Yılda 30-40 senaryo geliyor, içime sinenleri seçme şansına sahibim ve bu bir ayrıcalık; herkese nasip olmadığının farkındaydım.

Buradaki Türkiye kökenli oyuncular göçmen rollerinde sıkışıp kaldıklarından şikayet ederler. Sende bu öyle görünmüyor. Hatta Alman yapımlarında Duvara Karşı ile başlayan bir Bavyeralı ağırlığın var sanki?
Evet, ilk Bavyeralı rolüm Duvara Karşı’daydı. Bir Türk’ün Bavyeralı olabileceğini yine bir Türk’ün (Fatih Akın) göstermesi gerekiyormuş. (gülüyor) Ondan sonra politikacısından, aşağı Bavyeralı polis memuruna kadar birçok Bavyeralı rolüm oldu. Ama açıkçası benim için karakterin nereli olduğunun bir önemi yok. Önemli olan karakterin enteresan olması. Zaten artık göçmen rolleri eskisi gibi sırf manavdan, dönerciden ibaret değil. Oyunculuğumun ilk yıllarında ben de bu tip rol teklifleri alıyordum. Ama beş dil bildiğimi, farklı roller de oynayabileceğimi hep hatırlattım. Son on beş yıldır oynadığım rollerin çoğu Alman.
Bu sene oynadığım roller arasında bir Fransız, bir Arap, Bavyeralı ve Yahudi kökenli bir Polonyalı var. Kara kaş kara göz tipine çok uymadığım ve isminden de hemen anlaşılmadığı için de belki. Çoğunlukla film bitince nereli olduğumu soruyorlar. Sürekli aynı tip roller oynamak zorunda kalsam sıkılır, oyunculuğu bırakırdım galiba.

Rollerini seçerken nelere dikkat ediyorsun?
Kendim izler miydim? Bu soruyu düşünerek karar veriyorum. Çok severek izlediğim bir Fransız dizisinden teklif alıp oynamıştım. Bu müthiş bir duygu… Yeni bir şeyler öğreneceğim, enteresan karakterler olmasına dikkat ediyorum. Arkasında duramayacağım rollerde olmak istemiyorum. İçime sinmeli.

En son vizyona giren filmin Çakallarla Dans’tan alınan sonuçtan memnun musun?
Evet, bir buçuk milyona yakın gişe yaptı. Ben orada nazi subayı benzeri bir karakteri canlandırdım. Murat Şeker’le daha önce de çalışmıştım. Onun ilk uzun metraj filmi, benim de ilk Türkiye yapımım olan `İki Süper Film Birden’le başlangıcı yaptık. Sonrasında Aşk Tutulması ve Çakallarla Dans 4.

Es war einmal in Deutschland (Bir zamanlar Anadolu’da) yeni çekildi. Moritz Bleibtreu’un da oyuncular arasında olduğu iddialı bir film. Biraz bahseder misin?
Evet, 10 Şubat’ta Berlinale galası var. Çekimleri yeni bitti sayılır. Sam Garbarski yönetiminde çekildi. Almanya’da savaş sonrası başka yerlere kaçmaya çalışan 3-5 Yahudi arkadaşın hikayesi. Gidebilmek için paraya ihtiyaçları var. Ben orada bir bohçacıyı oynuyorum. Tarihi bir film, güzel bir aşk hikayesi var. Trajikomedi.

Bir de Fransız rolleri oynacak kadar Fransız yapımlarının içindesin.
Evet, son yıllarda birçok Fransız yapımda bulundum. En son Toril adlı bir filmde yer aldım. Orada bir boğa güreşçisini oynuyorum. Çiftliğinde üç yüz elli boğası olan eski bir torero. Fransa’da vizyona yeni girdi, festival turunda. Sanırım Türkiye’de de vizyona girecek.

Amerikan dizilerinde de oynadın, ufukta Hollywood görünüyor mu?
Berlin Station diye bir dizide oynadım. Şu anda ayrı bir Amerikan dizisinden haber bekliyorum. Bizim işimizde bir telefonla hayat değişebiliyor. O dizi olursa üç aylığına Amerika’ya gideceğim. İki yıl sonra bambaşka şeyler konuşuyor olabiliriz. Benim tipimde oyunculara son yıllarda çok ihtiyaç var. İngiliz ve Amerikan yapımı filmlere Almanya ve Fransa’dan çağrılan çok oyuncu oldu. Her şey olabilir, neden olmasın?

