Cuma, Aralık 5, 2025
Startseite Blog Sayfa 28

Nigâr Mat Ağyel yazdı: Akdeniz, Zephyros, Semra ve Ötekiler

Uzat kollarını ılıman kentlerin
Hürriyet kokan denizlerinden
Gençlerin çığlıklarına kulağını ver
...
Semra Ertan / Bekliyoruz

Boreas, Notos, Euros ve Zephyros şafak tanrıçası Eos’un, Astraios’la olan beraberliğinden doğan dört oğlunun ismidir. Bu isimler size bir şey çağrıştırmıyorsa bile, şunları muhakkak bileceksiniz: Yıldız, Poyraz, Gün doğusu, Keşişleme, Kıble, Lodos, Gün batısı, Karayel

İçinizde yelken yapan, teknede, denizde vakit geçirenler varsa, bu rüzgârları, hangi yönden estiklerini, her birinin ne getirip ne götürdüğünü iyi bilir. Daha doğru bir ifadeyle bilmek zorundadır. Karada çok da önemli olmayan bu bilgi, denizde yaşamsaldır. Niyetim rüzgârları anlatmak değil. Ben Eos’un çocuklarından sadece biriyle ilgileniyorum: Zephyros’la.

Hava durumuyla ilgili bazı kalıplar vardır ki biz Türklerin zihnine âdeta çakılmıştır:

Yurdun kuzey, iç ve doğu kesimleri…

Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığından bildirildiğine göre…

İkizdere-İspir yolunun Ovit Dağı mevkiinde yol yapım çalışmaları devam ettiğinden…

Van’ın Bahçesaray ilçesinde kar ve tipi nedeniyle…

Denizlerimizde rüzgâr, gün batısı ve karayelden üç ila beş, yer yer altı kuvvetinde…

… zincir, takoz ve çekme halatı bulundurulması…

… trafik işaret ve işaretçilerine uyulması…

Bütün bu kalıpların, sanırım en meşhuru: “Balkanlardan gelen soğuk ve yağışlı hava”dır. İşte o “soğuk ve yağışlı hava”, Eos’un oğullarından Zephyros’un eseridir. Batıdan esen Zephyros, biraz serttir, hüzünlüdür. Yazın yağmur, kışın kar getirir. Çiçekler onunla açar, meyveler, ekinler onunla olgunlaşır. Soğuk bir coğrafyada belki biraz sevimsiz gelebilir, ama sıcak bir yerdeyseniz eğer, soluk aldırır, ferahlatır. Balkanlar‘da, Trakya’da dondurucu soğuğa sebep olup yaşamı durdururken, Beyrut, Tel Aviv, Hayfa, Lazkiye, İskenderiye, Mersin, Antalya gibi doğu Akdeniz kentlerine hayat verir.

Akdeniz… Bahr-i Sefîd, Bahr-i Mutavassıf, El Bahre-l Ebyedu’l-Mutavassit, Mediterranean, Mittelmeer, Mare Nostrum… Hepsi de aynı yeri işaret ediyor: Sınırlarını, zeytinlerin, palmiyelerin, defne, sedir ve çam ağaçlarının, zakkumların, begonvillerin, acem borularının, mis kokulu yaseminlerin, üzüm bağlarının, turunç, portakal ve limon ağaçlarının, uçsuz bucaksız buğday tarlalarının çizdiği o koca “göl”ü. Dünyanın en güzel güneşinin, havasının, yemeklerinin, müziklerinin, insanlarının, aşklarının ve sevdalarının buluştuğu bir coğrafyayı. Antik Yunan’ı, Roma’yı, Endülüs Emevileri’ni, Osmanlı’yı…

İnsanoğlu Akdeniz’de anasının kucağındaki kadar rahattır” der Halikarnas Balıkçısı. Bu rahatlıkta Zephyron’un payı da büyük olsa gerek. Zira Akdeniz sıcağında bazen nefesi kesilir insanın. Kim bilir, Akdeniz’in güzelim kenti Mersin’in tarihteki adının Zephyros olmasının bir sebebi de budur belki.

Batı rüzgârlarına açık Mersin de tıpkı diğer Akdeniz kentleri gibi, güneşi içenlerin kentidir. Mersinliler nereye gitseler, bavullar dolusu güneşi, denizi, tuzu, mavi rengi, portakal, limon çiçeklerinin kokusunu da beraberlerinde götürürler. Üstelik, salt kendilerine değil, herkese yetecek kadar. Değil mi ki onlar Zephyros’un çocuklarıdır… “Venüs’ün Doğuşu”nda, deniz kabuğunun içindeki Venüs’ü, nefesiyle kıyıya çıkaran, “İlkbahar”da şehvetiyle Chloris’i çiçeklerin tanrıçası Flora’ya dönüştürüp baharı getiren Zephyros’un. Onlar da tıpkı onun gibi, sıcak ya da soğuk, neresi olursa olsun, gittikleri her yere baharı getirirler.

Yeter ki ruhları üşümesin…

Bugünlerde Münih’in göbeğinde, Lenbachplatz’a yolunuz düşerse, sizi gri gökyüzünün altında bir tutam Akdeniz mavisi karşılayacak. Ortasında “Düşler Ülkesi” yazan bu mavi pano, sanatçı sevgili Cana Bilir-Meier’in bir enstalasyonu. “Düşler Ülkesi”, 1982 yılında Münihli göçmen kültür emekçilerinin sahneye koydukları bir oyunun adı. Yönetmenliğini Erman Okay’ın yaptığı bu oyunda sevgili Zühal Bilir-Meier de hem sosyal hizmet uzmanı kimliğiyle hem de yönetmen yardımcısı olarak yer almış. Oyunda, özlem, ütopya ve ön yargı kavramları merkez alınarak, göçmen işçilerin günlük hayatlarından sahneler gösterilmiş.

