Langenscheidt Yayınevi’nin gençlerin kullandığı kelimeler arasında yaptığı yarışmada `Babo’ kelimesi 2013 yılının liste başı oldu. Türkiye`de bazı bölgelerde baba anlamında sıkça kullanılan kelime, Almanya`da patron ya da grup lideri anlamında kullanılıyor. Vay babo!
“Üzerimde Alman forması, içimden Türk Milli Marşı’nı söylüyordum”
1991’de Münih’te doğan Tarık Çamdal, merdivenleri teker teker çıktı ve A2 Milli Takıma kadar yükseldi.
Kayserili bir anne babanın oğlu olarak 1991`de Münih`te doğan Tarık Çamdal, çok küçük yaşlarda futbol oynamaya başladı. Babası, Münih’e 80 kilometre uzaklıktaki Ingolstadt Türkgücü`nde antrenörlük ve yöneticilik yapmaktaydı. Tarık da o takımda futbola başladı ve ilk antrenörü babası oldu.
Çamdal ailesinin hemen bütün fertleri futbola çok meraklı olduğu için evde tüm futbol kanalları izlenmekteydi. 13 yaşına gelen Tarık, şehrin en iyi takımı olan MTV Ingolstadt`a transfer olur.
1860 Münih’le yaptıkları bir maç sonunda 1860’ın hocaları ona, “Seni çok beğendik, transfer etmek istiyoruz” der. Tarık, “henüz 13 yaşında olduğunu ve bu kararı babasının verebileceğini” söyler. Takım yetkilileri Tarık’ın babasıyla konuşurlar. Tarık yatılı olarak 1860 Münih’in tesislerinde kalacak, idmanlara çıkacak ve okula gidecekti. Tarık’ın babası ise, “Oğlum çok küçük, bizden ayrı kalmasına izin veremem” der. Ama oğlunun futbol geleceğinden çok umutlu olan baba, “Ben nasıl olsa gece çalışıyorum, oğlumu her gün Münih`e getirip götüreyim” teklifinde bulunur. 1860 yetkilileri teklifi kabul ederler. Tarık, 13 yaşından 17 yaşına kadar babası tarafından her gün Münih`e götürülüp getirilir. Oğlu için her gün 160 kilometre yol yapan baba, futbolu çok sevdiği için bundan hiç gocunmaz. Hatta, Tarık’ın sadece antrenmanlarında değil, başka şehirlerdeki maçlarında bile oğlunu yalnız bırakmaz. Tarık bunu şimdilerde şöyle dile getirmekte; “Babamın üzerimdeki hakkını asla ödeyemem.”
Daha sonra Tarık Çamdal’ın Türkiye macerası başlar. İlk teklif Bursaspor`dan gelir. Arkasından Eskişehirspor’lu yetkililer devreye girer ve Tarık’la anlaşırlar. Tarık artık Eskişehirspor futbolcusudur. TFF’nin Almanya sorumlusu Metin Tekin, Karlsruhe ile oynanan maça başka iki oyuncuyu izlemek için gider. Ama Tarık’ı çok beğenir. Tarık o maçtan önce Almanya U-17 Millî Takımı`ndan davet almıştır. Maçın ardından kampa katılmak üzereyken Metin Tekin maçtan sonra Tarık’ın babasına, “Tarık`ın Türkiye için oynamasını istiyoruz” der. Babası, “Tarık’ın gönlü de Türkiye`den yana ama şimdi davet aldığı Almanya’nın U17 kampına katılması gerekiyor. Yoksa ayıp etmiş oluruz” cevabını verir.
Kampa gidip geldikten sonra da Metin Tekin, Tarık’ı yine Türkiye`ye davet eder. Ancak Bayern Münih maçında sakatlanan Tarık 5 ay oynayamaz. Milli forma için oynamak isteyen Tarık çok üzülür. Bir süre daha Almanya Genç Millî Takımı`nda oynamayı sürdürür. Sonrasında da 2013 yılına kadar Tarık Çamdal’a Türkiye’den teklif gelmez.