Oldukça farklı yapımlar ve rollerde yer alan biri olarak şimdiye kadar kendinle en özdeşleştirdiğin rolün hangisi oldu?
Her rolde kendinden bir şeyler vardır ama adeta kendimi bulduğum karakter Komiser Pascha diyebilirim. Su Turhan’ın kitabını okuduğumda ona `bu kitabı benim fotoğrafıma bakarak mı yazdın?’ diye sordum. Hem Türk, hem Bavyeralı. Camiye de gider, rakısını da içer. Karakterin tuttuğu takımlar bile benimkiyle aynı; FC Bayern ve Fenerbahçe…
O kadar ki, hayatımda ilk kez bir prodüksiyon şirketine `bu rolü istiyorum’ diye bir mektup yazdım. Ajans aracılığıyla yollattım mektubu. Ajansım biraz tereddüt etti ama `Casting’e çağırsınlar, alırım rolü’ dedim. 22 yılda ilk kez yaptım bunu. Yaklaşık 6 hafta sonra casting’e çağırdılar. Benden sonra da `rolün sahibini bulduk’ diye bıraktılar. Sonrasında yapım şirketine hazırlık aşamasında danışmanlık yaptım. Çok şey kazandırdım onlara, çok memnunlar. İki bölüm çektik. Hayatımın en güzel rollerinden biri oldu. Kızkardeşim galaya geldiğinde “Abi iyiymiş yaa, hiç yorulmamışsındır; kendini oynamışsın.” dedi.

Birçok oyuncunun birlikte çalışmak için can attığı Kusturica, Tony Gatlif, Fatih Akın gibi önemli yönetmenlerle çalıştın. Bir yapımında olmayı çok isterim dediğin bir yönetmen kaldı mı?
İskandinav filmlerini severim. Kuzey Avrupa filmlerini severim. Danimarkalı Anders Thomas Jensen’in çok titiz işleri var; Men & Chicken veya Adem’in Elmaları gibi. Fransız yönetmenleri severim. Türkiye’de Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz geliyor aklıma. Her ülkede var galiba birkaç yönetmen.
Şu da ilginç ama bana birkaç kez oldu; arkadaşlar arasında `şu yönetmenle çok çalışmak isterim’ dedikten bir hafta sonra o yönetmenden teklif geldi. Kusturica ve Tony Gatlif’le öyle oldu. Geromino için ajanstan telefon geldiğinde şaka yaptığını sanmıştım. İçten ve beklentisiz istediğim zaman oluyor galiba.

Birçok uluslararası yapımda yer aldın; Almanya, Fransa, Türkiye… Ülkeler arasında yapımlardaki farklılıklar nelerdir?
Ülke diyemem ama her prodüksiyon farklıdır. Örneğin Türkiye’de Murat Şeker’le üç filmde bulundum, mükemmeldi. Türkiye’de başka setler de gördüm; senaryo eline çekim günü geçiyor, `hadi oyna’ deniyor. Fakat Almanya ile ilgili bir gerçek var; planlamaları çok iyi. Aylar öncesinden çekim saatini biliyorsun. Tabii bu diğer taraftan esnek olamamak anlamına da gelebiliyor. Fransız yapımlarının güzel olan tarafı şu; oyunculuk çok ön planda. Mizansene iyi zaman ayırıyorlar. Almanya ise daha teknik. Aslında Fransa, Almanya ile Türkiye karışımı olduğu için ayrıca güzel bence. Ama profesyonel yapılan işlerde büyük farklılıklar olmuyor. Normalde bir günün masrafı 20 binden başlayıp 150 bine kadar çıkıyor. Dolayısıyla tüm ekip, oyuncular da dahil bunun bilincinde çalışıyor.

Bu arada söylemeden edemeyeceğim, seni Sean Penn’e sadece biz benzetmiyoruzdur herhalde?
(gülüyor) Çok sevdiğim bir oyuncudur. Bir keresinde annem telefon etti, `Oğlum televizyonda filmin oynuyor.’ dedi. Filmi bana anlatırken farketti ben olmadığını. Sean Penn’miş. Çok beğendiğim bir oyuncu olduğu için benzetmeleri kabul edebiliyorum. Oyunculuğu ve hayattaki duruşuyla hayran olunası biri.