Panonun diğer yanında ise Zephyros’un çocuklarından birinin, Semra Ertan’ın dizeleri var:

Ich will leben, / Yaşamak istiyorum
Wie ich es mir wünsche… / Gönlümce…
Schmerzlos, ohne Sorgen / Kedersiz, sorunsuz

Semra, 1957’de doğduğu, “anasının kucağı kadar rahat” Mersin’den, bavuluna doldurduğu güneş, deniz ve on dört yaşın yaşama sevinciyle 1971’de Kiel’e, ailesinin yanına gelmiş bir şair, işçi ve aktivist. Aynı zamanda Cana Bilir-Meier’in teyzesi, Zühal Bilir-Meier’in de kız kardeşi. Yaşamının ilk on dört yılını “ılıman kentlerin, hürriyet kokan denizlerinde” tamamlayan Semra, uzun ve soğuk kışların hüküm sürdüğü, gökyüzünün çoğu zaman güneşsiz olduğu bu coğrafyada da on bir yıl yaşadıktan sonra, henüz yirmi beş yaşındayken, gerek kendinin gerek diğer göçmenlerin uğradığı haksızlık, adaletsizlik, ayrımcılık ve ırkçılık karşısında bir çığlık atıp bu dünyaya veda etmiş. Oysa yaşama sevinci ve içinde taşıdığı bahar, herkese yetebilirdi, ama dedim ya yeter ki ruh üşümesin.

Enstalasyonun tanıtım yazısında, sanatçının bu işle neyi amaçladığı şöyle anlatılıyor:

Cana Bilir-Meier, bu enstalasyonu ile yukarıda sözü edilen tiyatro oyununu ve şair Semra Ertan’ı hatırlıyor, onların hikâyelerini şehir manzarasında görünür kılıyor. Bunu yaparken, aktivist-eğitici topluluk çalışmasının önemine ve Semra Ertan gibi insanların çalışmalarına atıfta bulunuyor. Göçmen işçilerin direnişi ve kendi kendini yetkilendirmesi konusu, nadiren sosyal anlatının bir parçası haline gelir. Sanatçının bu çalışması, toplumumuzun birçok öyküsünü onurlandırma girişimidir.

Cana’nın, Semra Ertan adına yaptıkları bununla sınırlı değil. Geçen aralık ayında, Zühal Bilir-Meier’le birlikte Semra’nın şiirlerinden derledikleri bir kitabın basımını gerçekleştirdiler ki kitaba dair ayrıntıları bir sonraki paylaşımımda sizlere aktaracağım.

Lütfen, şubat ayı sonuna kadar Lenbachplatz’a yolunuzu düşürün. Bilmeyenler için, Lenbachplatz, Karlsplatz ve Maximillianplatz arasındaki küçük meydanın adı. Wittelsbacher Brunnen’in hemen önü. Burası 2013 yılından bu yana, çeşitli sanat eserlerinin sergilendiği bir “Kunst-Insel / Sanat Adası” olarak kullanılıyor.

Gidin ve Münih’in ortasında, Düşler Ülkesi’ni, Akdeniz’i, Zephyros’un kızlarından Semra’yı, onun Türkçeyle yazdığı güzelim dizelerini görün. Cana’nın bu “onurlandırma girişimi”ne ortak olun. Enstalasyon şubat sonuna kadar sergilenmeye devam edecek. (Cana’nın diğer işlerini görmek için: www.canabilirmeier.com)

Nigâr Mat Ağyel

Sevgili Cana Bilir-Meier, “ötekiler”in hikâyelerini, kendi ifadenle “şehir manzarasında görünür kıldığın” için sana çok teşekkür ederim. Daha nice güzel işlere…

Nigâr Mat Ağyel

2015 yılından bu yana Münih’te yaşayan Nigâr Mat Ağyel, blog yazılarını www.kirlangicyuvasi.com adresinde yayımlıyor.

  1. Image by Mike / Pexels
  2. Image by Manfred Richter / Pixabay
  3. Image by Nigâr Mat Ağyel

Meral’in Kitap Bahçesi: “Umut belki de gelecek sayfadadır. Kapatma kitabı…”

Bir yılı diğer bir yıla bağlayan gecenin sonunda, sabaha karşı şöyle bir baktım gökyüzüne. Beyaz bulutların ardında görünen göğün mavisi çok etkileyiciydi. Kapadım gözlerimi soğuğa inat, hiçbir şey düşünmeden öylece durdum biraz. Sonra açıp gözlerimi o derin maviliğe içimden geçen birkaç cümleyi mırıldandım. Çünkü öyle güzel, öyle temiz, öyle rahatlatıcı ve öyle davetkar bir görüntüsü vardı ki, hadi iste der gibiydi. Öyle hissettirdi bana.
Delirdin mi Meral, diye düşünebilirsiniz ama benim normal biri olduğumu düşünen çok az kişi vardır şu hayatta. 🙂

İstedim ben de yüzümü karartıp…
İyi insanlar görmek istedim. İyilik yapmayı gönülden seven insanlar görmek.
Sonra yardıma muhtaç insan olmasın artık dedim. Şansa bile ihtiyacımızın olmadığı bir hayat diledim.

Kışın karını, yazın denizini, baharın rengarenk çiçeğini, mevsimlerin tertemiz havasını doyasıya yaşayacağımız zamanlar istedim. Yarını düşünmeden, gelecek için kaygılanmadan, birilerinden medet ummadan, bir şeylerden korkmadan, diken üstünde olmadan, rahat bir nefes alarak yaşayalım istedim.

Sonra o tertemiz mavilik yavaş yavaş yerini siyah bir tona bırakınca “tamam mesajı aldım” diyip içeri geçtim. 🙂

Şaka bir yana, dileklerimiz, isteklerimiz, hayallerimiz aynı, aklın yolu bir. Geleceğe umutla sarılmaktan vazgeçmeyelim.

2020 ve bu yıla kadar yaşadıklarımızdan çıkardığımız birçok ders olduğuna inanıyorum. Birçok şeyi daha net anladık. Dilerim yeni yılımız, yeni takvim yapraklarımız, bizim için yepyeni güzelliklere gebedir. Tüm dünyaya, tüm canlılara iyilik, güzellik, sevgi, huzur, mutluluk, şans diliyorum.

