Çarşamba, Aralık 3, 2025
Startseite Blog Sayfa 92

Playlistim (Ecem Taş-MÜNİH)

Son dönemlerde playlistin rock, pop şarkılardan oluşuyor. Sevdiğim grupların başında gelen Duman ve Haluk Levent olmazsa olmazlarım arasında, bir de tabii Oğuzhan Koç…

1) Duman – Melankoli
2) Haluk Levent – Kral Çıplak
3) Manga – Bitti Rüya
4) Oğuzhan Koç – Yüzük
5) Ayna – Gelincik
6) Haluk Levent – Sır
7) Duman – Seni Kendime Sakladım
8) Sıla – Reverans
9) Duman – Köprüaltı
10) Oğuzhan Koç – Bu Yol

Dila Koçer

PiYASA dergisiyle yeni tanışan 21 yaşındaki Dila, beş yıl önce Augsburg‘dan İstanbul‘a okumak için gitmiş. İstanbul Üniversitesi‘nde Almanca Mütercüm Tercümanlık 4. sınıf öğrencisi.

Kendini nasıl tanımlarsın?

Hayattan her türlü keyif almasını seven, küçücük şeylerle bile mutlu olmayı amaçlayan, yemeği bile doymak için değil zevk almak, mutlu olmak için yiyen biriyim. Ayrıca gülmeyi ve güldürmeyi, insanları mutlu etmeyi ve enerjisini dışa yansıtmayı seven bir insanım. Sorunlarımı oldukça pozitif bir bakış açısıyla çözmeye çalışırım. Hayatı olduğu gibi kabullenip anı yaşamayı severim. Olumsuz yönlerime gelirsek; inatçı, gururlu ve sabırsız olabilirim. Fakat sabırsızlıklarımı genelde içimde yaşarım, kimseyi üzmemek için bu durumu pek dışa yansıtmam.

Senin için hayatta neler önemli?

Hayatta benim için en önemli şeylerden biri ailem ve sevdiklerim. Dostluk ve güvene de çok önem veririm. Başarılı olmak her ne kadar ailemi gururlandırsa da, benim için de çok büyük bir rol taşımaktadır.

Gelecek için planların ne?

İlk etapta üniversiteyi iyi bir dereceyle bitirmek ve ardından da beni mutlu edecek, hayallerimi tamamlayacak bir işte çalışmak. Bunun yanı sıra da dünyayı gezmek, yeni yerler keşfetmek ve değişik kültürler tanımak istiyorum.

PiYASA dergisi hakkında neler düşünüyorsun?

Piyasa dergisi ile yeni tanıştım ve yeni keşfetme şansım oldu. Buna rağmen çok dolu dolu ve başarılı bir dergi olduğunu düşünüyorum. Başarıların devamını diliyorum.

KISACA
İsim: Dila Koçer
Burç: Yengeç
Nerelisin: Erzincan
En sevdiğin yemek: Makarna
Müzik tarzın: Pop, Latin, Jazz
En sevdiğin mekan: Sabit bir yer yok. Huzurlu hissettiğim ve güler yüz ile karşılandığım herhangi bir yer olabilir.
En sevdiğin modacı: Thomas Burberry
En son ne satın aldın: Ayakkabı
İdolün: ANNEM

 

Seyrettim: Yeraltı

Osman Çakır (Münih) anlatıyor:
Yalnızlık yanı başınızda oturan size benzeyen biridir bazen. Size benzer ama aslında sizin olamadığınız, yapmadığınız, söylemediğiniz, korktuğunuz… Dilin zıt dediği ama çoğu zaman başaramayıp değillemekle yetindiği her duruma, hisse, ruhunuza oturan, yüzeyde görünmeyen, yerinizin altında, ağırlığı on katınız sicim taşınızdır.
Ayazı ayaz mı ayaz bir şehirde, bir otobüs durağında, artık bir alışkanlıktan ibaret arkadaşlarınızın arasında, siz susarsınız ve o konuşmaya başlar. Dinlersiniz anlattıklarını hiç tanımadığınız bilge birini dinler gibi, yazmak istersiniz, kalem kağıt yoktur, olsa da kalem yarışır, kaçırırsınız ucunu ve bir şeye benzemez.
Zeki Demirkubuz bırakın yazmayı, filmini yapmış yeraltının, sizin yeraltınızın, size benzeyen yalnızlığınızın. Filmde sözü geçen Ankara Sıkıntısı romanını da eminim Nuri Bilge Ceylan’a değil, yalnızlığına yazdırmıştır.