U19’da Türkiye`ye karşı Avrupa Şampiyonası eleme maçı oynar. İki takım sahada dizilir. Millî marşlar çalmaya başlar. İstiklal Marşı okunurken Tarık’ın gözleri dolar ve tüyleri diken diken olur. İçinden Milli Marşımızı söyler. “Türkiye bizim vatanımız. En büyük hayalimiz de ay-yıldızlı formayı giymekti.” diyerek Milli duygularını açıklayan Tarık yeniden Milli Takıma çağrılır. Çok sevinen Tarık, “Annemin, babamın da hissettikleri anlatılamazdı. Annem Millî Takım’a davet edildiğimi öğrendiği zaman telefonda hüngür hüngür ağladı.” diyerek o anları anlatıyor.
Bir Alman gibi disiplinle çalışan ve bir Türk gibi yüreğiyle oynayan Tarık, hep çok çalışarak sevdiği Milli formaya kavuştu.
Tarık’a futbol yaşamında başarılar diliyoruz.
Bir başarı hikayesi: AYDIN BÄCKEREI
Aydın Bäckerei’ın kapısını açıp içeri girdiğimizde bizi Türkiye’den tanıdığımız nefis kokular karşılıyor. Tezgahta tatlısıyla tuzlusuyla kurabiyeler, pasta ve baklava çeşitleriyle neredeyse yok yok. Yıldıray Aydın bu yıl şirketinin tam 25. yıldönümünü kutluyor. Dile kolay!
Şahane bir kurabiye tabağı ve nefis demli taze çayımızla birlikte pastanenin cafe bölümüne oturuyoruz. Bu hikayenin nasıl başladığını merak ediyoruz. Yıldıray Aydın samimiyetle anlatıyor: “1979 yılında ilkokuldan sonra geldim Almanya`ya. Burada 9. sınıfı bitirdikten sonra dil yetersizliğinden tahsil yapamayacağımı düşünerek, kendime o zamanki krizden etkilenmeyecek mesleklerden birini seçmeye karar verdim. İnsanlar herşeyden vazgeçebilir ama boğazdan geçemez.”
Artvinli bir annenin ve Gümüşhaneli bir babanın ilk oğlu olan Aydın, o zamanlar Türkiye`ye kesin dönüşler teşvik edildiği için `Türkiye`de Alman spesiyallerini sunabileceği bir fırın açma` hayali kurarak küçük bir Alman imalathanesinde meslek eğitimine başlamış. Boş zamanlarında o zaman Nürnberg`de bulunan üç Türk fırınından birine de pide yapmayı öğrenmek için gidip yardım ediyormuş. Koçak fırının sahibi de bu azimli gençten etkilenmiş olmalı ki, henüz 18 yaşında olan Aydın`a ortak çalışmayı teklif etmiş ve 86 yılında şu anki fırın açılmış. Ortağı bir yıl sonra kendi yoğunluğu nedeniyle ayrılınca bu sefer babasıyla birlikte AYDIN Bäckerei`ı kurmuş. Şaşkınlığımız karşısında mütevazi bir şekilde devam ediyor Aydın: “Aslında meslek eğitimim dışında başka hiçbir yerde çalışıp tecrübe biriktirmemiş olmamın eksikliğini hissetmedim değil.”
Bir Alman usta, bir satış elemanı ve kendisinden oluşan üç kişilik ekiple işe başlayan Aydın şu an aralarında meslek eğitimi verdiği gençlerin de bulunduğu yaklaşık 30 kişiye iş imkanı sunuyor. O zamanlar kalifiye eleman bulmanın ne kadar zor olduğunu vurgulayarak “Eşim ve ben gençliğimizi burada bıraktık” diyor ve ekliyor “Bizim işimiz hala zor. Fabrikasyon değil, el sanatı icra ediyoruz. Bu da insanlarla çalışmak demek ve insanın her günü aynı olmuyor.”