Bol kitaplı, çok okurlu, çok müzikli, bol filmli nice yıllarımız olsun. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” değil mi?

Sağlıkla kalın,

SÜPER İYİ GÜNLER -Mark Haddon

İsmi itibariyle listeye güzel bir giriş yaptım sanırım.

Bilindiği gibi otizm, bireyin sosyal çevreden koparak içe kapanması, diğer insanlarla etkileşimi herkes gibi yapamamasıdır. Önceleri buna ailenin tutumu, sosyal ilişki kurmadan kaynaklı korku, çocuğun yetiştirilme biçimi ya da sevgi yoksunluğunun sebep olduğu sanılıyormuş. Ama son 20 yıldır yapılan araştırmalar sonucu bunun nörobiyolojik nedenlerden kaynaklandığı kesinlik kazanmış.

Hayır, size otizmin ne olduğunu uzun uzun anlatmayacağım. Otistik bir kahramanın kendi ağzından okuyacağınız bu hikayeyi çok sevebilirsiniz.

Kalabalık ortamlarda duramayan, dokunulmaktan rahatsızlık duyan, evinden çok uzaklaşamayan ama astronot olmak isteyen ve inanılmaz bir hafızaya ve matematik bilgisine sahip kahramanımız Christopher’in keyifli, ilgi çekici ve sıra dışı romanı.

Süper İyi Günler İngiltere’de yayımlandığı günden itibaren satış rekorları kırıyor. Bugüne kadar 15 dile çevrilmiş ve 32 ülkede satışta.  

MOMO -Michael Ende

Hem çocuklara hem büyüklere hitap eden, her dönem çok satanlar arasında yer almış klasik bir roman. Şehrin harabelerinde, antik tiyatronun altında yaşayan, kendi adını bile kendi koyan, nereden geldiği belli olmayan, kimsesiz bir kız çocuğudur Momo. Onu gören, onu tanıyan herkes çok sever ve Momo için bir şeyler yapmak isterler. Momo’nun en önemli özelliği çok iyi bir dinleyici olmasıdır. Büyük küçük herkesle çok güzel arkadaşlıklar kurar.

Bir de Zaman Hırsızları ve Duman Adamlar gibi karakterlerimiz var ki, bunlar zaman kavramını çok güzel anlatmışlar okuyucuya. Hızla akıp giden zamanın ne kadar değerli olduğunu, bir yere yetişmeye çalışırken, bir şeylere sahip olmaya çalışırken, bir şeyler olmaya çalışırken harcadığımız zaman. An’ı yaşamak yerine geleceği inşa ederken harcadığımız zaman.

Kitap aslında modern zamanın bir eleştirisi niteliğinde. kesinlikle okumaya hatta arşivlemeye değer bir kitap Momo.

VEBA YILI GÜNLÜĞÜ -Daniel Defoe

Daniel Defoe’nun 1722 yılında yazdığı bu roman gerçek olması ve içinde bulunduğumuz durum nedeniyle okurken bir hayli ürpertici olabilir. Yazar henüz 4-5 yaşlarındayken yaşanan bu acı ve okudukça ürküten olayı Daniel Defoe’nun amcası Hanry Foe’nun günlüklerinden toparlayarak yazıldığı düşünülüyor.

1664-1665 yıllarında Londra’da çıkan ve ülkeyi kasıp kavuran veba salgını, Hollanda’ya gönderilen malların açılmasıyla ortaya çıkar.

Karantinadan başka çözümü olmayan bu hastalık bir yığın tedbirsizlik sonucu günden güne artar ve binlerce insanın hayatına mal olur.

Yazar yaşanan olayları ince detaylarına kadar anlatmış. Toplu mezarlara atlayan hastalıklı ama hala canlı bedenler, sokaklardan duyulan çığlık sesleri, çocuklarını vahşice öldüren aileler. Binlerce ceset bırakan veba salgını insanlarda çok ağır psikolojik yıkıma da sebep olmuş aynı zamanda.

Gerilim yüklü bir film sahnesi gibi geliyor kulağa ama bu olayın gerçekten yaşanmış olduğunu bilmek, kitabı gözleri dolu dolu okumasına sebep oluyor insanın.

Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan

Main Image by Janko Ferlic/Pexels

Kunstareal’de sanat ve bilgi ışıldıyor

Münih’in merkezinde bulunan Kunstareal’de sergilenen ışık ve video enstelasyonları karanlık pandemi günlerini aydınlatıyor.

Aralık ayının başından bu yana Maxvorstadt semtinde Königsplatz ile Teresienstr. arasındaki alan olan Kunstareal’de sergilenen enstelasyonlarla bölgede bulunan birçok müze, galeri, kültür kurumu ve yüksek okul ışıklar altında sergileniyor. Yürüme mesafesinde olan bu alanda ‘We are Video’ ekibinin sergilediği objeler, renkler, formlar ve projeksiyonlar sanata ve bilgiye dikkat çekiyor.

Sanatçı Betty Mü, Raphael Kurig ve Christian Gasteiger tarafından kurulan ‘We are Video’ tiyatro, video tasarımı, ışık ve enstalasyonlarla sanatı teknolojiyle birleştiriyor. Kunstareal’i aydınlatan bu projede onlara konuk sanatçılar Yul Zeser ve Helmut Eding de eşlik ediyor.

Bütün müze ve galerilerin kapalı olduğu şu günlerde sanatı dışarıya taşıyan bu sergiyi pandeminin tek aktivitesi olan yürüyüşle birleştirerek hayatımıza biraz olsun renk katabiliriz. Üstelik ücretsiz ve Covidsiz.

Işık enstalasyonunu 14 Şubat’a kadar her akşam saat 16.30’dan 21.00’a (sokağa çıkma yasağı olmayan günlerde 22.00’a) kadar izlemek mümkün.

Detaylı bilgi için: wearevideo.de

Hamide Türker
Images: Eminist.de

Sezgin İnceel: Mahallemden Hikayeler -Lindwurm 205

Nilay Örnek’in ‘Her Umut Ortak Arar’ isimli projesinden esinlenerek Instagram sayfamda ‘Mahallemden Hikayeler’ isimli bir seriye başladım. Bu kapsamda Daiser Sokağı ile Lindwurm Sokağı’nın kesişim noktasındaki binadan bahsetmek istiyorum: Lindwurm Sokağı, 205 Numara.