yeralti-zeki-demirkubuz

Kemal Sahir Gürel ile Dem-i Devran

Devrimci müzikten popüler dizi ve film müziğine kadar birçok farklı projeyle adından sıkça söz ettiren üretken bir sanatçı Kemal Sahir Gürel. Aranjör, müzik yönetmeni, besteci, kaval sanatçısı. Kaval ana enstrümanı ama telli, nefesli, tuşlu, vurmalı tüm çalgılara hakim. 9 yıldır Almanya’da yaşayan Kemal Sahir Gürel, şu sıralar kendisi gibi kaval ustası olan Münihli Hayrani Kami ile birlikte proje sahibi oldukları Dem-i Devran çalışmalarını sürdürüyor. Avrupa’da amatör veya yarı-profesyonel solistlerin farklı türkülerle yer aldığı karma bir seri albüm projesi Dem-i Devran. Gürel ve Kami, “Sadece Türkiye`den Avrupa`ya şarkılar dinlemek değil, Avrupa`dan Türkiye`ye ve dünyaya şarkılar söylemek istiyoruz. Pop kültürünün ezici egemenliğine karşı türküler söylüyoruz. Kendimizi, ruhumuzu türkülerle yeniliyoruz ve insani değerlerimizi koruyoruz. Tüm yoksunluk ve fiziki uzaklığına rağmen, `gurbette`  de ruhen bizi birleştiren ortak dilin türkü olduğunu; gurbette de saygın, düzeyli ve etkileyici bir sanat yaratılabileceğini vurgulamak istiyoruz…” diyor.

Albüm çalışmaları için Köln, İstanbul, Münih arası mekik dokuyan Kemal Sahir Gürel ve Hayrani Kami ile Münih Odeons meydanında Tambosi’de oturup güzel bir sohbet gerçekleştirdik.

Dem-i Devran, Almanya’da karma bir albüm olacak. Bu fikir nasıl oluştu? Süreç nasıl ilerliyor?
Daha önceden bu tarz deneyler yapılmış ama daha yüzeysel, ekonomik temelde olan işler olmuş. Fikir Hayrani’den geldi. “Almanya’da müzik yapmak isteyen çok insan var, karma bir albüm yapalım mı? diye sordu. Avrupa genelinde yarı profesyonel veya amatör insanları bir araya getiriyor. Herkes birer şarkıyla yer alacak. Bunun anlamı şu; Birincisi birbirinden çok farklı bestelerin, türkülerin, seslerin bir arada yer aldığı zengin bir çalışma olacak. İkinicisi yeterince komple bir albüm için elinde maddi imkanların, olanakların veya prodüksiyon ilişkilerinin olmadığı insanlar kendilerine zemin bulabilecekler. Senede bir albüm yapmayı planlıyoruz. Türkiye’de de Salkım Söğüt vardı. Biraz onun devamı gibi olacak. O albümde yer alan Hilmi Yarayıcı, Mustafa Özarslan, İlkay Akkaya albümden önce de biliniyordu ama Alaaddin Us, Kazım Koyuncu, Hakan Yeşilyurt, Arzu Görücü gibi arkadaşlar Salkım Söğüt ile tanındılar. Bu albümün de belki öyle bir etkisi olacak. Öyle bir zemin de olabilir.

Albümde yer alan sanatçıları hangi kriterlere göre seçiyorsunuz? Çoğunun ilk albümü olacak…
Çok güzel bir sesi veya tecrübesi olması gerekmiyor ama bir ses yeteneği, yani şarkı söyleme kabiliyeti olmalı. Buradaki arkadaşların birçoğu müzikle aktif uğraşan tecrübeli; sahneye çıkan, bir koroda yer alan insanlar. Avusturya’dan Cihan gibi veya Münih’ten Bekir gibi önceden çalışmaları olmuş arkadaşlar var. 13 kişinin 12’si Avrupa’dan; Avusturya ve Almanya’nın değişik şehirlerinden. Bir de albümü renklendirmek için misafir sanatçımız var; Barış Atay bir şiirle katılıyor.