25 yıllık şirket hayatında yaşadığı, kolay unutamayacağı anıları da vardır mutlaka? Tebessümle anlatmaya başladığı ilk anısı 6-7 yıl önce Mercedes için çekilen reklam filminden. “Türklere yönelik hazırlanan reklam filminde farklı zanaatkarların kullandıkları araçlar tanıtılıyordu. 30 kişilik bir ekiple yapılan çekimlerde ben Vito’yu sundum. Bu reklam filmi üç dört ay boyunca birçok televizyon kanalında gösterildi. Türkiye’den bile tebrik etmek için arayanlar olmuştu.” diyor. Unutamadığı bir diğer anısı ise şirket kuruluşu için teşvik başvurusunda bulunduğunda aldığı ‘kaynağımız tükendi` cevabı. “Demek ki o zamanlar yeterince işsizlik yoktu” diyor hayal kırıklığını gizleyemeyerek.
Üç çocuk babası olan Aydın`ın büyük oğlu da kalfalık belgesini alarak babasının izinden gidiyor. Gençlere tavsiyelerini soruyoruz. Hiç düşünmeden cevap veriyor “Sevdikleri işi yapsınlar. Fakat mutlaka temelden öğrenerek, tepeden inerek değil!”
Wölckernstraße 61 adresindeki AYDIN Bäckerei haftanın her günü açık. Mutlaka uğrayın ve kaymaklı kadayıf tatlısını deneyin!
3. Türk-Alman Ekonomi Kongresi gerçekleşti
Avrupa Metropol Bölgesi Nürnberg Türk İşadamları Derneği (TIAD) tarafından Nürnberg’de düzenlenen 3. Türk-Alman Ekonomi Kongresi’nde birçok önemli isim bir araya geldi.
`Türk Kökenli Gençlere Yönelik Mesleki Eğitim / Meslek Edindirme’ ve `Nürnberg Metropol Bölgesi’nin Uluslararasılaşması / Metropol Bölgesi İzmir ile İşbirliği’ başlıklı iki gündem maddesinden oluşan kongreye Orta Frankonya Esnaf ve Sanatkarlar Odası ev sahipliği yaptı.
Heinrich Mosler’in yaptığı açılış konuşmasıyla başlayan kongrede konuşan Nürnberg Başkonsolosu Asip Kaya “Güçlü ekonomik potansiyele sahip bu iki bölge arasında işbirliği platformu kurulması kendi alanında bir ilki teşkil edecek ve Almanya ile Türkiye’nin farklı bölgeleri arasında benzer işbirliği mekanizmalarının kurulmasına örnek oluşturacaktır.” dedi.
İlk bölümde yapılan “Türk kökenli gençler için meslek eğitimi∫ konulu sunumların ardından düzenlenen panelde ise Federal Göç ve Mülteciler Dairesi Başkanı Dr. Manfred Schmidt, Federal İş Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi Klaus Beier, Orta Fronkonya Valisi Dr. Thomas Bauer, Dr. Wolfgang Eckart ve Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı uzmanı Yunus Ulusoy tarafından “Mevcut potansiyeli en verimli değerlendirmek için neler yapabiliriz?” konusu ele alındı.
“Nürnberg Metropol bölgesinin uluslararasılaşması ve Metropol Bölgesi İzmir ile işbirliği” konulu ikinci bölüm TIAD Başkan Vekili ve Grundig CEO’su Murat Şahin’in `Nürnberg Metropol Bölgesi’nin Uluslararasılaşması’ başlıklı sunumuyla başladı. Bülent Akgerman ve Köksal Aykol ingilizce yaptıkları sunumlarında İzmir ve Nürnberg İşbirliği ve İzmir’de yatırım olanaklarını anlattı. Bu bölümdeki panelde Almanya’nın İzmir Başkonsolosu Margit Haberle, Bavyera Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret ve Marketing Direktörü Dr. Ulrike Wolf, Orta Frankonya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Dirk von Vopelius, Nürnberg Belediyesi Ekomomi Dairesi Müdürü Dr. Michael Fraas, ESİAD Genel Sekreteri ve Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yaşar Tınar `Uluslararası etkileşimlerle şekillenen ekonomi, bilim ve toplumsal gelişmelerin her iki bölgedeki durumu ve işbirliği imkanları’nı tartıştılar.