Münih’in Sendling semtinde koruma altına alınmış eski yapılarından biri olan bu bina 1897-1899 yılları arasında Alman Rönesans’ı stilinde inşa edilmiş. Mimarı, Rosa Barbist. Kadınların, üniversite eğitimi almalarına izin verilmediği bir dönemden bahsediyoruz. Sendling’de gördüğüm birçok diğer binanın mimarı da erkek. O yüzden Rosa’nın o dönemki çalışmaları çok kıymetli. Gelin görün ki internette eşi ile ilgili bilgilere kolayca ulaşabilirken, kendisi adına açılmış bir Wikipedia sayfası bile yok. 1900 yılında binanın alt katı Frohsinn isminde bir konaklama yeri/misafirhane olarak kullanılıyor. Daha sonra 1910 yılında Yahudi Gutmann çifti burayı satın alıp kendi isimlerini verdikleri bir mağazaya çeviriyorlar. Sofie ve Emanuel çifti Kasım 1938’de Dachau toplama kampına gönderilince, bina başkasına geçiyor. Gutmann çifti Dachau toplama kampından sağ çıkıyorlar, fakat 1942’de başka bir toplama kampına gönderiliyorlar. Birer sene arayla ikisi de orada vefat ediyor. Binanın o arada nasıl el değiştirdiğine dair çok fazla bilgiye ulaşamadım ama 1979’da bir ilaç mağazası binanın zemin katını kiralıyor. 2010 yılına kadar da orada kalıyor. Daha sonra ise bir restorana dönüyor. Zaman içinde tekrar tekrar el değiştirse de yerine gelenler benim bildiğim ve gördüğüm kadarıyla hep birer restoran oluyorlar. Binanın yenilenmesi sırasında, ev sahipleri bina dosyalarında “Sahibi: Yahudi Gutmann” notunu keşfediyorlar. Bunun üzerine binanın eski sahiplerine dair yapılan araştırmalar ivme kazanıyor. 2013’te Sofia ve Emanuel için birer hatıra tabelası hazırlanıyor. Yine 2013’te binanın 75. yıl doğum günü şerefine düzenlenen gecede ise ikisinin hikayesi anlatılıyor. 2014’te bina, cephelerinin restorasyonu sebebiyle Münih Şehri Cephe Ödülü’nü alıyor.

Fotoğrafları çektikten sonra hikayelerini düşünüp, dalgın dalgın yürürken sokakta, yerde Virginia Woolf kitabı buldum. Annem “çocuğum sokaklardan kitap mı topluyorsun şimdi de?” diyecek, ama onu orada bırakıp gidemezdim. Tam da dün Howard Gardner’in Çoklu Zeka Kuramı’na geri dönmüş ve onun Woolf’un içsel zekasının biricikliğinden bahseden yazısını okumuştum. Topladığım hikayelere eşlik edecek daha güzel bir kitap düşünemiyorum. 

Şimdilik bu kadar. Instagram sayfam üzerinden yeni bina hikayelerine devam edeceğim. Görüşmek üzere. 

Sezgin

Sezgin İnceel 10 senedir Münih’te yaşayan bir müzisyen, müzik eğitimcisi ve akademisyen. Son dönemde yaşadığı semt olan Sendling’in binalarına ve hikayelerine merak saldı. Bulduğu ilginç bilgileri Instagram adresi üzerinden paylaşıyor.

www.instagram.com/sezgininceel

Meral’in Kitap Bahçesi: “Bir insanı sevmekle başlayacak her şey…”

Hümanizm yapısını kaybetmiş toplumlar başta kendileri olmak üzere, bütün bireylere, tüm canlılara hatta hayata karşı çok sert olurlar. Bu duygu eksikliğini uzun yıllardır hissederim bu coğrafyada. İnsancıl kalmaya çalışmak zor iş. Barışçıl olmaya çalışmak için büyük savaş veriliyor. Kendiyle çelişiyor, kendini tanımaya çalışıyor ve kendini bildiği ölçüde insan kalmaya çalışıyor insanoğlu. Ama bunun için, kendisinin kullanabileceği, güçlü bir iradeye sahip olması gerekiyor. Kendisinin kullanabileceği diyorum çünkü günümüz şartlarında insanoğlu bunu pek beceremiyor. Başkasının iradesi, düşünceleri hatta kararları yeterli birçoğu için. Uzun zaman önce kaybetmeye başladığımız merak, araştırma, bilgi sahibi olma becerimize hümanizm duygusunu da eklemeliyim maalesef. Çünkü insanlarda vicdan duygusu, acıma duygusu, içten gelerek muhabbet etme duygusu büyük ölçüde azalmış durumda. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” diyebilen bir toplumdan, komşusunu acımasızca katledebilen bireye dönüştü insanoğlu. Sahip çıkamadığı vicdanını daha güçlü bir vicdansıza sattı yıllar, yıllar önce.

Yaşanan bazı acılar dinmiyor. Tarihe kazındı mı bir kere unutulmuyor.
Umut?
Olsun bakalım.
Kaybetmemeye çalışalım yine de. Koruyalım mümkün olduğunca.
Kinci olmak da doğru değil elbette ama unutmamak, ders çıkarmak ve yol göstermek gerekir.
Bir insanı sevmekle başlasın her şey…

MARAŞ KATLİAMI: Vahşet – İşkence ve Direniş -Orhan Gazi Ertekin

Tarihin en kara lekesidir Maraş katliamı. Benim doğduğum yıl gerçekleşmiş. Büyüklerimizden dinleyerek büyüdük. Gerçi anlatılan tek hikaye bu değildi. Çorum, Malatya, Maraş, Şırnak, Sivas, Ankara, İstanbul yani yıllarca ülkenin her tarafında gerçekleşen bu acı olaylarla büyüdük.