Albümün Avrupa çıkışlı olması hangi açıdan önemli?
Albüm Hayrani’den öneri olarak geldiğinde ben şu yanını da çok sevdim projenin; bugüne kadar hep Türkiye’de üretilen şeyler Avrupa’ya veriliyordu. Gurbette olanlar ancak Türkiye’de üretilen şeylere bir sanatsal ürün olarak ulaşabiliyorlardı. Ama Avrupa’dan Türkiye’deki insanlara bizzat buradaki üretimle ulaşma dinamiği çok zayıf. Fatih Akın ve belki Fazıl Say (bir müddet burada yaşadığı için) dışında değişik branşlarda, medya, tiyatro, sinema, müzik, resim ve bütün sanat dallarında Avrupa’da üretim yapıp Türkiye’ye ulaşan sanatçı çok az. Dolayısıyla bunun değerli yanı, Avrupa’da üretilmiş bir albümle Türkiye’nin gündemine uzanmak, köprü oluşturmak gibi bir düşünce bu.

Albüm Türkiye’de dağıtılacak mı?
Türkiye’de müzik sektörü pazarlama açısından epey geriledi. Kaset formatının bitip CD’ye geçilmesi, daha sonra da dijitalin gündeme gelmesi sektörü kötü etkiledi. Bu nedenle artık eskisi gibi bir projeye şirketler sıcak bakmıyor. Haklı yanları da var. Dolayısıyla şu anda Türkiye ayağı açısından düşündüğümüz bir firma yok. Yani Almanya’da basılacak ve burada dağıtılacak, tüm dünyada dijitale dağıtılacak.

Sanatçılar dijital üzerinden hedefine ulaşabiliyor mu?
Türkiye dijitalde daha yolun başında. Itunes’un dijital pazarlama yapması 3-4 yıllık. Dijitalin Türkiye’de çok etkin olduğu söylenemez ama her sene biraz daha gelişiyor.

Albümün nasıl tepki alacağınızı düşünüyorsunuz? Bir beklentiniz var mı?
O konuda bir iddia oluşturmak mümkün değil. Bu bir duygu işi, o duygunun sonuç almasını doğru seçimlerle kolaylaştırmış olursunuz ama bir garantisi yok. Müzik kafadan kurulan bir şey değil. Sadece neyin sevilebileceğini, neyin öne çıkabileceğini, neyin geride kalacağını kendiniz seçip yönlendirebilirsiniz. Biz de o konuda gerçekten iyi seslere yer verdik, bu iyi yanlarından biri. Diğer yanı da türkü seçimi; mümkün olduğu kadar etki sağlayabilecek türküler seçtik. Buralarda ticari amaçla özensiz çalışmalar yapılmış daha önce. Biz ticari bir amaçla değil, yetenekli insanları bir araya getirme düşüncesiyle hareket ettiğimiz için yarı idealist bir çalışma bu. Biraz da kısmet işi. Bir şarkı olur on sene hiç anlaşılmaz ama 11. senesinde patlayabilir, müzik camiasında bunun çok örnekleri var. Ya da çok önemsiz bir şarkı dersiniz albümün sonuna koyarsınız ama en sevilen şarkı o olur. Bu sizin belirleyebileceğiniz bir şey değil. Ama mümkün olduğunca renkli, her kesimden insana seslenebilen bir tarz oluşturmaya çalıştık. Anadolu rocktan klasik türkü formatına, özgün müzikten daha modern tarza kadar parçalar da var.

Kemal-Sahir-Gürel-Hayrani-webKemal Sahir Gürel kimdir?
1966 Giresun, Görele doğumlu. 1974’te geldiği İstanbul’da 1981 yılında Yavuz Top’un müzik kursunda bağlama ve solfej dersleri alarak akademik eğitime başladı. 82’de İ.Ü. Konservatuarı Türk Müziği Bölümü’ne başladı. 84’te Türk Folklor Kurumu’nun Halk Müziği Okulu’nda bir yıl öğrenim gördü. Bağlama ve solfej dersleri verdi, düzenlemeler yaptı. İTÜ Devlet Konservatuarı Temel Bilimler Bölümü’nde beş yıl öğrenim gördü. 86 yılından sonra müzik çalışmalarını bestecilik, aranjörlük ve grup konserleriyle sürdürdü. 99 yılından itibaren aranjörlük ve yönetmenlik yapıyor; kısa film, film ve televizyon için dizi film müzikleri hazırlıyor.