Peki Tim Seyfi nasıl biri? Başarını destekleyen özelliklerin neler?
(gülüyor) Şanslı biri. Buna gerçekten inanıyorum. Tamam çok çalıştım, çabaladım ama yine de şans payı çok büyük. Kalabalık ailede büyümek insanı pozitif yapıyor galiba, bütün kardeşlerim de öyledir. Olumlu düşüncelerin insana döndüğüne inanıyorum. Hayatı seviyorum. O da beni seviyor.
Karamsar değilim ama hayalperest de değilim  Sahip olduğum güçlü özellikleri biliyorum. Eksik olanları geliştirmeye çalışıyorum. Çocuk gözüyle, merakla atılıyorum yeni işlere, büyük heyecan duyuyorum. Kararlarımı verirken içgüdülerimi dinlerim, şimdiye kadar beni hiç yanıltmadılar.

Oyunculuğa başlamadan önce hayatında büyük yeri olan müzik ve tiyatroya devam ediyor musun?
Rock grubumuzun olduğu günler güzeldi ama oyunculuğa başladıktan sonra müzikle pek uğraşamadım. Sadece sevdiklerimin özel günlerinde onlara şarkı yazıyorum. Tiyatroyu da son birkaç yıldır yoğunluktan devam ettiremiyorum. Yazmayı seviyorum, bir kitap projem oldu ama onu da ertelemek zorunda kaldım zamansızlıktan.

Son olarak genç oyuncu adaylarına tavsiyelerin nelerdir?
Çok istemek, çok çalışmak ama çok sevmek. Sürekli uğraşmak, kendini geliştirmek. Kendini geliştirebilmek için de önce kendini tanımak gerekiyor. Oyunculuğa tüm zamanını vermen gerekiyor. Bunu yapmazsan, meslek olmaz; hobi kalır.

HT-TimSeyfi_web
Tim Seyfi, Hamide Türker

 

Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali 4 Mart’ta başlıyor

Nürnberg’de bu yıl 22.’si yapılacak olan Türkiye-Almanya Film Festivali için geri sayım başladı. Almanya’nın en önemli film festivalleri arasında yer alan festival, 4 Mart ile 12 Mart tarihleri arasında gerçekleşecek.

Onur ödülleri açılış töreninde verilecek
Türkiye-Almanya Film Festivali, 4 Mart’ta gerçekleşecek olan açılış töreniyle başlayacak. Açılış töreninde onur ödülleri de sahiplerine kavuşacak. Bu yıl görsel estetiğin ödüllendirildiği festivalde, onur ödülleri fotoğraf sanatçısı Ara Güler ve görüntü yönetmeni Jürgen Jürges’e verilecek.

Jüri Başkanları belirlendi
Bu yıl Barış Karademir, Uğur Polat, Petra Kashmiry ve Ercan Kesal’dan oluşan uzun metraj film yarışmasının jüri başkanlığını 19. film festivalinin de onur konuğu olan Edgar Reitz yapacak. Kısa film yarışması jüri başkanlığını ise, sinemacı, fotoğraf sanatçısı ve öğretim görevlisi Tevfik Başer üstlenecek. Jüride ayrıca şu isimler yer alacak: Selen Uçer, Amir Hamz, Ute Schreiner.

Yarışma bölümü
Festivalin yarışma bölümü, uzun metraj, kısa film, seyirci ödülü ve Öngören Demokrasi ve İnsan Hakları Ödülü olmak üzere dört daldan oluşuyor. Bu yıl 9 filmin katıldığı uzun metraj yarışma bölümünde en iyi film, en iyi kadın oyuncu ve en iyi erkek oyuncu ödülleri verilecek. Festivalin kısa film bölümünde yarışacak 10 film ise, 98 ülkeden başvuran toplam 1498 film arasından seçilerek belirlendi. Kısa filmler, 10 Mart tarihinde gösterilecek ve orjinal dilde, ingilizce alt yazılı olacak. Mahmut Tali Öngeren anısına verilen Öngören ödülü ise, festivale katılan tüm filmler arasından, demokrasi ve insan hakları konularını filminde işleyen bir yönetmene veriliyor. Bin Euro değerindeki bu ödülle, yönetmenlerin zorlu koşullarda da olsa temel insan haklarının ve bu hakların ihlallerinin sinemasal anlatımlarla hatırlanmasını onurlandırmak amaçlanıyor.