Acıyı bal eyledik mi? Ben beceremiyorum. Hala içimi acıtır. Hala anlam veremem. Hala anlayamıyorum. Bir çocuğu -mecazi anlamda değil, kelimenin en gerçek anlamıyla- paramparça edebilen zihniyeti ben anlayamıyorum. Bebekleri ikiye bölebilen bir zihniyeti ben anlayamıyorum. Parçaladıkları insan vücutlarını kaynar suda haşlayabilen bir zihniyeti ben anlayamıyorum. Komşusunu sadece dini inancı farklı diye, siyasi görüşü farklı diye linç edebilen, katledebilen bir zihniyeti ben anlayamıyorum.

Nasıl bir inanç bunları yapabilir? Nasıl bir yürek bunları kaldırabilir? Nasıl bir can bu kadar acımasız olabilir ben anlayamıyorum. Asla anlamayacağım.

Arka kapaktan:
Maraş Katliamı, Türkiye’nin yakın tarihinde en acıtıcı ve en ağır cinayetlerin yaşandığı bir ‘olay’ değildir yalnızca. Öldürülen ve yaralanan insanların, talan edilen/yakılıp yıkılan evlerin ve işyerlerinin önümüze koyduğu vahamet, resmi olarak gösterilenin çok ötesindedir. ‘Olayların’ ardından mağdurlara uygulanan ağır işkence, göç ve iskân politikaları da Maraş katliamının daha az bilinen yönlerindendir. Elinizdeki kitap, tam anlamıyla bir ‘pogrom’ niteliği taşıyan bu hunharlığın bütün süreçlerine ışık tutmayı, onu değişik yönleriyle analiz etmeyi ve toplumsal hafızadan sildirtmemeyi amaçlayan mütevazı bir çabanın ürünüdür.

Sorgulamasını sadece ‘namlı katiller’le sınırlı tutmayan bir politik hesaplaşma, kitabın açmak istediği ufuklardan biridir. Kitap, aynı zamanda, ‘Cumhuriyetçi seçkinler’, ‘milliyetçi baronlar’ ve ‘İslamcı müteşebbisler’in yeniden sorgulanmalarına dair bir toplumsal sorumluluk çağrısı içermekte, ayrıca, komşusunun canına kastedip evini yağmalayan ‘masum halk’ı da bu sorgulamaya dahil etmektedir.

Maraş Katliamı’yla gerçek anlamda yüzleşmenin yolu buradan geçmektedir çünkü.

74. FERMAN -Mustafa Mutlu

Bu çağın bir başka acı gerçeği de IŞİD zulmüne maruz kalan Ezidi halkıdır. Tüm dünyanın gözü önünde yaşandı bu vahşet. Sırf inançları ya da inançsızlıkları nedeniyle, sırf benimsenmeyen yaşam tarzları nedeniyle uygarca yaşamayı hak görmediler kendilerine. Onlara zulmetme hakkını gördüler kendilerinde. 7 – 8  yaşlarında bile köle pazarlarında satıldılar. Tecavüze uğradılar. Saldırıya uğradı o insanlar tüm dünyanın gözü önünde. Ve hiçbir kurum, kuruluş da gidip “Bu barbarlığı yapmaya hakkınız yok. Bu suçtur” demedi. Diyemedi. Bu insanlık suçuna sessiz kalındı.

74. Ferman gazeteci-yazar Mustafa Mutlu’nun kaleme aldığı, o döneme ait araştırma kitabı niteliğinde bir roman. Ezidi kültürüne ve bu halkın yakın geçmişte yaşadığı acılara değiniyor. IŞİD yada DAİŞ. Anlamı biri Türkçe’de diğeri  Kürtçe’de Irak Şam İslam Devleti.

Barbar bir örgütün yaşattığı zulmü bir kez daha hatırlatıyor bizlere Mustafa Mutlu.

Arka kapaktan:
Usta gazeteci-yazar Mustafa Mutlu son romanı 74. Ferman’da, Ezidi kültürüne odaklanıyor ve bu halkın yakın geçmişte yaşadığı derin acıları anlatıyor. IŞİD saldırısıyla dağılan bir Ezidi ailenin dramı, kaçırılan, tecavüz edilen, köle gibi satılan kadınlar, çaresiz yaşlılar ve çocukların bakış açısından aktarılıyor.

74. Ferman, Irak’ın Sincar bölgesinde ve ölüm topraklarına dönüşen Şengal Dağı’nda, acımasız karanlık karşısında hayatta kalmak için güneşe uzanan ellerin öyküsü.
21. yüzyılda, Türkiye sınırlarına çok yakın bir bölgede yaşandığına kolayca inanamayacağınız olaylar, Ezidilerin başına gelen son büyük felaket ve dünyanın duyarsızlığı üzerine soluk soluğa okunan bir roman.
“Kan yağmurları getiren kırmızı bir bulut gibi geçtiler üzerimizden… Sonra her fırsatta dönüp kırmızıya boyadılar topraklarımızı…
Kan kırmızısına! Yüce Ezda affetsin beni kin tuttuğum için ama hepsinin intikamını alacağım!”

ARINMA VE YOK ETME –Jacques Semelin

Fransız tarihçi ve bilim insanı Jacques Sémelin özellikle Yahudi soykırımı, eski Yugoslavya’daki etnik temizlik, Ruanda’daki Tutsi soykırımı, Türkiye’deki ve Kamboçya’daki soykırımları örnek alarak yaptığı araştırmalar sonucu ortaya çıkan bu eser, insanoğlunun nasıl bir katil haline geldiğini, kitlesel kıyımların nasıl gerçekleştiğini, insanın bunu yapabilme hakkını kendinde nasıl görebildiğini, şuursuzca kendini nasıl aklayabildiğini anlamamıza yardımcı oluyor. Ama anlayabilir miyiz bilmiyorum. Ben bu konuda başarısızım.