Hayrani Kami kimdir?
Aslen Erzurum-Hınıslıdır. 1989 yılından bu yana yurtdışında yaşıyor. Küçük yaşlarda başlayan müzikle ilişkisine 1996-1997 yıllarında şimdiki adı Akademi Deutsche-pop olan okulda tonmaisterlik eğitimi eklendi. Kaval ve bağlama ustasıdır. 2014 yılında kurduğu stüdyosunda halen aranjör ve tonmaister olarak hizmet sunmaktadır.

Dem-i Devran 1`de yer alan isimler şöyle:
Ali Haydar Berkpınar, Aytül Özel,
Cihan Dökmez,
Bekir Çetinkaya,
Mahsuni Turan,
Muhammet Ali Aslan, Servet Güven,
Songül Yüce,
Süreyya Akay,
Tekin Turan,
Turabi Yurtsever,
Yusuf Budak
ve misafir sanatçı olarak Barış Atay

 

Hamide Türker

Haydar Karataş Münih’teydi

Münih Wörthhof Kültür Merkezi’nde yapılan kitap sergisine katılan yazar Haydar Karataş, yazarlığa başlayışını ve romanlarının oluşum sürecini anlattı, ‘On İki Dağın Sırrı’ ve ‘Gece Kelebeği’ adlı kitaplarından bölümler okudu.
Murathan Mungan’ın “Yaşar Kemal`de de böyle doğadan kaynaklanan bir güç vardır.” dediği yazar Haydar Karataş, 1973 Tunceli, Hozat doğumlu. Daha önce sadece Zazaca konuşan Karataş, ilkokulda Türkçe ile, lisede ise sol fikirlerle tanışır.
Edebiyat hikayesi İsviçre’ye politik mülteci olarak yerleşmeden önce Türkiye’de on yıl tutuklu kaldığı dönemde başlar. Çıplak bir oda olan hücrede üzerine demir kapı kapanınca, duyduğu insan çığlıklarından paniklemesiyle tam olarak. Beton ranzanın üzerinde uzanırken çatının kirişine konan serçenin uçup gitmesini “İçimdeki bir dünya boşaldı, 6 ay boyunca o kuşu bekledim” diye anlatan Karataş, o hücrede kaldığı sürede ‘hayatın, canlı varlığın değerini farkedip, Alevi inancını araştırmaya başladığını’ söylüyor. “Bu yol pek çok yerlere gitti.” diyor;  ‘Kızılbaşların Gağant bayramının Karadeniz ve Trakya’da da başka isimlerle kutlanıyor olmasını görmek’ gibi. Bu dönemde teorik kitap okumayı bıraktığını, şiddeti savunan insanlarla ilkesel olarak ilişki kurmadığını söylüyor ve ekliyor “Bu bir günah çıkarma da olabilir”…
Hücre çıkışında yazmaya başladığı Gece Kelebeği romanına Yozgat cezaevinden Sakarya`ya giderken el konduğunu, İsviçre`ye geldikten sonra tekrar yazmaya başladığını anlatıyor.
1938 sonrasını konu alan bu romanın anlatıcısı beş yaşındaki Gülüzar aslında Haydar Karataş’ın annesidir. Yazar, romanında Gülüzar’ın annesi Fecire Hatun, Kolsuz Musa, Çavdar Hüseyin (Çöyder) ve Hala’dan oluşan ana karakterler üzerinden Dersim insanını ve dönemi resmediyor.
İkinci kitabi olan On İki Dağın Sırrı’nda Ermeni hikayelerinin olduğu 1938 öncesini yazıyor.
Karataş, Murathan Mungan’ın iki projesinde de öyküleriyle yer alıyor. Türkiye’de bir ilk olduğunu belirttiği ‘Bir Dersim Hikayesi’ ile ilgili şöyle söylüyor: “Böyle bir kitap 1930’larda yazılsaydı 6-7 Eylül’ü yaşamayacaktık. 1960’larda Rum hikayesi yazılsaydı, 80’lerde Kürt meselesini yaşamayacaktık. 80’lerde Kürt hikayesini yazsaydık bugünkü İslami canavar ortaya çıkmayacaktı.”
Şüpheli asker ölümleri ve asker intiharlarını konu alan ikinci Murathan Mungan kitabı ‘Merhaba Asker’de yine bir hikayeyle yer alıyor. 1990 ile 2009 yılları arasında intihar eden 12 bin askeri konu alan bir kitabın daha önce çıkması gerektiğinin de hemen altını çiziyor.
Nükhet Tuzcuoğlu’nun Roboski çocuklarıyla ilgili kitabı ‘İstenmeyen Çocuklar’a da bir öyküyle katkıda bulunuyor.
“Modernizm insanın tat duygusuyla birlikte hayal gücünü de öldürerek işçileştiriyor. İnsana yeni bir hayal düyası gerekli. Bunun temeli de edebiyattır.” diyen Karataş, edebiyattan geçim sağlanılmadığını da hatırlatıyor. Bu nedenle gündüz geçimini sağlamak için İsviçre’de Anayasa Mahkemesi’nde çalıştığını, geceleri ise henüz 9 aylık olan kızı uyuduktan sonra yazdığını anlatıyor. Yazmanın ödülünü ise şöyle tarif ediyor: “Bana dokunan bir yüz, bir insan, bir tebessüm.” Daha sonra, “Aslında yazarlar kendi kitaplarını iyi okuyamazlar, Avrupa’da bu nedenle tiyatro sanatçılarına okuturlar.” diyerek ‘Gece Kelebeği’ adlı romanından okumaya başlıyor. Kendi deyimiyle edebiyat felsefesi ‘kötüleri de vicdanlı yazmak’ olan Yazar, bu masalsı romanından okuduğu bölümlerle bize dokunmayı başarıyor…