Bizum Hoca Avni Aker’de
Trabzonspor’u sadece Trabzonlular tutmaz derler; işte kanıtı. Bizum Hoca filmini bitirip, sevimli oğlunu da yanına alan Artvinli yönetmen Serkan Acar, Trabzonsporlu olarak ilk maçını Avni Aker’de seyretti. Serkan ve Rüzgar Acar, Trabzonsporlu olduğuna şahitlik eden dostlarıyla görülüyor.
Okudum: Kürk Mantolu Madonna
“En son hangi kitabı okudun?” sorumuzu Beril Inan (Münih) cevaplıyor…
“Sabahattin Ali’nin 1943’te yazılmış romanı “Kürk Mantolu Madonna”. Kitabın kahramanı Raif orta yaşlı, içine kapanık, işyerinde kimsenin önem vermediği silik biridir. Ama onunla iletişime geçmeyi kafasına koymuş genç iş arkadaşı zamanla Raif’in gençken Berlin’de yaşadığı sıradışı aşkın ayrıntılarını öğrenir. Roman bu aşkın yani Raif ile Maria Puder’in ilişkisi üzerine kuruludur. Raif sabunculuğun detaylarını öğrenmek için gittiği Berlin’de kendini işe vermez, zamanını sanat galerilerinde geçirir. Gördüğü bir resme platonik olarak aşık olur. Ressam, Maria Puder, kendi portresini çizmiştir. Hergün saatlerce tabloya bakan Raif, resimdeki kadının birgün yanına gelip oturduğunu bile fark etmez. Ama tablodaki kadınla tanıştığını öğrenince tüm dünyası değişir.”
990 Faces Fotoğraf sergisi
İstanbul Fotoğraf Müzesi, Goethe-Institut Istanbul işbirliğiyle Hans-Jürgen Raabe`nin çalışmalarını sergiliyor.
Hans-Jürgen Raabe, 990 Faces projesinde çalışmalarının merkezine tüm bedenselliği ve benzersizliğiyle insanı koyuyor. New York`ta 5. Cadde`de yürüyenler, Kassel`de dOCUMENTA`yı ziyaret edenler veya Boğaz vapurlarında yolculuk edenler – fotoğrafını çektiği kim olursa olsun, hep karşısındakinin kişisel varlığını vurgulayacak özel anı yakalamaya çalışıyor.
Her yerde 10`ar still ve 30`ar portre fotoğraf oluşuyor, toplamda 33 seri planlanıyor. En sonunda ortaya çıkan ise 990 FACES. İstanbul`daki sergide şu ana kadar çekilmiş bütün yüzler ve still`ler yer alıyor.
990 Faces adlı fotoğraf projesine 2010 yılında başlayan sanatçı, projeyi farklı kıtalarda ve çeşitli ülkelerde sürdürdü. Raabe, 990 Faces ile, 30`ar fotoğraftan oluşan seriler halinde bir dönemin son derece kişisel ve ansiklopedik kapsamlı insan resmini sanatsal bir yaklaşımla ortaya koyuyor.
Sergi 12.12.2013 – 12.03.2014 tarihleri arasında pazartesi hariç hergün 10.00 – 18.00 arası açık.
Adres: İstanbul Fotoğraf Müzesi, Şehsuvar Bey Mah.
Kadırga Liman Cad. No: 60, Kadırga – Fatih/ İstanbul
Hans-Jürgen Raabe kimdir?
1952 yılında doğan Hans-Jürgen Raabe, uzun yıllardır Almanya dışında yaşıyor. Gazeteci, yayıncı ve yönetici olarak çalışıyor. Tanınmış tiyatro fotoğrafçısı Erika Haendler-Krah’ın (Kiel) öğrencisi olan Raabe, neredeyse otuz yıl süren “suskunluğundan” sonra “990 faces” (990 yüz) projesiyle fotoğrafçılığa döndü. Bu bağlamda biçimsel olarak daha önce yayınlanmış olan kitaplarının ve sergilerinin (Örneğin “Berlin Graffiti”, 1982) çizgisini devam ettiriyor.
Raabe`yi cezbeden, gerçekliktir. O sahnelemez, flaş kullanmaz, bilgisayar başında manipülasyon yapmaz. Onun resimleri, saniyenin küçük bir kırıntısında yakalanan, kaydedilen anlardır. Poz verdirme yoktur, güzelleştirme yoktur. Dolaysızdır. Kadraj olarak titizdir. Ve, şiirsellikle doludur.