Arka kapaktan:
“Ben, birtakım toplulukların tarihi adına konuşmuyorum. Chateaubriand’ın zekice betimlediği biçimiyle ‘halkların intikamını almaya söz vermiş’, daha ziyade güçsüzlerin hakkını koruyan o tarihçi tavrını takınmak da istemiyorum. Bu kitabın konusu üzerinde yıllardır çalışıyor olmam, araştırmacı olarak soykırımların gizemini anlamaya bir katkı sunmak içindir. Çağdaşlarımın pek çoğunun kendilerine aynı soruları sorduklarından kuşkum yok: bu nasıl olabilir? Binlerce, on binlerce, hatta milyonlarca savunmasız insanı öldürme noktasına nasıl gelinebilir? Ve üstelik, onları yok etmeden önce bunca eziyet, tecavüz ve işkence nedendir?

Öldürmeyi istemek ile öldürme eylemi arasında büyük bir uçurum vardır. Bu kitapta öne sürülen incelemelerin kalbinde yer alan, soykırım da bu eyleme geçiş meselesidir; psişik bir güdüden ziyade son derece karmaşık, siyasi, toplumsal, psikolojik vb. kolektif ve bireysel dinamiklerin iç içe geçtiği bir denge süreci olarak ele alınan bir eyleme geçiş.”

Bir insanı kötülük yapmaya iten sebepleri yani insanları barıştan barbarlığa sürükleyen neden ya da nedenleri bilinçlenmek adına derinlemesine irdelemek gerekir bence. Her yönüyle.

Ki yapılabilecek bir şey varsa geç kalınmasın…

Sağlıkla kalın…
Meral Türkdoğan

Main Image by Fernando Cabral/Pexels

Peters Hörtipp: Salih Korkut Peker & Duble Salih & Çalgıya İzmir

Türküler, Rembetiko, Bluegrass, Rock, Anatolia Grunge

Heute möchte ich drei Alben aus diesem Jahr vorstellen, die allesamt um den Musiker Salih Korkut Peker aus Izmir entstanden sind. Er singt und spielt alle möglichen Saiteninstrumente wie Çağlama, Bağlama, Gitarre und vor allem Cümbüş, das 12-saitige banjoähnliche Instrument aus der Türkei mit dem wunderbaren Klang. Alle Instrumente spielt er akustisch und / oder elektrisch.

Salih Korkut Peker spielt alle möglichen Saiteninstrumente

Denize Dik ist das zweite Solo-Album (vor paar Jahren hat er schon die EP GIRIZ gemacht) von Salih Korkut Peker. Das ist die rockigste der drei Scheiben. „Az Beyran“ ist das erste Stück, ein Instrumental, eine Mischung aus Leo Kottke und türkisch. Insgesamt eher Folkrock bis auf Kayip Kirve, das voll rockt und auch von Pekers Rockband Yasak Helva stammen könnte. Das letzte Stück ist ein großartiges Remake von „Something in the Way“ von Nirvana. Peker macht daraus eine Version mit zwei Soli auf dem Cümbüş. Nahe am Original und trotzdem unverkennbar anatolischer Grunge.

Hörbeispiel: Something in the Way”

Çalgiya İzmir ist ein Akustik-Balkan-Trio bestehend aus den beiden Salihs von Duble Salih und an der Perkussion und Gesang Cenk Bosnalı. Auf der Çalgiya İzmir-EP sind fünf selten gehörte leise türkische Lieder aus der Balkanregion. Sehr beeindruckend.

Hörbeispiel: „Çifte Çifte Paytonlar“

Duble Salih heißt das Akustik-Duo, das Salih Korkut Peker zusammen mit Salih Nazım Peker vor einigen Jahren gegründet hat. Sie haben heuer eine CD namens „Çifte Çifte“ herausgebracht. Ein wunderschönes Album mit neu-alten Türküler und einigen Eigenkompositionen. Die Arrangements sind nah am Original und trotzdem klingen sie sehr modern, weil sie folkrockige, manchmal Bluegrass-Elemente in die Türküler integrieren. Sogar ein wunderschönes altes griechisches Lied aus Smyrna ist auf der CD: Milo Mou Kai Mandarini (Elmam, mandalinam benim). Die ganze CD ist sehr gut gelungen, aber besonders hervorheben möchte ich neben dem griechischen: Böyle Ikrar Ilen, Geldi Geçti Ömrüm Benim und Atım Arap. Letzteres ist eine lustige Mischung aus Ankarastyle und Bluegrass.

Eine Besonderheit sind auch die Instrumente, die neben der Gitarre verwendet werden: Kopuz, Cümbüş, Cura und Divane (eine Mischung aus Saz und Laute). Diese Platte gefällt mir am besten von den drei.

Hörbeispiele: „Milo Mou Kai Mandarini“ „Böyle Ikrar Ilen“

Alle drei Platten sind sehr interessante Neuerscheinungen in diesem Jahr, solltet Ihr Euch unbedingt mal anhören.

Ach ja: Salih Korkut Peker spielt auf dem wunderschönen Lied „Artık Sevmeyeceğim“ des deutsch-türkischen Projekts Süperfly Orkestra die Cümbüş-Soli:

Diese EP hab ich vor kurzem auf PİYASA rezensiert.

Peter Friemelt

İşadamı Servet Tuncaloğlu, Münih okullarına 30 bin maske bağışladı

Tekstil alanında toptancılık yapan Münihli iş adamı Servet Tuncaloğlu, okullarda öğrencilere dağıtılmak üzere Münih Eğitim ve Spor Dairesi’ne 30 bin adet kumaş maske bağışladı.

 “Korona hayatımı olumlu yönde değiştirdi” diyen Tuncaloğlu’nun işleri kumaş maskelerle birlikte birden büyüyünce kazandığının bir kısmını sosyal sorumluluk bilinciyle bağışlamaya karar vermiş. Kendisi de iki çocuk babası olan Tuncaloğlu, “Bu yıl yetişkinler için sattığım kumaş maskelerle birlikte işlerim birden çok büyüdü. Elimde yüksek sayıda çocuk maskesi vardı ve bunlardan para kazanmaya gönlüm elvermiyordu. Ben de bağışlamaya karar verdim.” şeklinde konuştu.