Xavi; Gezegenlerarası kupası yok

Dile kolay, forma giydiği 17 sezonda 25 kupa kazanan Xavi Hernandez, kaptan olarak kaldırdığı Şampiyonlar Ligi kupasından sonra Barcelona taraftarlarına veda etti.
Barcelona forması giydiği 17 yıl içinde 8 lig, 2 Kral Kupası, 6 İspanya Süper Kupası, 4 UEFA Şampiyonlar Ligi, 2 UEFA Süper Kupası, 2 Dünya Kulüpler  Kupası, 1 FİFA Dünya Kupası, 2 Avrupa Futbol Şampiyonası olmak üzere toplam 25 kupa kazanan Xavi, futbol hayatına bundan sonra Katar`ın El Sadd takımında devam edecek.
Hiçbir profesyonel futbolcuya nasip olmayan bu başarılı kariyerin sahibi Xavi, düzenlediği basın toplantısında, “Herkese çok teşekkür ediyorum. Beni dünyanın en mutlu insanı yaptınız. Kim ne derse desin dünyanın en iyi kulübüyüz. Yaşasın Barça yaşasın Katalonya” diye konuştu. İspanya Milli Takımı`nı bıraktığını açıklayan rekortmen futbolcu,
“Uluslararası futbolu bırakma kararı aldım. Milli takımda geçen bütün yıllar için teşekkür ederim. Çok güzel zamanlardı. İnsanların, benim zamanımın dolduğunu anlamasını istiyorum” ifadelerini kullandı.
Geçtiğimiz aylarda Katar`ın Al Sadd kulübüyle yıllık 10 milyon Euro’dan 3 yıllık anlaşma imzalayan 35 yaşındaki efsanevi futbolcu, Şampiyonlar Ligi’nde 151’inci kez forma giyerek rekor kırdı. Barcelona’ya Şampiyonlar Ligi finaliyle veda eden Xavi tarihe geçti. Şampiyonlar Ligi’nde Iker Casillas 150, Ryan Giggs 143, Raul de 141 maç oynadı.

“Ayrılma zamanım gelmişti”
Barcelona’yı bırakma kararını kolay vermediğini dile getiren Xavi, “Ailem ve eşimle oturup düşündük. Sonunda ayrılma zamanımın geldiğine karar verdik. 1 sezon daha kalabilirdim, ancak bu sezon az süre almıştım. Bir değişime ihtiyacım vardı. Katar’dan gelen teklif çok cazipti, beni heyecanlandırdı. Al-Sadd’da iki yıl futbol oynayacağım. Kulübüm bana 2018 yılına kadar teklif yapmıştı. Onlara teşekkür ediyorum. Umarım kimseyi hayal kırıklığına uğratmamışımdır.” ifadelerini kullandı.

“Bir gün Barcelona’ya geri döneceğim”
Futbol oynamaya devam etmek istediğini belirten İspanyol futbolcu, “Katar’da da öğreneceğim çok şey olacağını düşünüyorum. Ancak benim asıl hedefim, asıl rüyam bir gün Barcelona`ya geri dönmek. Teknik adam ve sportif direktör her ne olursa…” diye konuştu.