Almanya ve ABD’de Müslümanların durumu
Nürnberg’de düzenlenen “İslam Haftası” kapsamında birçok dernek, kuruluş ve belediye birimleri İslam dinini tanıtmak ve müslümanlara ve İslama karşı mevcut olan önyargıları kırmak için programlar ve faaliyetler düzenledi. Bu programlardan biri de Medina e.V., Alman – Amerikan Enstitüsü ve Nürnberg Belediyesi Eğitim Merkezi tarafından gerçekleştirildi.
Almanya ve ABD’de Müslümanların göç durumunu konu alan ve “Muslime in Deutschland & USA: Willkommen oder unerwünscht?” olarak adlandırılan panele konuşmacı olarak ABD Münih Konsolosu Leyla Önes, CSU Bölge Uyum Kurulu Başkanı İsmail Akpınar ve Medina e.V. sözcüsü Ali Nihat Koç katıldılar. Programın idaresini ise Alman-Amerikan Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Andreas Falke üslendi.
CSU Uyum Kurulu Başkanı İsmail Akpınar, yaptığı açıklamada “ABD’de yaşayan müslümanlar daha çok Asya ve Afrika’dan göç etmiş siyahi yerlilerden oluşmakta. Almanya’da ise müslümanlar daha çok Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu’dan göç etmiş bulunmaktadır. Almanya’daki müslümanlar yakın ülkelerden geldikleri için Almanya’ya kültürel ve dini bağları daha derin ve yoğun. ABD’de bu böyle değil. Almanya’da yaşayan müslümanlar bu ülkenin ayrılmaz bir parçası olmuş durumdadır.” dedi.
Toplantıya Nürnberg’de bulunan Federal Uyum ve Göç Dairesi BAMF, Nürnberg Belediyesi ve CSU partisi yetkilileri yanında birçok Türk ve Alman STK temsilcileri de hazır bulundu.
Uğur Dündar ve Atilla Sertel, Demokrasi ve Özgürlükler Paneli’nde konuştu
Münih`te Alman Türk Dostluk Federasyonu gazeteci Uğur Dündar ve Atilla Sertel`in katıldığı Demokrasi ve Özgürlükler adlı bir panel düzenledi. DGB binasında tertiplenen panelin açılış konuşmasını Alman Türk Dostluk Federasyonu Başkanı Cihan Sendan yaptı.
Yaklaşık 300 kişinin katıldığı panelde söz alan Atilla Sertel, “Türkiye`nin hızla demokrasiden uzaklaştığını ve bir korku imparatorluğuna dönüştüğünü” söyledi. Uğur Dündar ise yaptığı konuşmada, “Türkiye`de hür bir basının bulunmadığını” belirtti. Dündar, “Yapılacak olan projelerin binlerce ağacın katline sebep olduğunu, 3. Köprü ve bağlantı yolları için Kuzey Ormanları`nın yok edildiğini” savundu.
Panelin son bölümünde ise iki konuk gazeteci, katılımcılardan gelen sorulara cevap verdiler.
Manzara’da Noel konseri
Manzara İstanbul, bir proje kapsamında İstanbul`da bulunan Unterbieberger Hofmusikanten`i Suriye Pasajındaki yerinde ağırladı. Noel`e özel düzenlenen programda müzisyenler Bavyera nefesli çalgılarıyla Almanca ve Türkçe parçaları seslendirdiler.
Manzara İstanbul`un kurucusu Erdoğan Altındiş selamlama konuşmasında “Franz Himpsl ile tanıştığımızda bana söylediği ilk şey `Türkçe öğrendiğimden bu yana daha mutlu bir insanım` oldu. Ben de bu gece onları ağırlamaktan mutluluk duyuyorum” dedi.
Grup, iki yıl önce çıkardıkları `Bavaturka` adlı albümde de yer alan Divane Aşık Gibi ve Çayeli`nden Öteye gibi Karadeniz türkülerinin yanısıra kendi bestelerine ve Bavyera yöresine ait geleneksel parçalara da yer verdi.