Trend Nonfood şirketinin sahibi Servet Tuncaloğlu

Teslimatı bizzat kendisi yapan Tuncaloğlu’ndan maskeleri Eğitim ve Spor Dairesi adına Genel Eğitim Okulları bölümünün müdürü Leonhard Bauer teslim aldı. Tuncaloğlu ile yapılan görüşme sonrası ağız ve burun maskelerinin ilkokul ve özel eğitim merkezlerinde 1. sınıftan 7. sınıfa kadar olan öğrencilere dağıtılması kararlaştırıldı.

Münih Belediye Meclisi’nde 2 Aralık günü yapılan eğitim komitesi toplantısında Eğitim ve Spor Dairesi’nin bu bağışı kabul edebileceği onaylanmıştı.

Quereinstieg für Lehramt an beruflichen Schulen möglich

-Bewerberinnen und Bewerber in Bautechnik und Elektro- und Informationstechnik gesucht

Das Bayerische Staatsministerium für Unterricht und Kultus lässt aufgrund des anhaltenden Bedarfs an Bewerberinnen und Bewerbern (m/w/d) für das Lehramt an beruflichen Schulen in den Fachrichtungen Bautechnik sowie Elektro- und Informationstechnik auch Diplomingenieurinnen und Diplomingenieure (Universität) oder Masterabsolventinnen und Masterabsolventen (Universität oder Hochschule) der Fachrichtungen Bautechnik, Elektro- und Informationstechnik oder verwandter Studiengänge zum Vorbereitungsdienst für das Lehramt an beruflichen Schulen in Bayern zu. Der Vorbereitungsdienst beginnt am 14. September 2021.

Bevorzugt berücksichtigt werden Bewerberinnen und Bewerber (m/w/d), die die Diplom- oder Masterprüfung nach 2015 abgelegt und mit der Note gut oder besser bestanden und eine einschlägige Berufserfahrung haben.

Weitere Informationen zum Ablauf der Sondermaßnahmen können unter folgendem Link eingesehen werden: www.studien-seminar.de

Bewerbungen für die Sondermaßnahmen bitten wir bis spätestens Freitag, 15. Januar 2021 auf dem Postweg zu richten an:

Bayerisches Staatsministerium
für Unterricht und Kultus
Referat VI.2 – z. Hd. Frau Parol
80327 München

Mit der Ableistung des Vorbereitungsdienstes wird die Lehrbefähigung für das Lehramt an beruflichen Schulen erworben. Aus dem Ableisten des Vorbereitungsdienstes und dem Bestehen der Zweiten Staatsprüfung kann kein Anspruch auf Verwendung im öffentlichen Schuldienst abgeleitet werden, die Einstellungschancen an staatlichen oder kommunalen beruflichen Schulen sind aus derzeitiger Sicht jedoch sehr gut.

Es werden darüber hinaus weitere, schulbezogene Sondermaßnahmen, z.B. in den Bereichen Informatik, Agrarwirtschaft, Druck- und Medientechnik und Labor- und Prozesstechnik (Chemie, Umwelttechnik und regenerative Energien) durchgeführt. Hier können sich Interessentinnen und Interessenten (m/w/d) direkt an den beruflichen Schulen vor Ort informieren und ggf. bewerben.

Weitere Informationen siehe unter: https://www.km.bayern.de/lehrer/lehrerausbildung/berufliche-schulen/quereinstieg.html.

Main image by Pexels/Pixabay

“Korona kontrolden çıktı!”: Almanya kapanıyor

Almanya’da son kısıtlamalara rağmen artmaya devam eden koronavirüs vakaları ile birlikte yükselen ölüm sayıları karşısında bugün (13.12.2020) ‘Lockdown’ kararı alındı. Kapanma kararıyla ilgili Başbakan Angela Merkel (CDU), “Şimdiye kadarki ‘lockdown light’ kısıtlamaları yeterli olmadı.” derken Bavyera Başbakanı Markus Söder (CSU), “Korona kontrolden çıktı” ifadesini kullandı.

Bugün yapılan basın açıklamasıyla duyurulan karara göre kısıtlamalar 16 Aralık tarihinden itibaren şimdilik 10 Ocak’a kadar geçerli olacak. Yayılma hızının beklenilen şekilde düşmemesi halinde bu süre uzatılabilecek.

Perakende mağazalar ve okullar kapanıyor
Çarşamba günü başlayacak kısıtlamalara göre perakende mağazaları ve okullar da kapanacak. Kuaför ve kozmetik salonları gibi vücut bakımı alanında yakın temasla hizmet veren işletmeler de kapalı olacak. Bu süreçte süpermarketler, eczaneler, benzin istasyonları, bankalar, postaneler, kuru temizleyiciler ve araba ve bisiklet tamirhaneleri gibi işletmeler açık kalacak. Gastronomi işletmeleri ise sadece to go hizmeti vermeye devam edebilecek.

Bu tarihler arasında en fazla iki haneden, en fazla 5 kişi buluşma kuralı devam edecek, fakat istisna olarak Noel günlerinde (24-26 Aralık) 2 haneden 5 kişiye ek olarak yakın aileden (eşler, kardeşler vs.) 4 kişi ve 14 yaşının altında çocuklar da kutlamalara dahil olabilecek.

Karara göre yılbaşında toplanma ve havai fişek yasağının yanı sıra ‘lockdown’ sürecinde açık alanlarda alkol tüketimi yasağı da geçerli olacak.

Bavyera’da insidans sayısı 200’ü aştı
Basın açıklamasında “Korona kontrolden çıktı!” ifadesini kullanan Bavyera Başbakanı Markus Söder, bu krizin son 50 yıldır ülkede yaşanılan tüm krizlerden daha fazla zorladığını söyledi. Söder, Bavyera’da bugün itibariyle insidans sayısının 200’ü aştığını ve bununla birlikte bölgenin belirli yerlerinde geçerli olan kısmi ‘sokağa çıkma’ yasağının artık tüm Bavyera’da geçerli olduğunu da duyurdu. Buna göre tüm bölgede akşam saat 21.00’dan sabah saat 5.00’a kadar sokağa çıkma yasağı geçerli.