Al-Sadd ile 3 yıllık anlaşma
Barcelona’nın alt yapısı La Masia’da yetişen ve 25 yıldır bordo mavi forma giyen Xavi, “Başka bir takımın formasını giymenin kendisi için zor olacağını ama geride kupalarla dolu  başarılı bir geçmiş bıraktığı için mutlu olarak ayrıldığını” belirtti. Xavi, ‘Al-Sadd takımında sadece futbol oynamayacağını, aynı zamanda Aspire Spor Akademisi’nde danışman olarak  çalışacağını’ sözlerine ekledi.

Bu arada Barcelona Kulübü Başkanı Josep Maria Bartomeu da “Barça, Xavi’nin kulübüdür. Bu kulüpte en uzun süre oynayan, en çok kupa kazanan, en büyük  başarıları yakalayan, kulüp tarihinin parçası olan bir futbolcudur. Burada teknik  direktör veya yönetici olarak her zaman yer bulacaktır. Barcelona futbolunu çok  iyi bilen biri ve böyle bir yeteneği kaybedemeyiz.” açıklamasında bulundu.

Aman dikkat! Eviniz ve sağlığınız küflenmesin!

Küf olarak bildiğimiz mikroorganizmalar yüksek nem oranının ve organik maddelerin yaşadığı ortamda filizleniyor, son derece sevimsiz görüntü ve kötü kokulara sebep oluyorlar. Büyüyebilmeleri için genellikle nemli ortama ihtiyaçları olduğundan konutların güneş görmeyen cephelerini, bodrum katları gibi yetersiz hava sirkulasyonunun olduğu yerleri severler.

Evlerimizdeki rutubetli bölgeler, yani su sızıntıları olan duvarlar, su aktığı için çürüyen dolaplar, yemek pişirmek, banyo yapmak gibi günlük doğal aktiviteler sonucu olarak yüzeylerde yoğuşan buhar, küf oluşumuna sebep olabiliyor. Enerji tasarrufu amacı ile ısı kayıplarını önleyen yalıtım yöntemleri, yanlış uygulama durumunda yeni nesil evlerin hava almasını engelliyebiliyor. Ve elbette ki, küfün beraberinde  getirdiği sağlığa zararlı etkileri var! Örneğin birçok solunum yolu hastalıklarını, gözlerde ve ciltte tahrişi, gıda maddelerine sirayet eden küflerin ise günümüzün tipik hastalıklarını tetikleyebileceği biliniyor. Doğal yaşamın bir parçası olan küfün yarattığı tehditlere karşı doğru ısıtma ve havalandırma temel silahlardır. Burada dikkatinize sunuyorum: havalandırma, yeterli hava akımını sağlayamayan ve duvarlarda gereğinden fazla soğumaya sebep olan yarı açık pencerelerle değil, pencereleri tamamen açıp içerideki havanın tamamen değişmesini sağlamakla gerçekleştirilmelidir. Havaya karışan küf sporları-nın farkına varmak kolay değil; göze görünsün görünmesin ilk belirtilerde tedbirli davranıp  kökünün kazınmasını sağlayabilmek için kaynaklarının ve nedenlerinin tesbit edilmesi gereklidir. Sorun saptandığında önlem alma yükümlülüğü vardır; dolayısıyla açıklığa kavuşturulması gereken en önemli sorulardan biri: nedenlerin inşaat hataları mı, yoksa kullanıcı tarafından mı kaynaklandığıdır.

Her halükarda çözüm için bir ekspere ihtiyaç olacaktır. Daha kapsamlı bilgiler için, ilk adım olarak Bauzentrum München’de ücretsiz danışmanlık hizmetleri sunan deneyimli uzmanlarımıza başvurabilirsiniz.