Yarışacak uzun metraj filmler:
Albüm (Yönetmen: Mehmet Can Mertoğlu)
Freddy/Eddy (Yönetmen: Tini Tüllmann)
Çatısız Ev (Yönetmen: Soleen Yusef)
Beyaz Geceler (Yönetmen: Thomas Arslan)
Kor (Yönetmen: Zeki Demirkubuz)
Rauf (Yönetmen: Barış Kaya, Soner Caner)
Rüzgarda Salınan Nilüfer (Yönetmen: Seren Yüce)
Kısa Dönem Hafıza Kaybı (Yönetmen: Andreas Arnstedt)
Yılların Arasında (Yönetmen: Lars Henning)

Yarışacak kısa filmler:
7 Santimetre (Yönetmen: Metehan Şereflioğlu)
12 Saat (Yönetmen: Ercan Selim Öngöz)
Baka (Yönetmen: Arvid Klapper)
Dost (Yönetmen: Iván Sáinz-Pardo)
Ben Tsubasayım (Yönetmen: Bilal Korkut)
Mayday Relay (Yönetmen: Florian Tscharf)
Samira (Yönetmen: Charlotte A. Rolfes)
Mavi ve Siyah (Yönetmen: Şahin Korkmaz)
Valentina (Yönetmen: Max Kidd)
Yeryüzündesin. Bunun Bir Tedavisi Yok. (Yönetmen: Umut Beşkırma)

Öngören Ödülü:
Babamın Kanatları (Yönetmen: Kıvanç Sezer)
Bana Söz Ver (Yönetmen: Marcus Vetter, Karin Steinberger)
Mayday Relay (Yönetmen: Florian Tscharf)
Bizsiz Olmaz! (Yönetmen: Sigrid Klausmann)
Samira (Yönetmen: Charlotte A. Rolfes)
Valentina (Yönetmen: Max Kidd)

Yan etkinlikler
Festival boyunca düzenlenen yan etkinlikler bölümünde bu yıl kaçırılmaması gereken bir panel var: Almanya NSU Davası’ndan ders çıkardı mı? konulu panel 6 Mart’ta saat 20.45’te Künstlerhaus’ta yapılacak. Bir durum değerlendirmesi ve analizin yapılacağı panele katılacak konuşmacılar arasında yönetmen Züli Aladağ ve NSU Davası Müşteki Avukatı Yavuz Narin’in yanısıra Friedrich Burschel (Rosa Luxemburg Vaktı)  ve Alf Meier (gazeteci) de var. Paneli Nürnbergli gazeteci Georg Escher yönetecek.
Festival kapsamında Nürnberg Belediyesi’nin düzenlediği geleneksel öğlen okumalarına ise festival konukları ve ekibi katılıyor. Ayten Akyıldız (8 Mart), Adil Kaya (09 Mart), Ercan Kesal ve Recai Hallaç (10 Mart)’ın katılımıyla gerçekleşecek okumalar saat 14.00’da başlıyor ve giriş ücretsiz.
Dünya müziği buluşmalarının yapıldığı Festival Lounge’da bu yıl 09 Mart’ta Mustafa Nuri, 10 Mart’ta Kretische Musik Band ve Aziza A. sahne alıyor. Festival Lounge, KunstKulturQuartier binasının 1. katında bulunuyor.

Ödül töreni 11 Mart’ta
4 Mart 2017 tarihinde açılış galası ile başlayacak olan 22. Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali, 12 Mart tarihine kadar sürecek. Festival boyunca yarışma ve yarışma dışı film gösterilerinin yanı sıra çeşitli etkinlikler yapılacak. Ödül töreni 11 Mart tarihinde K4 Festsaal’de saat 21.00’de gerçekleşecek. 12 Mart’ta ise ödül alan filmler gösterilecek. Festival boyunca tüm filmler, Filmhaus Nürnberg, KommKino, Künstlerhaus ve Tafelhalle’de gösterilecek.