Bu süreçte ‘evde kal’ felsefesinin önemli olduğunu belirten Söder, “Her üç dakikada bir kişi koronavirüsten ölüyor.” diyerek kısıtlamaların ne kadar gerekli olduğunun altını çizdi.

Milyar Euroluk yardım planlanıyor
Federal Maliye Bakanı Olaf Scholz (SPD) ise, bu yeni durum karşısında milyarlık yardım paketi planladıklarını açıkladı. “Kapanmanın bir ay sürmesi halinde 11 milyar Euroluk bir yardım söz konusu olacak.” diyen bakan, kapatılan işletmelerin yüzde 90’a varan fix giderlerinin karşılanacağını ve bunun bir şirket için 500 bin Euro’ya kadar çıkabileceğini de açıkladı.

Meral’in Kitap Bahçesi: “Bir kitap yürekten gelmişse, ancak o zaman başka yüreklere ulaşabilir.”

Bütün dünyanın mücadele ettiği bir hastalığa çok yakın olduğum bir süreçten geçiyorum. En yakınlarımın kimi atlattı, kimi tedavi görüyor, kimini kaybettim Covid-19 nedeniyle. 

Kitap bahçeme saklanıp, yaşanan ve yaşanacak olan tüm kötü olaylardan uzak, sessiz sedasız, yeni kahramanlarla tanışıp, yeni yaşamlara şahit olmak, hikayelerine ortak olmak istiyorum. Şu ortamda yapabileceğim en sağlıklı şey bu olsa gerek.

Hadi dünyanın stresinden biraz uzaklaşalım. Bu soğuk kış gününde sıcak çayınızı, kahvenizi alın da yeni kahramanlarımızı tanıyalım. 

AROMATİK ADAM -Dr. Anooshirvan Miandji

Gazi Üniversitesi Eczacılık bölümü mezunu, kimyaya, bilime, felsefeye meraklı, İran Azeri Türkü Dr. Anooshirvan Miandji. Romanlarında yazdığı felsefi hikayelerle özellikle çocukları düşünmeye zorlayan, merak etmeye, araştırmaya  yönelten yazarımız bu defa yetişkinlerin zihnini zorlayacak türden bir roman kaleme almış. 

Yarattığı hayali kahramanla doğrudan bilimin, bilginin kendisini sorgulamış, epistemik bir roman Aromatik Adam. Bilginin sınırı var mıdır? Her doğru gerçek midir? Bildiğimiz her şeyin bir ölçüsü var mıdır?  Bilinmeyeni bilmek için neden önce bilineni bilmek gerekir? 

Kahramanımız bilim insanlarıyla sohbet ederken çok iyi bir felsefeci, ya da biyokimya uzmanı veya iyi bir psikolog olabiliyor zaman zaman. 

Bilime merakınız varsa çok keyif alacağınız, yoksa mutlaka okumanız gereken bir roman olduğunu düşünüyorum… 

DUBLÖRÜN DİLEMMASI -Murat Menteş

Albino rahatsızlığı olan kahramanımız Nuh Tufan’ın Dilara Dilemma’ya olan aşkını ve aynı zamanda yıllardır konservatuvar öğrencisi olan bu gencin yaratıcı zekasını kullanarak başına açtığı belaları anlatır roman. Heyecanı hiç bitmeyen, zekice kurgulanmış olaylar silsilesi ile sürükleyici bir hikaye. Eğlenceli ve heyecanlı. 

Kelime mühendisi diyebileceğim bir isimden, çok çaba sarf edilmiş, çok emek verilmiş, ince elenip sık dokunmuş bir çalışma Dublörün Dilemması. Dikkat! Argo kelimeler barındırır 🙂 Ama yeraltı edebiyatı severlerin çok beğeneceği türden bir eser.

(Kitaptan)

“İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm, her birini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buzdağlarını eritmeye çalışmakla geçiyor. Mesela zenginlerden nefret ediyorum, ne yapayım, elimde değil. O restoran sürüngenleri, fiyaka kumkumaları, yapmacık kasvetin mıymıntı bekçileri, ticari bir şiveyle konuşan zehirli papağanlar, hileli bir neşe içinde geviş getiren bunak vampirler, modanın ipiyle kuyuya inen kibirli cambazlar, tatile gebe fırlamalar, alaturka bir sadizmle zıvanadan çıkanlar, alafranga bir mazoşizmle yılışıklaşanlar… Hepsine teker teker Kolombiya kravatı takmak istiyorum! 

(Kolombiya kravatı: Meksika mafyasının uyguladığı bir cezalandırma biçimi: Kurbanın gırtlağına bir delik açılır ve dili bu delikten sarkıtılır.)

BEŞ SEVGİ DİLİ -Dr. Gary Chapman

Paldır küldür sevmek mi, bilinçli bir şekilde profesyonelce sevmek mi?  

Evlilik terapisti Dr. Gary Chapman sevginin dillerini öğretmeyi amaçlamış bu eserinde. 

Kaliteli zaman. Fiziksel temas. Hediye alma. Onaylayıcı kelimeler. Hizmet eylemleri.

Eşinize karşı, çocuğunuza karşı, evliliğinize karşı, sizin ne istediğinize ve nasıl yaşamak istediğinize karşı sahip olduğunuz bir sevgi deposu var. Ve onu doldurmak, dolu tutmak veya boşaltmak sizin elinizde.

Ben bu kitabı yıllar önce okumuştum. İlk baskısı sanırım 1992-1995 yıllarında yapılmış. Şimdi sayfalarını tekrar çevirirken, yazılan satırların değerini hala koruduğunu görüyorum. 

Evliliğinize, ilişkinize, ailenize, çocuklarınıza gerçekten değer veriyorsanız ve sahip olduğunuz bu değeri daha sağlam temellere oturtmak istiyorsanız baskın sevgi dilinizi bulmalı ve bence bu kitabı mutlaka okumalısınız. 

Çok sağlıklı bir hafta, umutların asla tükenmeyeceği yarınlar diliyorum herkese.
Meral Türkdoğan

Main Image by Andrea Piacquadio/Pexels