Herkese güzel yaz günleri

dileği ile

Çiğdem Şanalmış

Güneş enerjisi danışmanı, Bauzentrum München

Ehrung für vorbildliches Engagement

Ehrenamtliches Engagement gegen Diskriminierung und für Vielfalt ist von unschätzbarem Wert. Ich bin sehr froh darüber, dass es in Nürnberg so viele aktive Frauen und Männer gibt, die sich für andere Menschen und gegen extremistisches, menschenfeindliches Gedankengut einsetzen. Einige dieser Projekte sind für die Stadt und unsere Gemeinschaft von so großer Bedeutung, dass sie es verdienen, öffentliche Aufmerksamkeit zu erfahren und als Vorbild für weitere Ideen zu stehen. Dies kann zum Beispiel durch die Vergabe von Preisen gelingen, weswegen ich mich in dieser Ausgabe von „Piyasa“ zweien davon widme: dem für 2015 bereits vergebenen Jugendpreis „Mosaik“, der für nächstes Jahr neu ausgeschrieben ist, sowie dem Interkulturellen Preis des Integrationsrats, für den Sie noch bis Ende Juni 2015 Ihre Vorschläge einreichen können.

Der Jugendpreis „Mosaik“ ist ein Gemeinschaftsprojekt der Städte Nürnberg und München, das junge Menschen dabei fördern soll, aktiv gegen Rassismus und Diskriminierung einzutreten. Die beiden größten Kommunen im Freistaat erinnern damit an die fünf
bayerischen Opfer der rechtsextremen Terrorgruppe „Nationalsozialistischer Untergrund“ („NSU“). Der interkulturelle Preis soll ein Zeichen der gesellschaftlichen und politischen Ächtung von neonazistischer Gewalt und von alltäglichen Formen von Diskriminierung
setzen. Es war der ausdrückliche Wunsch der Opferfamilien, mit einer Auszeichnung auf die nächste Generation einzuwirken und zu einem respektvollen Umgang vor allem junger Menschen untereinander aufzurufen.

Ich finde bemerkenswert und beeindruckend, dass Angehörige dieser Familien den Preis „Mosaik“ als Mitglieder der Jury unterstützen. Gemeinsam mit jeweils einem Vertreter oder einer Vertreterin des Integrationsrats Nürnberg und des Ausländerbeirats München sowie drei Jugendlichen aus München und zwei aus Nürnberg bewerten sie die eingereichten Projekte. Dotiert ist der Preis, der abwechselnd in Nürnberg und München verliehen wird, mit insgesamt 9 000 Euro, die auf die Gewinner verteilt werden. Es ist ein starkes Symbol, dass der Jugendpreis am 21. März 2015, dem internationalen Tag gegen Rassismus, zum ersten Mal in Nürnberg verliehen wurde. Die lokalen Medien berichteten ausführlich über die Preisverleihung und machen das vorbildliche Engagement so auch einer breiteren Öffentlichkeit bekannt. Deshalb dürfen an dieser Stelle die jugendlichen Preisträgerinnen und Preisträger mit ihren Projekten nicht unerwähnt bleiben. Den ersten Platz teilten sich einerseits zehn Jungredakteure des Nürnberger Senders „Radio Z“, die in ihrem Projekt „Nein zur Grauzone“ Radiobeiträge zu Themen wie Dschihadismus, Antisemitismus oder Homophobie produziert haben, andererseits die Münchner Gruppe „Yallah – Junge Flüchtlinge aktiv!“. Beide gewannen je 3 000 Euro. Den zweiten Preis erhielten Jugendliche von der Berufsfachschule für Farb- und Raumgestaltung Nürnberg. Für ihren Entwurf eines Memory-Spiels für Flüchtlingskinder bekamen sie 2 000 Euro. Die dritte – mit 1 000 Euro dotierte – Auszeichnung ging an die Mittelschule Scharrerstraße Nürnberg. Ihr Projekt „Ice-Breaker“ ist ein Stadtteilrundgang, der unter anderem an der Stelle vorbeiführt, an der İsmail Yaşar vom „NSU“ ermordet wurde.

Der Jugendpreis „Mosaik“ ist bereits neu ausgeschrieben, Bewerbungsschluss ist der 30. Oktober 2015. Bei der ersten Runde bekam die Jury bereits 20 Einsendungen, ich würde mich freuen, wenn diese Zahl bei der zweiten Ausschreibung übertroffen wird. Weitere Informationen finden Sie im Internet unter www.nuernberg.de/internet/menschenrechte/mosaik_jugendpreis.html.

Der andere Preis, den ich Ihnen vorstellen möchte, ist der Interkulturelle Preis des Integrationsrats. Die Jury würdigt insbesondere ehrenamtliches Engagement von Menschen, die aus Nürnberg sind oder in Nürnberg wirken. Ich möchte Sie ermutigen, Vorschläge für die Vergabe bis Ende Juni 2015 einzureichen. Vielleicht kennen Sie ja Personen, Vereine oder Institutionen, die sich für Integration und das kulturelle Zusammenleben einsetzen oder sich besondere für zugewanderte Mitbürgerinnen und Mitbürger in den Bereichen Kultur, Bildung, Soziales, Kommunalpolitik oder Sport engagieren. Wenn Sie jemanden vorschlagen möchten, wenden Sie sich an den Integrationsrat unter  www.nuernberg.de/internet/integrationsrat/.

Ich freue mich über alle in Nürnberg, die sich für andere Menschen einsetzen. Wenn auch Sie überlegen, sich ehrenamtlich zu betätigen, finden Sie Anregungen und Kontaktpersonen ebenfalls im Internet: www.nuernberg.de/internet/sozialreferat/ehrenamt.html.

Vielen Dank für Ihr Engagement!

Dr. Ulrich Maly
Oberbürgermeister der Stadt Nürnberg

Muslime im Landtag

Bu gençlere dikkat!

Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Mikail Aslan ve Cemil Qoçgiri gibi usta müzisyenleri Münih`e getirerek müzikseverlere unutulmaz bir konser yaşatan üç gençten bahsediyoruz; Ender Taş, Eren Kılıç ve Umut Kul. Bir yandan birlikte PiYA events`i kurmakla uğraşan bu gençler, diğer yandan da harıl harıl Aynur Doğan konserine hazırlanıyorlar.

Bu enerji dolu üç arkadaşla, güneşli, güzel bir günde İngiliz Parkı`nda buluştuk, çimenlerin üzerinde oturduk ve kısa bir sohbet gerçekleştirdik…

PiYA ne güzel bir isim! Bizim derginin adını da çağrıştırıyor. Bir anlamı var mı? Neden PiYA?
PiYA Zazaca beraber demek. Biz de bunu temsil ediyoruz. Beraberliği. Üç arkadaş olarak beraber çalışıyoruz. Organizasyonlarımızla insanları bir araya getirmeyi hedefliyoruz. PiYASA`yı çağrıştırması da güzel bir tesadüf. (gülüyorlar)

İsimdeki `events` ekinden anlaşıldığı gibi amacınız organizasyonlar, konserler düzenlemek. Bu fikir nasıl gelişti?
Daha önce Münih Alevi Toplumu`nun gençlik kolundayken Maraş Cemevi projesi için bir çalışmamız olmuştu. Cemil Qoçgiri ve Mikail Aslan konseri düzenlemiştik. Başarılı geçmişti, gelenler çok memnun kalmıştı. Bu alanda bir açık olduğunu farketmiştik. Pozitif rezonans alınca da bunu profesyonel bir şekilde yapabiliriz fikri doğdu.

Başlayınca da büyük başlayalım dediniz? İlk konseriniz `Dört Nefes Toprak`la usta isimleri Münih`e getirdiniz. Büyüleyici bir konser oldu. Siz sonuçtan memnun musunuz? Bir de yaklaşan Aynur Doğan konseri var…
Evet, çok olumlu geri bildirimler aldık. Bu bizi çok mutlu etti. Sırada Aynur Doğan konseri var. Zaten Dört Nefes Toprak`ı düzenlerken ikinci konseri düşünmeye başlamıştık bile. Tabii ikinci konser daha fazla emek ve imkan gerektiriyor. Gasteig`ın yaklaşık 600 kişilik olan Carl-Orff salonunda olacak. Hazırlıklar iyi gidiyor, biletlerin neredeyse tümü satıldı.

Şimdiye kadar geçen isimlerden yola çıkarak soralım; Düzenleyeceğiniz konserler hep geleneksel türkü tarzında mı olacak?
Üçümüz de Tunceliliyiz. Bu tür müzikle büyüdük. Doğal olarak önceliğimiz de bu tür oldu. Fakat sadece türkü tarzında çalışırız diye bir kuralımız yok. Kültürel, sanatsal her türlü organizasyon olabilir. Şunu yapmayız diyemeyiz tabii ama olmayanı; henüz yapılmamış olanı yapmak isteriz.

Peki çevrenizin tepkisi nasıl?
Ailemiz ve yakın arkadaş çevremiz büyük destek veriyor. Bu bizi daha da cesaretlendiriyor. Onlara teşekkürü borç biliriz.

piya 2